İLK TEMASIM bitirdiler. Generallerden sonra karşılıklı otekı subay lar vedalaştık. Aşikâr bir surette neşesi üşünceli bir halim vardı. General veda ıçın elimi sıkarken ciddi bir sesle bana: "Yüzbaşı efendi, bir gün vatanınız si- iftihar edecektir" (*) dedi. Hayretle — yüzüne baktım ve ayrıldık. "Generali bır daha görmedim Kavga ettiğim bin- başı Mârkofla inde dost olduk. Bulgaristanda ve Türkiyede muhtelıf sebeplerle birkaç kere görüş- tüm. Sonra general' rütbesine kadar çıkan Markof ba- na çok ciddi ve çok yakın olarak her mütalâasın söy- liyecek bir itimat beslerdi. Kendisi esasen Petersburgda erkânıharbiye tahsilini yapmıştı. Çar ordusunun hedef- leri ve zihniyeti hakkında bilgisi vardı. General Mar- kofu en son İkinci Cihan Harbi sonlarında gördüm. Hayat tecrübesi geniş bir filozof kemalinde idi. "Bir Bulgar heyeti ile bu ilk vazife teması bana bir çok şey öğretmişti. Bulgar subay heyetinin zihni- yetini, kıymetini ve resmi ihtilâfların hallolunabilmesi şartlarını epey kavramıştım. Dönüşte bizim hudut mü- fettişliğinde basit topografya aletleri olmamasından muhterem Naci Paşayla beraber karşılıklı sızlandık, şikâyet ettik. “Bizim ilk gençliğimiz Balkan — milletlerinin her dördü ile -Yunan, Bulgar, Sırp, Karadağ., emniyetsiz- lik ve mücadele içinde geçmiştir. Ecdadımız herhalde daha iyi geçinmesini biliyordu. Daha doğrusu milliyet cereyanları milletler şuuruna hâkim olduktan sonra or- taya çıkan geçimsizlik en aşırı şekliyle bizim zamanı- mıza rastgelmiştir. Bulgarlar milli benliklerine sahip olduktan sonra bize en ziyade hasım ' görülmüşlerdir. Halbuki Bulgaristan ayrıldığı ilk günden ıtıbaren biz onun hayati meseleleriyle hiç uğraşmadık. a- kedonyadan çekılışımızde şüphesiz Bulgarıstan en bü- ik zahmeti yüklenmi urası gariptir ki Rumeli paylaşmasında en az hisseyi de o almıştır. Mill inki- şafının gözü kararmış devirlerinde bizimle uğraşmak duygula ını bir dereceye kadar anlıyoru Fakat 'biz Batı Rumeliyi kaybettikten sonra Bulgarıstanın bizden ayrı bir cephede bulunmasını akılla muhakeme ile izah etmeğe imkân yoktur. Yunanlıların polıtıka mu- vazenesi anlayışları da daha zıyade isabet olduguna hükmetmek c rinci Cihan Harbinden Bulgarların bızde k kalmalarını, bzı Yunanlıla- ra gosterdıgımız yakınlıktan hıddetlenmelerıne yor mümkündür. Ama hakikatleri daha soğukkanlılıkla mu— talâa etselerdi, bu kırgınlığa düşmelerine sebep olmıya- caktı. Bizim Bulgarlara karşı hareketimiz 1878 sefe- riyle ayrıldıkları günden itibaren biç bir devirde, on- lardan intikam almak isteyen bir zihniyette olmamış- tır. İmparatorluk daha Doğu Rumelıyle bırleşmedıkle- ri zamanlarda bile, Bulgaristanı tekrar almak için bir arzu göstermemiştir. Hattâ Doğu Rumeliyle birleşmek darbesini yaptıkları zaman İmparatorluk darılmış Trakya hududuna asker yığılmışken, Sırpların itirazı ve tecavüzü üzerine Bulgarları serbest bırakmıştır. Türkler o ilk günden itibaren Bulgarlara kendilerini iyi komşu olarak tanımaları için halis arzular göster- mişler, fakat onlar, bunu fârketmemişlerdir. Genç su- baylığımda, yukarda anlattığım hudut müzakeresinden, belki de müzakere kavgasından sonra daha yetişkin zamanlarımda, Bulgarlarla çok temas etmişimdir. An- layışlı devlet adamlarıyla görüştüğüm olmuştur. Bazı temaslarımda edebileceğimden Ççok ileri ve samimi mutalaalara rastgelmişimdir. "En ziyade dikkate şayan olan bir misal zikret- mek isterim. Muhatabım bir siyaset adamı, bir defa bana şiddetle hitap ederek, Bulgaristanın başına gelen felâketlerin sebepçısı yalmz Türk hükümeti olduğunu söylemiştir. Hususi ve samimi bir sohbet esnasında AKİS, 14 ŞUBAT 1959 İsmet İNÖNÜ söylendiği için, hiç fenaya almıyarak muhatabıma bi- raz da acır bir halle, hayret gösterdim ve fikrini daha açık söylemesini istedim. Muhatabım taşkın halde baş- ladı. "Yeni bir devlet olarak ayrıldık, mustakıl bir dev- letin hayatına alışmağa başladık. Bizi kendi halimize başı boş bıraktınız, birbirinden yanlış yollara sapmamı- za mâni olmadınız" diy rdi. "Aziz dostum, siz 'ilk andan ıtıbaren Turk duşmanlıgını sıyası hayatını- zin tek gıd ası saydınız Bizim size herhangi bir mese- lede bir sözümüzü ışıttırebılmemız n olacaktı?" dedim esinde insaflı olmasını söyledim. Muhat b dah yade açıldı. "Biz başlan- gıçtan ıtıbaren Habsbu rglarla Petersburg arasında ih- tıraslara, vasıta olduk. Bizimle topla oynar gibi oyna- dıla seyirci kaldınız, siz bizi bırakmıyacaktınız, bızım hırçınlıklarımıza bakmıyarak, kolumuzdan tuta- caktınız. Biz Avrupa siyasetinin ortasında bu kadar darbelerin tesirlerini nasıl anlıyacaktık, nasıl yolumu- zu bulacaktık. Bırakmasaydınız, bizi kurtarmış olsay- dınız, sizinle beraber emniyette ve kuvvetli olarak her iki memleket için faydalı olacaktık" dedi. Bu derece fevkalâde sözleri bana anlatmış olan Bulgar sivil po- litikacıyı -kulaklarıma inanmayarak dinlemiştim. Kani oldum ki Bulgar kültür ve siyaset hayatında Türklerle takıp edilecek politika için zahiren gördüklerimizden başka türlü düşünenler de vardır ne sur tte imkâ "Lozana giderken, bizim trenimize ,Bulgar Başve- kili Stambuliski yanında bir generalle binmişti. İhti- lâlle iktidara gelmiş olan başvekil en çalımlı günlerin- deydi. Yolda bizim kompartımanda uzun boylu görüş- tük. Biz zaferden sonra Avrupaya ilk defa geçiyoruz. Konferansın ne netice verecegını de bilmiyoruz. Daha ziyade şüpheci bir ruh içindeyiz. Bulgarlara müttefik- lerin asıl muamele ettıklerını sordum. Şikâyetinin hu- dudu yoktu Kendısım tesellı etmekle beraber ruhunda vemet uyandırmağa da çalışıyordum. Stambulıskı bır muddet dınledıkten sonra konuşmanın aldığı İstikametten sıkıldı, hemen ayağa — kalkarak, kompartımamn etraf inı- yoklar gibi bir tavır gosterd ve izin alıp, od a çekildi. Stambulıskıyle konferans esnasında dar vazıyetlere düştüğü zaman bir iki defa görüştüm. Bir defa' pek mustarip olduğu bir zamanda kendisine yardımcı olmağa çalıştım. Bana çok dostane teşekkür etti; Bütün hususiyetleriyle bir köylü ihtilâl- cisi olan eski siyaset adamının saflığı ile, Avrupa diplo- matlarının kahırlarından uzun uzun şikâyette bulundu. "Tanımış olduğum bir başka Bulgar şahsiyeti ile geçen bir hatırayı da anlatacağım. Bulgarıstanı ziya- retlerimin bırınde Başbakan M. Muşanof beni' Sumnu civarına götürmüştü. Bir dağ etegınde Omurtak hara- belerini gezıyorduk Ara sıra polıtıka meselelerini de konuşuyorduk. Bir aralık M uşanof bana ilk defa olarak fasih bir Türkçe ile "Dolaşan tez gider”" dedi. Sözü ilk defa ışıtıyordum Bana ata sözlerimizin nefis bır ornegı gibi geldi. "Bune güzel söz, nereden bılıyor- z?" dedim. Gurur ile cevap verdi, gene Türkçe bız neler biliriz!*' dedi. Dolaşan tez gıde , ata sözü ba- na bütün seyahatin armağanı gibi kıymetli olmuştur. () Vous ferez honneur a votre patrie (Bu hatıratın her hakkı mahfuzdur. Kısmen dahi iktibas edilemez.)