SİNEMA dört başı mamur sinema yaratıcıla- rını hatırlatıyorsa da bu özellik de elies'in sinem silinmesi- ne yol açan sebeplerden bmydı Zi- ra' sinema artık tek kişinin sanatı olmaktan çıkmış, elbırlıgıyle çalışı- lın bır kollektif haline gel- ynı zamanda endustrıleşme- ğe başlamıştı Pathe, Gaumont gıbı bü; nema şirketleri kurulun Melıes, buyuk bir fabı'ıkaya el eme- ğiyle rekabete kalkışan işçi durum dol na geçmişti. Bundan dolayı "Star Film" 1914 te iflâs etti, Melies si- nemadan ir müddet ayrıldı. Uzun b ortadan kayboldu Sonra 1928 de ga- zetecinin biri onu Montparnasse ga- rında küçük bir o, dukkam işletirken "keşfetti". Şere e büyük bir Jübile yapıldı. Birkaç yıl sonra, artık 70 yaşını aşmış olan Melies Orly'de sinema emeklileri için açılan evine girdi. Ölümüne kadar da (1930) orada kaldı Bu arada hatı- ralarını, kaleme aldı. Bugünkü sinemanın öncüsü ransanın t dokümanter- E cisi Georges Franju'nun filmi, eorges, Melıesrun bu hareketli ve meraklı hayatı en onemlı olayla- rını anlatıyor. F kat "Büyük Me- Andre lies tarafından canlandırılan Me- lıesmn haya a sahneler değ elies'nin filmlerinden akta- rılmış parçalardı "Büyük Maelies" de-, "Star,Film"in 1896-1914 ara- sında meydana getirdiği 400 e© 500 filmden bugün elde kopyalan mev- cut 100 tanesinin sadece dördünden alınma parçalar var. bunlar lies "nin çekici tarafı, oğlu hilesi dayanan "L'Homme â la Tete e Caoutchouc - Kauçuk adam" dan (1901) se seçilen — parçada, elies, bir masa üzerine yerleştir- diği kendi kafasını körükle şişirir- ken görülmektedir. Masa üstündeki kata gittikçe büyür, nihayet bütün perdeyi kaplar. Bu kısa sahnede per- deyi kaplıyan Melies'nin mimikleri akla derhal, "Modern Tımes - Asri zamanlar da yemek yeme makine- sinin ğrayan Chaplın' suratını hatırlatmaktadır. Melies'nin en uzun (16 dakika) ve n ustaca eserlerınden biri sayılan €e Vo; dans Lune - Aya seyahat (1902) herşeyden önce bugünkü "sci- ence - fiction" filmlerinin ilk örne- ği olarak önemlidir. Sun'i peyklerin semalarımızda dolaştığı bugunlerde, Melies'nin büyük bir mizah duygu- suyla islediği bu konu, tazeliğini ta- mamiyle muhafaza etmekteydi; Bun- dan ba ka, füzenin atılışında, çok l)ır subaym ıdaresındekı mayo- lu kızlardan meydana gelen ihtiram kı Mack — Sennett'in meşhur "Bathıng Beutıes - Plâj guzellerı nden bizim ret filmlerimize ka- dar kullanılagelen unsurlara ilk de- fa yer veriyordu. Ayın mızraklı sa- 30 kikleri tarafından kovalanan — âlim- ler sahnesi, bir Tarzan filmini hatır- latmaktaydı Aya atılan füzenin yol alışı, ayın gittikçe — yaklaşması ve nihayet aya düşüş, Melies'de sinema hılelerının bazan bir ifade — vasıtası arak da ustalıkla kullanıldığım gostermekteydı 1903 tarihli "Melo- ane", müzik öğretmeni Melies'nin öğrencileriyle kırda gezerken iki tel- graf direği arasında gerili beş para- lel telgraf teli önündeki uluşunu anlatıyordu: Müzik öğretmeni elin- İ man bir sol anahtarını tel- lere fırlatıp porteyi kuruyordu. Son- ra, kendi başını kopararak porteye atıp yerleştırıyor, kopan başının ye- rine gelen öbür başları da portenin muhtelif yerlerine yerleştirip "God Save the King" in notasını meydana getiriyordu. Eksik olan, bu film oy- natılırken çalınması âdet olan "God Save the King" parçasıydı. Bu film, Melies'nin, öbür birçok eserlerınde da, olduğu gibi, bugünkü canlı - re- simcilerin başvurdukları bir çok Georges Melies Sihirbaz sinemacı “gag"ları daha 60 yıl önce tatbik ettiğini açıkça ortaya — koyuyordu. 1906 tarihli "Les 400 Farces du Di- able -Şeytanın 400 düzeni"nde can- h e resim özelliği daha da'fazlaydı. "Günahkârlar Cenneti" M elies'nin, sinemanın — emekleme yıllarında ortaya — koyduğu bu “primitive" fakat bugün bile sevim- liliklerinden, — önemlerinden — birşey kaybetmiyen filmlerinden 60 yıl son- ra bu alanda ne kadar "ilerlediğimi- zi" görmek için, Sanat Sevenler Ku- lübünden bir sokak aşırı yerdeki si- nemaya girmek yeterdi. Burada "Gü- nahkârlar Cenneti" adında bir yerli film oynuyordu Tuhaf bır tesaduf tıpkı Melıes nin "Şeytanın 400 düz. nı gibi, "Günahkârlar Cennetı" de asırlar boyunca şeytanın düzenle- ri" ni anlatıyordu.. Ama — Mailesinin ilminde sevimli oyunlar düzenliyen şeytanın aksine, yerli -pek şey korkunçtu. Filmin siyahlık dolu ilk görüntülerinden sonra birkaç şimşek çakıyor, radyofonik — temsillerimizin acemi efektlerini andıran bu gürül- tülerden sonra yine radyofonik tem- sillerimizin sinir bozucu kahkahala- rından birini atan yerli şeytan ken- dini şöyle tanıtıyordu: "Ben iblis, Şeytan'ın ta kendisi. Adem ile Hay- vaya ilk gunahı ben ışlettım Siz be- ni görmezsiniz ama, ben sizin ıçınız- de yaşarım. Işledıgınız bütün hata- lar benim eserimdir...". Bunup ardın- dan filmin prolog u geliyordu: Bir göl kıyısı, acayip bir lir çalan kadın. Hangi arkeolojik Ççağa ait olduğu kestirilemiyen sutunların arasında duran bir genç kız. an ile Roma kırması bir kıyafete hurunmuş (fa- kat Douglas bıyıklı) bir — delikanlı kıza koşuyor altın veriyor. Kız al- tını. görünce kendinden — geçiyor, "Kadın altına, erkek de kadına mağ- lüp oluyor". O sırada kıyıya yakla- bir tekneden Viking kıyafetli, e- H baltalı bir adam çıkıyor, soldan savurduğu balta ile Douglas bıyıklı Romalı veya Yunanlı genci sağdan ruyor. Genç kız, attığı bir korku çıglıgından sonra bu yeni "kudret" e aş eğiyor, "Kadın kuvvete, erkek de kadına maglup olu; logtan sonraki goruntulerı anlatmak değme babayiğitin harcı değil. Hü- lâsası: Prologtaki olaylar hangi de- virde, nerede yaşadığı anlaşılmıyan Meksika koylulerı kıyafetinde insan- ların bulunduğu bir balı çı köyünde tekrarlanıyor. Şeytan; para, kadın ve kudret yoluyla ınsanları birbiri- ne düşüriıyor Sarhoşlar, katiller, hır- sızlar, zalimler, büyücüler, delilerin karıştığı kalabalık arasında acia facıayı takibediyor. Bu arada, gaze- tedeki reklâmlarda 24 büyük yıldı- zın bulunduğu belırtılen filmde bun- ların yarıya yakını ölüyor. Vaktiyle Hollywood'un ücretli bestecilerinden biri "Wagner'le benim aramda ne fark var yani? O da leit - motif kul- lanır, ben de" demiş. "Günarkârlar Cenneti" nin rejisör ve senaryocusu da kendılerını Shakespeare le bir tu- tabilir mlet de cesetlerle do: lu, bu tîlm de" diyebilirler. Muhak- kak olan birşey varsa şeytanın en kötü oyunu, bu filmi meydana geti- renlere oynadığıdır. Zira bu yüzden "Günahkârlar Cenneti", yerli iîlm- cılıgımızın buyuk fiyaskolarından Hollyvvood rüyası" ile "Kamelyan kadın' arasındakı yerini rahatça alı- yor. Belki yerli filmlerin umumi se- vıyesı çerçevesınde bu fiyaskoya fazl ehem verılmıyebılırdı Halbukı uzerınde durulac Su- rumu ortaya koyuyordu. Seyırcıye, kendi yaşadığı çevrenin günlük olay- larını veremiyen; verdiği zaman da kandıramıyacağını — bilenler, — şimdi mücerret mekânlar, mücerret kişi- ler, mücerret hıkayeler peşınde koş- mağa başlamış, bir "kaçış sineması" nı hazırlamağa — koyulmuşlardı. Bu üç filmin fiyaskosu hiç şüphesiz ö- bür yerli filmlerden daha göz aliciy- di. AKİS, 27 ARALIK 1958