TI Y A Piyesler Bir devri kapayan mevsim 1950 - 1960 mevsimi ile beraber, mem- leketimiz için karanlık bir devir de kapanmış oluyor. Bu devrin karanlı- ğı, son yıllarda, yalnız siyaset ve ik- tisad alanına değil, fikir ve sanat ala- nına da çökmüş bulunuyordu. Yalnız resmi, yan resmi tiyatrolar değil, hususi sanat teşekkülleri bile sahne- lerine çıkaracakları eserlerin "zülfü yar"a dokunmamasına dikkat etmek mecburiyetini kuvvetle duyuyorlar, millet parasıyla işleyen tahsisatta ti- yatrolar ise, sanat endişesinden çok, sabık iktidara hoş görünmek kaygu- suna bel bağlamak zorunda kalıyor- lardı. Bu kayguya kapılmamak cesa- retini gösterebilenlerin, en verimli çağlarında, çeşitli iftiralarla iş ba- -ından atıldıklarını gördük. Sabık iktidara hoş görünmek, biç değilse onu gocundurmamak kaygu- su, sanat ye sahne değeri taşıyan te- lif ve tercüme baza eserlerin sahne ışığına kavuşmasına imkân vermiyor, değersiz unsurların ihtisas kadrola- rında yer almasına yol açıyor, en kö- tüsü, siyasi temayüllerin ve partizan- lıkların üstünde kalmam gereken sa- natkarları "vatan cephesi" saflarına girmek ve bu sayede iktidarın 'nimet' lerinden faydalanmak hevesine düşü- rüyordu. Bu hevesi körükleyenler, Devlet sahnelerinde, layık olmadıkla- rını fülen isbat ettikler! 'mevkilere yükseldiler, yüksek yevmiyelerle ka- zançlarını bir misli artırdılar, bol dö- vizli Avrupa seyahatleri yaptılar ve sanatkar hüviyeti olanları da umumi efkarın en azından sempatisinden mahrum bıraktılar. "Vatan Cephesi" ne kaydolunduklarını mikrofon ka- sında övünerek ilân etmiş olan bir ka- ı opera sanatkarları bu gerçeği, simdi değil, aylarca evvel farketmiş olmalıdırlar. O karanlık devir, çok şükür, as- tık kapanmıştır, Şimdi her milli ve sosyal kültür müessesesi gibi Devlet sahnelerimizin de, demokratik pren- siplerin ışığı altında, tam bir hürri- yet ve eşitlik havası içinde yepyeni bir zihniyetle çalıştırılması, yalnız Ve yalnız sanat gayesine uygun bir tu- tumla halka hizmet etmesine itina gösterilmesi lazımdır. Bu itinayı, herkesten önce, sonat hayatımıza ye- ni bir rota çizecek mevkide olan ve siyasi tesirlerden kendilerini koru- masını bildiklerini ispat etmiş bulu- nan gerçek tiyatro adamlarından, gerçek sanatkârlardan bekliyoruz. 9 HAZİRAN AKİS, 1960 TR O Ankara son temsiler Geçen ay tiyatrolarımızın perdesi, örfi idare mecburiyetleriyle, o sık sık kapandı, açıldı ve tekrar kapandı. Şimdi mevsim sonu dolayısıyla, yaz tatiline girmiş bulunan Ankara ve İstanbul sahneleri, buna rağmen ya- ni eserler çıkarmaktan geri kalma- dılar. Ankarada mevsimin son iki yeni eseri, Oda Tiyatrosu ile Üçüncü Ti- yatroda verildi. Oda Tiyatrosunda sahneye konulan eser, yeni parlayan bir fransız yazarının, François Bil- letdoux'nun "Şerefinize" - Çin-Çin - sahneye koyduğu "Şerefinize" üç ki- şilik oeşhasıyla, herşeyden evvel "mahremiyet" isteyen bir duygu pi- yesidir. Dünya görüşleri, mizaçları biribirine taban tabana zıt iki insanı kader aynı acı ile birleştiriyor. İtal- yan asıllı erkekle İngiliz asıllı kadı- nın eşleri sevişmişler, evi barkı bıra- kıp gitmişler, bu iki terkedilmiş in- sanı müşterek dertleriyle başbaşa bı- rakmışlardır. İşte bu müşterek dert, unutmak için içilen ve bir perdeden öbürüne gitgide şişe sayıcı artan içki, bu iki insanı farkında elmadan biribirine bağlıyor. Garip, buruk, sevinci ve ay- dınlığı olmıyan bir bağ bu. Sonunda, bütün çırpınmalarına rağmen, ikisini de ümitsizliğe, sefalete kadar sürük- leyen bir bağ, daha doğrusu bir kara alın yazısı.., Billedoux ümitsiz aşkın, kırılmış hayatların, binlercesi yazıl- mış hikâyesinden birini daha yeni bir "ton" üzerinden seyirciye dinletmek istemiş. Yazarın bunda muvaffak ol- duğu, eserinin Pariste geçen mevsim- denberi kazandığı başarıdan bellidir. Fakat bizdeki temsilinin aynı başarı- ya ulaşamadığı da 65 kişilik Oda Ti- yatrosunun ilk defa bu eserle boş kal- masından belliydi... Kabahat kimin? Galiba dekoratöründen sanatkârlara kadar Hepsinin. Hiçbiri yazarın ver- mek istediği havaya, üslüba gireme- mişlerdi. Damrau'ın bütün tavanı ve o mini mini sahnenin kulislerini kap- lıyan Etoile meydanı dekoru, Nur Sa- buncu ile Nihat Aybarsın da iç yaşa- madan ve dolayısıyla inandırıcı cı- rnaktan uzak oyunları eserin şart koştuğu "mahremiyeti yaratama- mıştı. “Klinik bir vaka" Üçüncü Tiyatronun sahneye koydu- ğu son eser de İtalyan fikir ve sa- nat adamı Dino Buzzati'nin "Klinik bir Vaka"sı - "Un Caso Clinico" - ol- du. Eseri Albert Câmus'nün fransız- Dino Buzzati Eseri güme gitti ca adaptasyonundan Zihni Küçümen dilimine çevirmişti. Ziya Demirelin, doğru bir yorum- la sahneye koyduğu, Saim Alpago, Nuri Altınek gibi kuvwvetti sanatkâr- ların da başrollerini oynadıkları bu fikir piyesi, bu mevsim hep renkli ve hareketli komedilere sahne olan Üçüncü Tiyatroda umulan ilgiyi gör- medi. Bunda mevsim sonuna ve "ka- panma" günlerine rastlamasının da büyük tesisi olmuştur. Ama bu de- ğerli eserin uğradığı başarısızlığı da- ha çok, ele aldığı konunun şuurlu sa- deliğinde, hattâ kuruluğunda ve ya- zarın hiçbir yorum yapmadan yürüt- tüğü vakanın insana dehşet veren karamsarlığında aramak doğru olur. Buzzati, "Klinik bir vaka"sıyla insanoğlunun kendi kendisine ve ha- rici âleme karşı özünde taşıdığı sa- mimiyetsizliği, bencilliği ele almış, en kudretli sanılan insanların bile, oy- nadıkları aynı oyunla, nasıl "tuşa" gelebileceklerini göstermek istemiş- tir. Eserine konu olarak seçtiği çevre o zalim ve büyük “İş Adamı" çevresi kahramanı piyasayı elinde oynatan bir iş adamı ile hiçbir hastalığı olmı- yan bu adamı ölüme kadar götüren modem bir hastahane mekanizması- nın üstad mütehassısıdır. Dünyanın birçok sahnelerinde, çe- şitli yorumlarla sahneye konulup oy- nanmış ve büyük ilgi uyandırmış olan böyle bir fikir piyesinin bizde, mev- sim sonunun çeşitli tesirleri ve hâdi- bu dikkate doğar piyesi mevsim tekrar ele alsın ve onu -ha- vasına da, bünyesine de daha uygun düşecek bir, başka sahnesinde göre- memiş olanlara seyretmek fırsatım versin.