Haftanın içinden «Hepimiz, Birimiz İçin...» Söz, bir İngiliz devlet adamınındır: "Demokrasi, ida- re tarzlarının. en kötüsüdür; bütün diğer idare tarz- larından sonra Bununla anlatılmak istenilen husus Demokrasinin de kendine mahsus kusurları, eksikleri bulunduğu fakat buna rağmen öteki idare tarzlarının yanında medeni insan cemiyetine en uygun sistemi teş- kil ettiğidir. Zaten uzun tecrübelerden sonra topluluk- ların kendi kendilerini idare etmek için Demokraside karar kılmalarının sebebi de budur Demokrasi iki sınıf için, rejimlerin en makbulüdür: İdare edenler ve idare edilenler. İdare edilenler için re- jimin diğer rejimlere üstünlüğü üzerinde çok söz söy- lenmiştir. Demokrasinin esasım insan haklarına riayet prensibi teşkil ettiğine göre elbette ki idare edilenler en ziyade bu sistem altında insanlıklarının kıymetini bilmekte, keyfiliğin güçlüklerinden, eziyetinden ve bas- kısından kurtulmaktadırlar. Ama Demokrasinin, idare edenler bakımından da bir nimet olduğunu belirtmek icap eder. Tarih, biç bir Demokraside idare edenlerin bacaklarından sokak fenerlerine asıldıklarını, caddeler- de saçlarından tutulup sürüklendiklerini, ya da halk tarafından paralandıklarını kaydetmemektedir. Gerçi Demokratik idare iptidai zihniyet sahibi politikacılar için güç idaredir. Hele insan başarısız bir politikacı olur ve kendi kusurlarım sisteme yüklemek imkanım veren bir geri cemiyet içinde yaşadığı hissine kapılırsa De- mokrasiyi bırakıp otoriter (ousullere sapması kabildir. Ama otoriter usulleri tatbik kudreti tükendiği an bu neviden heveslere kapılmış bulunanlar oynadıkları ku- marda mevkilerini değil, kellelerini kaybettiklerini gör- müşlerdir. Bir Demokraside ise en başarısız politikacıyı bekleyen en feci akıbet iktidardan düşmekten başka bir şey değildir. Mamafih, modern vasıtaların çoğalması hadiselere başka bir şekil vermiştir. Bu şeklin tezahürleri şimdi bilhassa Güney Amerika memleketlerinde görünüyor. Bir zat, ekseriya seçimle, bazen hükümet darbesi neti- cesi iktidara geçiyor. O makamı bir şahsi ikbal âleti saydığından murakabesiz, hesapsız bir idare tarzı kuru- yor. Ancak, yirminci asrın ortasında iktidarların meş- ruiyet kırıntısına dahi sahip bulunmadan ayakta kal- malarına imkân olmadığından adam kendi sistemini sözüm ona kitaba uydurmanın yolunu arıyor. Böyle hallerde, ortaya çıkan juntalardır. Eğer diktatör aske- ri darbe yolundan iktidara gelmişse ve hakikaten "Kuv- vetli Adam" vaziyetin deyse bir askeri juntanın gölge- sinde icrayı faaliyet ediyor. Yok, elinde ordu bulunmu- yorsa bir takım meşru selâhiyetleri bünyesinde gayrı- meşru şekilde toplayan bir sivil junta kuruyor ve ken- di mutlak hakimiyetini peşinen kabul etmiş, buna mu- kabil bir takım süfli nimetlere garkedilmiş bir avuç in- san marifetiyle memlekete hakim olmanın yolunu bu- luyor. Ortada bir meşruiyet kisvesi vardır. Juntanın se- lâhiyetleri, hudut tanımamakla beraber bir kaynağa raptedilmiştir. Tabii selâhiyetle birlikte mesuliyetler de artık o bir avuç insanın sırtındadır. Gerçi Diktatörün mevcudiyetinden hiç kimse şüphelenmemektedir. Her- kes hakiki vaziyeti mükemmelen bilmektedir. Ama Dik- tatör, kendi mesuliyetini başkasına yüklemeye muvaffak olmuştur. Bir sual vukuunda pek âlâ omuzlarını kaldı- rıp "Junta böyle karar vermiş" diyebilmektedir. Hatta Juntanın sertlik, kendisinin ise yumuşaklık taraftarı bulunduğunu elindeki organlarla umumi efkâra yaymak- AKİS, 20 NİSAN 1960 tan bile çekinmemektedir. Maksat, böyle hallerde doğ- ması muhakkak nefretin istikametini değiştirmek, an- tipatiyi başkalarına çevirmektir. George Orvvel'in meş- hur "1981" ünde olduğu gibi Diktatör insanların en iyisidir. Milletinin saadetinden başka şey istememekte- dir. O bir melektir, o bir evliyadır, o bir peygamberdir. Her iyilik ondan, her fenalık juntadan gelmektedir. Ne var ki juntaların rağbet gördüğü bir muayyen devirden sonra, şimdi Güney Amerika gibi sık ihtilâlli memleketlerde diktatörün (mesuliyetini kendi sırtına almaya hazır kimseler pek bol miktarda çıkmakta, do- layısıyla da kim hangi sistemi kuruyorsa onu fiilen ve hukuken yürütmek zorunda bırakılmaktadır. Bunun sebebi, uçak denilen alet çoğaldığından beri diktatör- lük idaresine karşı ayaklanmaların muvaffak olduğu an kudret sahibi zatın uçağa atladığı gibi kaçıvermesi, buna mukabil kalabalık juntanın ele geçmesidir. Hatta mukabil darbelerde, darbeyi yapanların diktatörün mem- leket dışına çıkmasına müsaade ettikleri çok görülmüş- tür. Hakikaten, bir tek adamın ikbalini sağlamak için bir takım adamların kendi istikballerini, hatta çocuk- larının isimlerini tehlikeye atmayı kabul etmeleri artık aklın kolay kolay almadığı bir husustur. Junta olarak faaliyet göstereceksiniz, Diktatörün arzuladığı bütün kararların altına imzanızı basacaksınız, hareketlerin sizden sadır olduğunu resmen bildireceksiniz. Sonra, talih ters döndü mü -ki, böyle idarelerde mutlaka dö- ner efendiniz pilotuna emredip evvelce parasını yatır- dığı başka diyarlara, sıcak iklimlere uçacak, siz ise onun idaresinin hesabını Halk Mahkemelerine vermeye çalı- şacaksınız. Jimenez Venezuellasında bu böyle olmuştur, Peron Arjantininde bu böyle olmuştur, Batista Küba- sında bu böyle olmaktadır. Mangaların tüfeklerin kar- şısında cinayetlerin, hırsızlıkların hesabını ne Jimenez, ne Peron, no de Batista bizzat vermişlerdir. Ama onla- ra kul olanlar, onların müstebit ' İdarelerinin devamım sağlayanlar, âletliği kabul edenler ele geçmişler ve tür- lü ıstırap içinde günahlarını hayatlarıyla ödemişlerdir. Tabii bütün servetleri, asıl tamahlarını teşkil eden bü- tün servetleri geri alınmış, aileleri ve çocukları sefale- tin en koyusu içinde bırakılmışlardır. Juntaya gitmeye ne lüzum var? Bugün İtalyada o şatafatlı Mussolini- nin çocukları ve eşi geçinmek için ya çalgı çalmakta, ya hizmet etmektedirler. İşte en çok bu yüzdendir ki demokratik idare tarzı, bütün sıkıntılarına ve güçlüklerine, kusurlarına ve ek- sikliklerine rağmen medeni cemiyetlerin teveccüh gös- terdikleri rejim olarak ayaktadır. Demokraside şahsi ikbal bulunmayabilir. Ama ne şahsi, ne de kollektif nikbet vardır. Parti seçmen reyiyle iktidardan uzaklaş- tırıldı mı lider de, arkadaşları da şapkalarını alıp me- suliyet mevkilerinden ayrılırlar, oraya bir gün tekrar dönmek ümidim ve imkânını muhafaza ederek muha- lefet safına geçiverirler. Demokrasi, fedaisi olmayan sistemdir. Bunun için sistemlerin en asilidir. Eğer asa- let bakımından incelenecekse, itiraf etmek gerekir ki, Demokrasiyi Münevver Mutlakıyet takip etmektedir. Rejimlerin en süflisine, en iptidai ve bayağısına gelince o junta idaresidir. Bugün hemen biç bir yerde junta idaresinin payidar görünmemesi bizatihi sistemin bütün itibarını çoktan kaybetmiş olmasının neticesidir.