John Foster Dulles aleyhine çok şıd- detlı neşrıyt apmış, Dulles'tan "Nazi, Faşist, çılgın kelimeleriyle bahsetmış, Eisenhower'in nutkundan ir gün sonra "Amerikan müstem- lekecilerinin milyonları abi kat- letmiye hazırlandıklarını" - bildirmiş- tir. Fakat Kahire radyosu, en tehli- keli neticeler doğuran hucumlarım, ap düşmanlar: elt- mektedir. Irakta halkı ıhtılale davet eden Kahire radyosu olmuştur; Lüb- nandaki asileri harekete geçmiye teşvik eden de bu radyodur. Şimdi de Ürdün ahalisini, Kral — Hüseyine karşı ayaklanması için coşturmakta- dır. "Kaedeşlerim kıyam ediniz! Ira- kin hürriyeti sizin elinizdedir! Cha- oun defolup gıtmelıdır, savaşınız ey sevgili Lubna halkı! Kral Hüse- yin, milliyetçi harekete açıkça karşı koyduğundan beri Ürdün büyük bir hapishane olmuştur." Bu gibi cüm- leler uzun -zamandır "Arapların Se- si" radyosunun sinyali haline gel- miştik "Ruhum dinlenmişken..." ahire radyosunun — propaganda K gayretleri yalnız haber bülten- lerinde ve konuşmalarda değil, Arap musikisi programlarında ve temsil saatlerinde — bile — hissedilmektedir. Radyofonik temsillerde aktörler. Bâ- tının siyasi, şahsiyetlerini temsil et- mekte, mesela John Foster Dulles rolünde bir oyuncu "Kan istiyorum, kan... Dünyanın kanını" diye hay- kırmakta, ünlü şa rkıcı Ummü Giil- süm “"Ruhum dinlenmişken kıma coşturdun şarkısını bıtırdıkten sonra, siyasi sözleri olan bir garkı soylemek "Aşkın Göz — Yaşlan filminin romantık aşığı, rta Do- ğunun Frank Sinatra'sı — Abdülva- hab, "İhtilalin Kahramanı" adlı şar- kısında Nasırı övmektedir. Mısır halkı "Arapların Sesi" rad- yosunda, bu iğrenç — silahtan hem korkmakta, hem de onunla iftihar etmektedır .Korkmaktadır, çünkü radyonun bir propaganda silahı ola- rak kullanılırken çiğlik ve aşırı mü- tecavizlik degıl, ıncelık ve hüner, is- tediğini, günün birinde en cahil küt- lelerin bile usançtan doğan bir tep- ki gösterebileceklerini, silahın geri tepebıl ceğini hissetmektedir. Fakat şimdilik "Arapların Sesi" radyosu. AKİS , 18 EKİM 1958 Büyük T ürkiyenin — Devlet radyoları ne zaman, gerçekten — birer Devlet radyosu haline — gelebile- cekler? "Devlet radyosu" derken, sıyası par tileri menfaatleri üs- üks elmış, politik görüşü ol- ıyan bir radyo yayın tesekkülü anlıyoruz. Oysa Türkiye radyola- rını, bugünkü işleyişlerine gore, değil Devlet radyosu, Hüküm radyosu bile saymak güçtür. Tur- kiye radyoları bugün — doğrudan doğruya parti radyosu olarak,.ik- tidardaki partinin organı olarak çalışmaktadırlar. gayeleri, hem de çalışma;usulleri, bakımın— dan, radyo ile basın arasında ya- kın kıyaslamalar yapabılecegımı- e göre, radyolarımızın, sını mızdakı benzerlerı aranırsa b ların Zafer ve Havadis gazetelerı olduğu görülür., Şu çarpıcı farkla kı, bu gazeteler hiç olmazsa gö- rünürde ve resmi olarak- Devlet bütçesiyle desteklenmedikleri bel- de, kara, İstanbul ve İzmir radyoları. Devlet bütçesine dahil .birer resmi daire olara çalış- maktadırlar. Başka devlet daıre— leri partizanca* davranmak, a kaldıkları zaman bu h et- lerini bir dereceye kadar gızlem ve bu yolda kı açıklamaları tekzip etme lüzumunu hissettikleri halde radyolarımız, birer resmi daire olmalarına rağmen, politik taraf- girlik seiâhiyeti kendilerine huku- ken tanınmış gıbı gizlisi kapak— olmadan, pabilmekte ve bu lere boyun eğmektedirler. ulanan, Devlet radyoları- "halk hizmetinde bir es- sese" nin hususiyetlerini an dırmaktır. Radyo y yıncılıgının başlıca vazifesi, — dün. kabu edilmiş şu esaslarla anlatılabılır Arzı mıza hergün gelen 1.000 kadar dınleyıcı mektubundu gösterdiği gibi, büyü rağbet görmektedir. İstanbul Bir adam aranıyor eçen Cumartesi sabahı, saat 7.30'a, İstanbul — radyosunun günlük yayına başlayış saatıne bir- dakika var. Radyo sinyali; çalınmıya başlamış bıle Açılış saati geliyor. "Katibim'* devam etmekte. On da- kika kadar geçiyor. Dinleyiciler ara- sında "acaba saatim mi yanlış"" di- ye meraka düşenler oluyor. Hayır, saatlerı yanlış değildir. Sadec İs tanbul radyolarının postayı açacak Hayal İlhan K. MİMAROĞLU Haber yaymak, ogretmek eğlen- dirm serbestlik ve tam bır tarafsızlık, bu ana vazi- fenin yerine getırılmesının başlı- ca şartları arasındadır. Bir parti organı, vakıaları işine geldiği gi- bi değiştirerek halka verdiği için haber yaymak, parti propaganda- sına daha geniş zaman ayırmak kaygısıyla da Öğretmek ve eğ- lendirmek vazıfesını yerıne geti- remez. Hiçbir hus menfaate, yahut parti menfaatıne hizmet etmiyen, günün hükümeti — tara- fından doğrudan doğruya kontrol edileraiyen, başlıca — mecburiyeti tarafsız olmak ve tarafsız yayın yapmak olan, partilere eşit haklar tanıyan Huk ete -millet karşı- sındakı mesuliyeti sebebiyle- za- man zaman yalnız vakıalara da- yan milli menfaatlerle" il— gili beyanlarda bulunma hakkın veren bir radyo! Belirtelim kı bı- zim gerçeklerimiz içinde, topyaya ait gibi görünen bu p en- sipler İngilterenin millf Tradyo- sunda, BBC'de otuz yıldan beri tatbık edilmektedir. ürkiye radyolarının aynı -ya- hut benzer, esaslara uyarak çalış- malarını temin edecek bir teşeb- büs bugün için ne Hükümetten beklenebılır, ne de İktidardan. u- nutmıyalım ki radyoları iktisadi devlet teşekkülü haline getirecek tasarı, hem mali sebeplerle, hem e radyo yayınlarındaki hükümet kontrolünün pek küçük bir nisbet- te bile olsa azalacağı endişesiyle kabul edilmemiştir. Hükümet ve yolara böyle'bir hak tanımaya ne ihtiyaç hissetmekte, ne de buna cesaret etmektedir. Ümitler ancak, ilerde bir ıktıdar degışıklıgının getirmesi bekleni zihniyet değişikliğine baglanabı- spikeri hastalanmış, vazifesi başına gelememiştir. Yedek spiker de evin- den, çıkmış gitmiştir. Az sonra, mik- rofona yabancı olduğu aşikâr bir ses, şiveli konuşmasıyla postayı — açıyor ve hafif müzik çalınacağını bildiri- yor. Yirmi dakika geçiyor. Saat 8. Haber bülteni saati. Gelgelelim, ha- fif müzik devam etmektedir. Hiçbir spiker ele geçirilmemektedir. On dakika kadar daha geçtikten sonra haber bülteni gecıkmış olarak ya- yınlanıyor. Radyon söz yayınları' şefi Baki Süha Edıboglu alelacele e- vinden koşup gelmiş, — gecikmelerin daha fazla uzamasını — önlemiştir. Boylece, -radyo çalıştığı zamanlarda bina.,' içinde devamlı, olarak, sıkıya geldiğinde mikrofon basına çıkabıle- cek sorumlu bir kişinin, bulunması lüzumu bir daha anlaşılmıştır. 29