TİYATRO -Constance Russel ile Tunç Yalman- genç politikacı George Hendarson- çok ölçülü, itinalı kompozisyonlarını hiç aksatmadan, bu havayı bozmamı- yorlar. nç Yalmanın ü avranışlarına rağ- men- Alev Özgün -muvakkat zevce Irene Elliot- ise, aynı uyanık oyun temposunu sonuna kadar yürütmek- le, bu güç rolde takdire değer bir ba- şarı göstermekle berabe adam Henderson oldukta nsonra rolün "ka- dınlık" tarafını kafi de ecede inkişaf ettiremiyor, son kısımlarda da "kâti- be" likten tamamiyle sıyrılamıyor Fakat bütün bunlar işin teferru— ata ait, ince taraflar adıköy se- yircisi "Devlet Işlerı ni zevkle sey- rediyor. "Tahtaravalli" oyunu. ehir Tiyatrosunun Yeni Tiyatro adını alan Komedi Kısmı, bir müddetten beri Çetin Altanın yeni pi- yesini oynuyor. Piyesin adı " ravalli". Hani çocukların, altına bir taş koyup iki ucuna oturdukları bir tahta ile oynadıkları bir oyun vardır ya, işte o. Bir ucundaki ağırca bastı mı, Öbür ucundaki havaya yükselir, sonra öbür ucu, aynı oyunla, yere i- ner bu ucundaki havalanır "Çemberler" isimli ilk piyesini iki sene evvel Ankaralılara göstermiş olan Çetin Altan, ikinci piyesini İs- tanbullulara şöyle takdim ediyor: "Hak etmedikleri seviyeye çıkan in- sanların rezaletlerini göstermek için yazılmış" bir komedi. Tabii bu insan- lar "haketmedikleri seviyeye" çıkar- ken tahtaravallinin "yükselen" uçun- dadırlar. Ama yaptıkları rezaletlerle o havalandıkları yerden "düşmekte' gecikmiyeceklerdir. Yazar, bodrum katında oturan ve küçük bir memur olan Babanın kü- çük geliriyle zar, zor geçinen basit, görgüsüz bir aileyi ele almış. Bu aile, ölümü dört gözle beklenen bir halanın mirasına konunca, bodrum katından üst kata çıkıyor. Çıkmasıyla beraber, senelerdenberi hayalinde — yaşattığı sosyete hayatına en kötü taraflarıy— zampara, bak etmek gayretıyle kocasının eski umum müdürü ve yeni ortağının met— resi kızla oğlan da sonradan görm zengin çocukları olup çıkıyorlar. Bu hengamede istifini biç bozmayan bir baba anne kalıyor "Topal karınca"... etin Altan piyesi için, programa yazdığı yazıda, yerinde bir teva- zu gösteriyor, kendini tiyatro "ka- be"sine varmak için yola çıkmış, bir topal karıncaya benzetiyor, "Varma- sam da bu yolda yürümeye çalışıyo- 30 Çetin Altan Aşağıdaki uçta rum ya" demek istiyor. Ama unutu- yor ki kâbeye varmak için "o yol- da" yürümek şarttır. "Tahtaravalli"- yi gördükten sonra da Çetin Altanın yanlış yol tutturmuş olduğunu far- etmek güç olmuyor. erşeyden evvel çiğ bir realizm, daha ilk perdede insanı rahatsız et- meye başlıyor. Maddi, mânevi sıkın- tılar içinde çırpınan ailenin ferdleri arasındaki konuşmalar, o gelin-kay- nana kavgaları, bodrum katının pen- ceresi onunden gelip geçen ve yalnız bacakları gözüken komşular hakkın- daki ileri geri sözler, yavanlıklarla, aleladelıklerle uzayıp gidiyor. perdenin sonunda, zengin ha- lanın ağırlaştığı haberıyle dilecek büyük bir şey de kalmıyor. Fakat daha büyük yavanlıklar, ale- lâdelikler ve zorlamalar son iki per- deye bırakılmıştır. Mirasa konan es- ki küçük memurun umum müdürüy- le kurduğu ortaklık, onunla girişti- ği ve bir çırpıda büyük paralar ka- HERKES OKUYOR zandığı o dalavereli işler, azgınlık halini alan çapkınlıklar kırk yıllık namus v kadını tipi rup dururken "umum müdür bey" giriştiği "muaşaka" tecrübeleri, o son perdedeki içkili, danslı toplan- tıda, karısının ihanetini "metresinin ifsaatı" ile öğrenen kocanın, birden- bire, namus damarı kabarıp tabanca- ya sarılması, gözü artık para, pul gormeyerek eski hayatına donmeye rar vermesi, kolay kolay inanılıp, hayran hayran seyredilecek şeyler değil. Vaka, konuşmalar, durumlar ve bütün bu unsurlarla hareket eden şahıslar inandırıcı olmayınca da bir tiyatro eserinde "tiyatro değeri" sa- yılabilecek ne kalabilir?.. Çıkış ve ini « ahtaravallı ile çıkan ve inen yalnız eserin eşhası — değildir: Müellifi de bu oyuna katılmış görü- yoruz. Başka türlü olmasına da im- kân yok zaten Çetın Altan, büyük seyirci kitle- sinin çiğ ve aba realizmden hoşlan- dığını, cemiyetin üz, apaçık hatta kaba saba tasvirlerini, ince nük- teli hicivlerden daha kolay benimse- diğini, bazı örneklere bakarak, far- ketmiş. Takdir edilmekle beraber an- laşılmıyacak, "tutmıyacak" bir eser yazmaktansa pek o kadar takdir e- dilmese de "tutacak" bir piyes yaz- mayı tercih etmiş. Yeni Tiyatroda haftalardan beri temsil edilmekte o- lan piyesin kazandığı rağbet de yan- lış bir hesap yürütmemiş olduğunu gösteriyor. Ama buna bakıp da al- danmamalı. "Tahtaravalli"nin, kendi eşhasıyla beraber bindiği bir ucu yu- karılara çıktığı gibi, aşağılara da i- niyor. Tahtaravallinin öbür ucunda, muvazeneyı temin edecek başka bır agırlık" bulunmadığına nişin sert bir düşüş halini almasından korkulabilir. Sahnedeki oyun. T ahtaravallı yi eser olarak ten- erken, oy olarak, u- mumıyetle, ovmek gerekıyor. Baba- annede Necla Sertel, Annede Şükriye Atav, Babada Reşit Baran — metinle inandırıcı bir varlık — kazanamıyan bu esas rolleri, sanatlarıyla canlı tip- ler halinde yaşatmıya muvaffak olu- yorlar. Reşit Baranın 1. perdedeki— Babası, Şükriye Atavın bütün piyes boyunca aksamıyan, çarpık yürüyü- şüne varıncaya kadar bir hususıyet vermesini bildiği Annesi, Necla telin babaanne kompozısyonu aynı sahnede nadiren görülen büyük ba- rollerden aynı hararetle bahsetmeğe ne yazık ki imkan yok. Ne Zihni Küçümen ile Şadıman Ayşın iki kardeşe, ne de Humaşah Gökerle Turhan Göker Müco ile Umum Mü- düre kuvvetli bir ifade Verebılıyor— lar. Hizmetçi Pervin, rahat oyunu la dikkati çekiyor ama, bir hızmetçı olarak çok düzgün konuşuyor. AKİS, 23 ARALIK 1959