bir punduna getirip, yan bakana ba- zı meselelerden bahsediyordu. Yan bakan evvela fazla tedirgin olmuyor- du. Zira kendisi de en azından Bey- fendi kadar idareliydi. Karda yürü- meğe en azından Başbakan kadar talimliydi. Ama ortaya bazı vesika- lar atılınca tatlı su kahramanı yel- kenleri suya indiriveriyor, Başbaka- nın yanında sadık bir bende kesilive- riyordu. Menderesin pek hoşuna gi- den hareketlerden biri de vesikaları sahibine gösterdikten sonra küçük parçalar halinde yırtması, parçaların yakılmasını oemretmesiydi. Ancak Beyfendi foto-kopi sanatının hayra- nıydı ve insanlığa bunun sonsuz fay- dalar sağladığına inanıyordu! Sofra- larda yakılan bir çok evrakın foto- İnkılâp hareketinden bu yana cemi- Be- leşçi! Sanki Türkiyede bütün mües- seseler tâ temelinden sarsılmıştır ve her şey sahipsiz kalmıştır. Ticaret askeri yetimizde yeni bir tip türedi: sahasında, sosyal hayatta, kopileri "Milner Safe Co. Ltd." mar- kalı kasadan çıktı. Lüks zarfların içindeki mektup- lar, sabık Başbakanın Devlet işlerini nasıl belden aşağı düşürdüğünü orta- ya koyuyordu. ektupların büyük bir kısmı yeşil mürekkeple yazılmış- tı. Yeşil mürekkepli mektupların al- tında daima aynı imza göze çarpı- yordu: Suzan.. Suzanın mektupları son derece samimiydi. Mesela birinde Adnancı- ğına şöyle demekteydi "Adnancıgım, Epey uzadı. Seni arzuluyorum ben. Biliyorum işlerin çok. Fakat bir gececik uç, gel buraya. Hem de ya- kında gel. Beyaz peynirini, türlünü, fıstık içini ve rakını buz dolabında Beleşçiler! dır. Nereden bulurlar yarabbi, şimdi bir açıkgözler grubu, devletin mâne- vi ve maddi desteğiyle meydana ge- tirilmiş bu şubeyi Anadolu Kulübün- den çekip almak, üstüne konmak ve hayatta, siyasi hayatta, iktisadi ha- aş" lar topluluğunun malı haline yatta.. Beleşçi, nerede gözüne kes- tirdiği bir müessese varsa oraya yö- fütursuz "Artık bu- nelmekte ve hiç diye resmi teşebbüslere bile geçmek - mânevi miras iddia- "o kalktı, ben oturayım" havası içinde kendi ona hukuki veçhe vermeye kalkışmakta- dır. Tabii bunlar, kendi sahalarında birer bulanık su avcısıdır ve çok za- te, bir takım larında bulunmaya, bir mülkiyetini sağlamlaştırmaya, lesine inanılmaz bir nisbette artmış- tır ki hiç bir ihtiyatın fazla sayılma- sına cevaz yoktur. Beleşçilerin konmak kânsızdır. kel mi?" diyorlar. Maden D.P tan masun kalamamışlardır. nin, adı var kendi yok Hür. P. nin varisleri türemiştir. Bu neviden mü- esseseler arasında Anadolu Klübü- Atatürk tarafın- dan tesis ettirilmiş şubesi dahi var- nün Büyükadada AKİS, 6 TEMMUZ 1960 istedikleri müesseseler O derece çeşitli sahala- ra yayılmıştır ve içlerinde o kadar eğlencelileri vardır ki gülmemek im- Bir fabrikada hisse mi? "Bizim olsun" diyorlar, idare Mecli- si üyeliği mi? "Ee, bizim başımız ruhsatı mı? "Bırakın, ben işleteyim" diyor- lar, Siyasi partiler bile bu tasallut- getirmek istemektedirler Anadolu Klübü, fiiliyatta, Büyük Millet Meclisinin bir klübüdür. Ba- yar - Menderes ekibinin bu büyük müesseseyilekelemiş olmasının Tür- kiyenin 1 numaralı müessesesini e- bediyen itibar dışı bırakacağını san- mak sapıklıktır. Bundan sonra bü- tün millet, elele, bir teşrii meclisin başına bir Koraltanın getirilmeme- sine, toplantıların bir Erozan idare- sinde yapılmamasına gayret göste- recektir. Yoksa, "Bu klüpte Demok- rat milletvekilleri sefa o sürerlerdi. Onların mensubu oldukları Ankara- lıları atalım, bu şubeyi biz bir ayrı klüp haline getirelim. Ee, seneler- dir şube âzası diye zengin musevi vatandaşları da topladık, biz ara- mızda geçinip gidelim" tarzında dü- şüncelerle yarınki meclislerin aza- larını ucuz -ve meşru- bir yazlıktan yoksun bırakmak demagojiden baş- ka şey değildir. Kaldı ki milletin ya- rınki temsilcileri az paraya çalış- mayı, şahsi menfaat gütmemeyi pe- şinen kabul etmiş kimseler olacak- tır. Onları B.M.M. nin Atatürk ta- rafından kurulmuş bu o yerlerinden edip, zengin tesislerini İstanbulun “akıllı iş adamları" na bırakmak, biraz insafsızlık gibi geliyor. Gerçi bu gibi meselelerde böyle cereyanların doğmasına dağdan ge- lip bağdakini kovmaya kalkmış a- çıkgözlü Demokrat milletvekilleri- YURTTA OLUP BITENLER saklıyorum. Seni sıkmak, sıkmak istiyorum.." sıkmak, “Türk Sağanı" diye isimlendirilen Suzan Sözen mektuplarını bir roman- cıya -Suzan Sözen gibi bir romancı- ya- yakışır tarzda yazmıştı. Mektup- larda müstehcen hikâyelere rastlanı- y . Ama bunlar da fevkalâde bir üslübla kaleme alınmıştı doğrusu! k paketteki mektuplar, birin - ciler kadar edebi deği harfi bü doğru uzatılmış bir Ay- dan. ktuplar itinayla paketlenip mü- hürlendi ve çantalara (yerleştirildi. Kasayı açan genç yüzbaşı okudukla- rından şaşkına dönmüş bir vaziyette nin seneler senesi oraların haracını almış olmaları rol oynamıştır. Ama İnsanların kusurlarıyla müessesele- rin kaderi başka şeylerdir. Nitekim adolu Klübü misalinde bir saflılar rubu" ortaya hem Klübün mülkiyetinde ve yarın- k' Parlâmento âzalarının hakların- da en ufak değişiklik yapılmaması, hem de Büyükadada oturanların Büyükada şubesine alt işlerde söz sahibi olmaları gerektiği gibi ma- kulün makulü bir teklifle bu haf- tanın başında Ankara yolunu tut- muşlardır. Elbette ki bu teklifi de Ankaralılar hulüs ile kabul edecek- lerdir. Zira, işin aslında, Büyüka- can içmeleri su şubenin Azalarını alâkalandıran bir arar mevzu suretle ortalama ur. Bu yol bulunmuş olacaktır. Bir klübün akibeti elbette ki mü- him sayılmayabilir. Ama bu, İnkı- lâptan bu yana türeyen bir sınıfın ne derece çeşitli yerlere el atma sevdasında bulunduğunun lüzumun- dan fazla açık -ve eğlenceli- misali- dir, aynasıdır. Beleşçilere hatırlatıl- sı ge ı gereken husus hiç bir yerin sahipsiz kalmadığı, Bi paylaşma- nın mevzuunu teşkil eyeceği ve hukuki iadikoi arın “ değiztirlime: tur: Rejim değil, iktidar değişti. A- tatürkün klübüne gelince, eğer bir şey yapılacaksa şube âzalarının ye- niden gözden geçirilmesinden ve "a- kıllı iş adamları"' na kapının göste- rilmesinden ibarettir. 17