M USİKİ İstanbul Senfoni mevsimi başladı eliksiz bir yaz uykusundan yenı uyanmış olan İstanbul Şehir Orkestrası geçen Pazar sabahı Şan Sinemasında, yeni mevsimin ilk kon- servatuar kanserini — verdi Prog- ramda, orkestranın repertuarına ye- ni giren iki eser vardı: Schubert'in "Büyük" lakabıyla tanınan Do ma- jör senfonisi ile Rimski - Korsakof- ün "Şehrazat" ı. İki eser de -bilhassa "Şehrazat" . çok tanınmaş şeylerdi; ikisi de, senfoni orkestradan reper- tuarlarının baîlıca eserlerindendi. Dolayısiyle bunların, bir orkestramn repertuarına yeni girmesi, o orkest ranın repertuarının zengınleşme is- tikametinde daha bir hayli yol ka- tetmesi gerektiğinin deliliydi. Bu ilk konserde. Şan Sineması- nın 1500 kişilik salonunda, alışılanın aksine, birçok boş yer vardı. Fakat, mevsimin açılış konserlerinde daima böyle birçok boş koltuk kâldığı bi- linirdi. Aslında İstanbul — musikise- verleri Pazar sabahı konserlerine büyük rağbet — gösteriyorlardı. iki konsere kalmaz, dinleyicilerin bi- let bulmaları bir mesele haline ge- lirdi. Hele konserlerde bir de solist oldu mu! Hem İstanbul Belediye Konservatuarının, hem de Filarmoni Derneğinin orkestrası olan İstanbul Şehir Orkestrası, içinde bulunduğu- muz hafta ıçınde Derneğin bu mev- simdeki ilk abonman konserinde Na- dia Boulanger idaresinde çalacak ve piyanist İdil Birete refakat edecek- tı. Pazar günkü konserde şef, ber- mutad, Cemal Reşit Reydi. Schubert senfonisi, sathi bir gösteriş parçasın- dan başka birşey olmıyan Rimski - Korsakof süitine kıyasla, daha bü- yük bir başarıyla sunuldu. "Büyük" senfoni, bir şefin tefsircilik değer- musıkışınashgını belirtmiye k daha âemş imkanlar veren eser- erdendı emal Reşit Rey. eseri yer yer adeli bir ku dretle, yer bir Viyana valsi hafıflıgıyle 1; bu uzun senfon kadar sürer), Schubert musıkısımn irticali karakterine uygun akıcı, sü- rükleyici bir icRayla su Şefin tefsir derınlıklerınden önce, vırtuoz bir orkestraya ihtiyaç gös- eren "Şehrazat", — İstanbul Şehır Orkestrasında aradıgına kavuşmuşa benzemiyordu. Gerçi ana meseleler halledilmiş, belli ki iş sadece tefer- ruattaki aksaklıkların temizlenme- sine kalmıştı. Orkestra bu eseri re- pertuarında tutmak ve sık sık çal- mak istiyorsa, daha büyük bir titiz- likle yürütülmesi gereken provalar- a bu meseleler de halledilebilirdi. Belki bir istisna ile: solo fagotçunun ıslah kabul etmez derecede zayıf bir çalgıcı oluşu. Bunun dışında pirinç çalgıların, -bilhassa trompetlerin- yer de âaldır— AKİS, 18 EKİM 1958 Koskoca Bir. — Soru H ayırlıoglu hadısesının bir benzeri karşımızda. Geçenlerde bir ak- kar, radyosu, bir Schubert şarkısının plâğını yayınla- maktadır Derken radyoevıne bir telefon. Ateş püskürctü bir ses şun- ları soyluyor "Nıçın anırtıyorsun uz bu adamı? Yirmi dört milyon 2 Anırdığıiddia edilen adam, dün- yanın kalburüstü lied şarkıcılarından Alman bariton Dietrich Fisher Dieskau ( 'efom edense, Basın Yayın ve TuriZm Bakanlığı Müs- teşarı, Hâdiseyi örtbas etmek için, Ankara radyosunu, n bağlı bulun- duğu bakanlığın bakandan sonra en büyük ıdarecısının bu zihniyette birisi olduğunu etrafa duyurmamak için, ne mümkünse yapılmalıydı. ma olup biten bir kere dışarı sızdığına göre şimdi beklenen iki şey var: Müsteşar beyin ya kendiliğinden çekilip gitmesi, ya da işine son verilmesi, Ama hayır. Müste. âar beyin telefonundan sonra radyo idarecileri derhal programlarda de indiriliyor. * egışıklık yapıyorlar Batı musıkısı asgarı had- AMLAF g€ce saat 22'den sonraya atılıyor ve bu prograınların yarım “saati aşma- ması kararlı AKİS' adıseağarşısında, münevver muhitlerdeki ınf' al ve ümitsizlik son hadı,lındedır Işte, ileri gelen bestecılerımızden Üs smanbaşın 'Bır muzısyezı, bir bestecı ve bır Türk aydını olarak, hem bu zih- niyetten, hem de üzüntü duyma meydana çıkış tarzından çok büyük ktayım. Ikı yıl önce Ankara radyosunun Batı müziği programlarına yeni bir tutum vermek konu olduğu zaman programa ların nasıl uzun tartışm imkansızlıklardan. ugum birçok programda bazan alardan, ü ümit ve ümitsizliklerden, imkân ve oğduğunu yakından gördüm, Benim de yapmış ol- büyük bir topluluğa, bazan da tek bir radyo dinleyicisine- karşı mecburıyet duyduk. '"Bir ıstısııa ?'diye- ceksin .Evet Çüi lar* uzerıneyurumektedır Ç VER I; nkü düşünüyorduk ki toplumumuz henüz "istisna- istediğim kos- koca bır soru, pens s bir türlü rahat bırakmı İyacak Eğer radyodan Sechu- bert", Beethoven 'i., Stiravinski 'yi, Barto u kaldıracaksak niçin kon- servatuarımız var ? ve niçin yenilerini kurmayı tasarlıyoruz? Neden, mılyonlarca, lira sarfetiğimiz bir operamız, "bir senfoni orkestramla ? Niçin, istidatları var diye, ştrm dye bçalışıyoruz ne Onlardan ne ümit ediyoruz it opera sanatçımız bir başarı kazandığı zaman bund ketler den bırıft'ıhar VAY bahse çocuklarımızı yıllar y/ılı dışarda _ı;e- emle- e_ ;ıkarıyoruz, gazetelerimizde yazıyor, radyolarımızda en Brüksel sergisinde Türk müzik ünleri ya, Bir bestecımız bir mükafat kazandığı zaman, bir Tür: operası guyuk ilgi ördüğü zaman neden bunlara ihtiyacımı ız yok demi yüklerimiz yabancı memleketlere giderlerken beraberlerınde neden bır Türk kemancısı, opera sanat çilan götürüyorlar ? Yoksa bütün bunla- rın hepsi sahte hareketler mi? Bu sanatçılar yirmi dört milyona da hil değiller mi? Bunlar gibilerin etişmesin artık istemiyor muyuz ? Yoksa dünya medeniyetine katılamıyacağımızı anladık da butun bu gayretleri sırf yabancılara gösteriş olsun diye mi yapıyoruz ve daha parlak' çalmaları, vurma çalgı- ları bölümündeki beylerin, zamansız ve lüzumsuz gürültüler çıkarmakla kalmayıp illerindeki çalgıların birer musıkı aleti olduğunu idrak etmele- hele bu bölümün en önemli vazi- fesı olan, tempoyu ve ritmi, takip et- me ış ni gerçekten yapmaları , Şeh- razat" İstanbul şehir Örkestrasın- bir dan zevkle dinlenebilir hale getirir- Eserin solo keman partisini, baş- kemancı Semih Argeşo — çalıyordu; Çift tel geçitlerinden birinde bocala- ması dışında, tamamen tatmin edi- iydi. Orkestranın öbür solistleri, de bılhassa sola koro partilerinin ba- şarıyla icra ettiler. 33