YASSTADA DURUŞMALARI celsede Başkan, zaten dâvanın bu mübayetler dolayısıyla açılmış bu- lunduğunu O ifadeden çekinmedi. Men- deres Mig beş sene geçmiş bulı duğunu, o yüzden tafsilâtın unutula- bileceğini belirtti, fakat "Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür reis beyfen- di hazretleri" demedi. Nitekim kendi- side Dr. Fahri Atabeyi Ankaraya gönderdiğini hatırlıyamıyor, daha doğrusu "yüzde doksandokuzbuçuk" göndermediğini hatırlıyordu! Ama biraz sonra bu "Atabeyin gönderil- meli" hikâyesi bir mesele olacak ve Ayhan Aydana güzel replikler, do- kunaklı tutum fırsatı verecekti. Ha- kikaten Ayhan Aydan, Başbakanın iddiasının aksine, doğum sancısının tuttuğu o gün Başbakanlık Hususi Kalem Müdürü Muzaffer Ersüye te- lefon ettiğini, daha doğrusu Mende- resi aradığını, fakat bulamayınca Er- süyle görüştüğünü ve "Adnan beye söyleyin, Dr. Fahriyi acele gönder- sin" dediğini bildirecekti. Bunun üze- rano, hareketlerin en asiliyle, v sevgilisini korumak maksadıyla "Kim bilir, belki de Ersü kendisine söyle- memiştir" diyecek, böylece de kadın dinleyicilerin kalbini fethedecekti! “maruzatım bundan ibarettir" demekle başlayan düşük efendinin çe- nesi öylesine açılmıştı ki artık sus- mak bilmiyordu. Başkanı dahi dinle- miyor, O o "kâfi" dediği halde konuş- makta devam ediyordu. En sonra Ba- şol ihtarların en sertini vermek Z70- runda kaldı: “—e Eğer ben kesin deyince kes- mezseniz, ben kestirmesini bilirim." Menderes ancak azarı işittikten sonra, dilini ağzının içine soktu. Kahkahalar arasında Menderesin ifadesinin bundan son- raki kısmı, daha ziyade bir ha- vai fişeğinin patır. gürültüsü ve şenliği iğinde cereyan etti- Düşük efendi mahkemede, Meclisteki taktik. lerini kullanıyor ve her şeye bir kulp uyduruyordu. Dr. Atabey memur ol- duğu halde nasıl olup ta Aydanın bir telefonu üzerine her şeyi bırakıp ve izinli olmaksızın, üstelik hastaha- nenin bir âletini otomobiline koyarak Ankaraya gelmişti? Sakın bunda Menderesin parmağı olmasın? Dü- şük Başbakan Atabeyin bu hareketi- ni Ayhan Aydanla olan eski ahbaplı- ğına verdi. Peki, 0002 numaralı Ca- dillac'ın gayrımeşru çocuk ölüsü ta- şıması hangi sebeptendi? Ee, belki yhan şoförü çağırmış, şoför de te- sadüfen arabayla gelmişti. Ya, çocu- gun öldürülmüş olmasını şayia halin- 22 Sâbık Başbakanın şoförü Cadillac'lı mazaret de dahi duymamış mıydı? Yoo! Hem bunlar Muhalefet tarafından dolaştı- rılan bir takım rivayetlerdi. Mende-, rese bakılırsa insan Başbakan oldu mu, halk böyle lâflar çıkarırdı. Bun- ları aslı olan şeyler sanmak doğru değildi. Yâni, bunlar için dâva açıla- bilir miydi? , Dinleyicilerden gülüşenler oldu. İhtimal ki kendisinin vaktiyle açtır- mış bulunduğu "Ömer İnönü dâvası" hatıra gelmişti ve şimdi kader, aynı neviden olduğu duruşmalar ilerledik- çe ortaya çıkan böyle bir şayia kam- panyası üzerine Menderesin kendisi- ni hâkim husuruna çıkarıyordu. Başkanın merak ettiği bir husus daha vardı, ölü çocuk defnedilirken babasının adı olarak Fevzi ismi seçil- mişti. Peki, bu Fevzi kimdi? O nokta da aydınlandı: Feyzi, Ayhan Aydanın dedesiydi! Salon bir defa daha kahka- hadan yıkıldı. Dr. Fahri Atabey bile derdini unutmuş, gülüyordu. Hele Ayhan Aydanın bir mektubunun o- unma usulü daha da eğlenceli ol- du. Mektup dilber sopranonun el ya- zısıylaydı. 13 Haziran 1957 tarihini taşıyordu. Yâni, büyük aşkın sona er- diği bildirilen tarihten sonraki bir gün. Başkan, isterse (Menderesin mektubu bizzat okuyabileceğini be- lirtti. Ama, düşük efendi yanaşma- dı şkan, kendisine has "alaylı eni ile: — Kendi el yazısıyladır. Ya- zısını tanırsınız, Belki sizin okuma- nız daha kolay olur" dedi. Salon bir defa daha kahkahadan yıkılıyordu. Buna mukabil Dr, Fakiri Atabeyin ifadesi alâka çekici olmadı. Her şey adamın Ankaraya çocuğun ölümün- den sonra vardığını gösteriyordu. A- ma, dâvayla alakalı herkes gibi Ata- bey de hâdiseleri saklamak, Mende- resi illâ korumak gibi bir illete müp- telâ olduğundan akıl almaz bir takım hususları ifadesine katmış, bâzı in- kârlara sapmıştı. Saten Atabeyin ko- yu bir Menderesci olduğunu bilmeyen azdı, Zeynep Kâmil hastahanesinde- ki "Vatan Cephesi Operasyonu'nu idare etmişti. Üstelik, kürtaj husu- sunda eli çabuklardan biliniyordu. Nitekim, Ayhan Aydanın bir çocuğu- nu onun aldığı sabit olmuştu. Bundan başka, Zeynep Kâmil hastahanesinin başına Ayhan Aydanın Menderese tavsiyesi üzerine düşük efendi tara- fından getirilmişti. Gerçi mükemmel organizatör olduğundan bu hastaha- neyi hakikaten ihya etmişti. Ama An- laşılıyordu ki organizatörlük vasıfla- tâyininin sağlanmasında da göstermişti. Bütün duruşmalar sırasında düşük efendiden bahseder- ken alay olsun diye değil, dil alışkan- lığı dolayısıyla oMenderesten "Bey- fendi" diye bahseden iki kişiden biri -öteki Menderesin "gayrımeşru ka- yınvaldesi" Naciye Aydandır- Dr. Fahri Atabey oldu. Ama, öyle görü- nüyordu ki çocuk öldürmeyle bir alâ- kası yoktu. Nitekim Başkandan işit- tiği azar, hastahanenin bir âletini sırtlayıp kimseden izin almaya lüzum dahi görmeksizin bir telefon üzerine Ankaraya doğru yola çıkması, bu iş için resmi bir pikapı kullanması, üste- lik bir de hemşireyi yanına alması do layısıyla oldu. Dr. Atabey o sıvada ne kadar idealist bir hekim olduğunu söylüyordu. Başol idealist hekime marifetlerini hatırlattıktan sonra — Peki, bu hareketleri böyle ide- alist bir doktora yakıştırıyor musu- uz?" dedi. Atabey cevap vermemeyi tercih etti. Masum bir don merakı! yat bütün dâvanın en eğlenceli -ve fransız farslarını en ziyade andıran- faslı öğleden hemen sonra cereyan etti, Başol, iddia makamına söz verdi. Sanıkların sorgusuna dair bir söyleyeceği var mıydı? İddia ma- kamını işgal eden Fahreddin Öztürk -"Bebek Dâvası"na Başsavcı Altay Egesel değil, yardımcılarından Fah- reddin Öztürk çıkmaktadır- ses tonu da müsait bulunduğundan, bir polis romanı okuyormuşcasına dinleyicile- rin heyecanını ayakta tutarak bir hi- kâye anlattı. İhtilâlden sonra, hâkimlerden mü- AKİS, 4 KASIM 1960