nununun gerekçesine ait temennile- rimiz" adlı broşürdeki ileri sürülen görüşler ve müdafaalar bunlardan ibarettir. Hakları var ama alacakları yok erli film âmillerimizin bu dâva- da ve ileri sürdükleri noktai na- zarlarda hiç şüphesiz ki haklı ol- dukları pek çok noktalar mevcuttur. akat buna mukabil tenakuza dü- şülen hususlar da yok değildir. Yıllık ithalât mevzuunda verilen memleketler listesinde bulunan İn- giltere. Fransa, Batı Almanya ve İtalya bugün Amerikan filmleri a- yarında, hattâ bir kısmı Hollywood mamullerinden çok daha iyi kalite- de filmler meydana getiren piyasala- rın ise, Hollywood — mamullerinden daha kârlı buldukları Avrupa film- lerinin tesiri altındadırlar. — Listede bu memleketlerin yalnız Amerikadan ithal ettikleri filmler gösterilmişken, Türkiye hanesine bütün ithal malı filmler dahil edilmiş bulunmaktadır. Ayni broşürün, bilançoları havi ar- ka sayfalarında, 1957 yılı — içinde 3,393.589 403 yabancı film arasında şu dam- gaları taşıyanların bulunduğu ifade olunmaktadır: Batı Almanya. Avus- turya, Fransa, İngiltere, İspanya, İ- talya, Hındıstan Mısır, Amerika. Amerika her ne kadar en dolgun kısmı teşkil etmekte ise de, bu liste hakiki durumu ifadeden — maalesef uzak bulunmaktadır. Dünya sanat mükâfatı kazanmış filmlerin yüzde 90'ının — Türkiyeye girmediği hususunda da biraz hak- sızlık edildiği zehabı uyanmaktadır. Sinema dünyasının eh büyük mükâ- fatı olan Oscar galibi, filmlerin mü- him Ur kısmının son yıllarda beyaz perdelerimizden geçtiği bir hakikat- tir. Öğretici filmler mevzuunda film- cilerimiz, bu mühim dâvayı tama- men yabancı ellere terketmiş görül- mektedirler ki, bunu doğru bulmak da imkân dahilinde değildir. k mühim bir mevzu teşkil eden "Öğretici filmler” mevzuunda, Türk filmcilerinden gayret ve eserler bek- lemek sinema ile ilgili her aydının en büyük tememnisidir. Yalnız şu hususu bilhassa belirt- mek icabeder: Türk filmciliği arzu- lanan seviyeye ulaşıp seyirciyi tat- min edici iyi kalitede eserler verme- ye başladıktan sonra bugün — yerli film — yapıcılarımızın — arzuladıkları husus kendiliğinden ortaya çıkacak- tır. Sinemalar kendilerine de menfa- at sağlayan yerli filmleri şüphesiz ki ecnebi kurdelâlara tercih edecekler- dir. Böylelikle yurt dışından ithalât yalnız çok yüksek kalitedeki- ve sa- nat mükâfatı kazanmış namlı, film- lere İnhisar edecektır Boylelıkle ar- zulanan ikinci bir m unsur da kendiliğinden halledılmış olacaktır. Temenni edilen şey Türk filmci- liğinin biran evvel lâyık olduğu çağ- daş seviyeye ulaşmasıdır. Bunun için de topyekün gayret gerekmektedir. AKİS, 16 AĞUSTOS 1958 T. L. karşılığı ithal olunan. TİYA İstanbul Başı bozuk oyuncular S ahnenin yanındakı kapı hafifçe aralandı, Kemal is yaptığım bıten bir insan çekıngenlı— ği' ile bahçeye süzülüverdi. Onu gö- ren seyirciler dikkatle — dinledikleri sahneden başlarım çevirdiler. Önce, pek sık görmeğe alışmadıkları bir mizansenle karşılaştıklarını sandı- larsa da, emektar aktör Tözemin çı- kış kapışma yöneldiğini görünce, ya- nıldıklarını anlayıp dikkatlerini ye- niden sahnedeki kişilerin — üstünde toplamağa çalıştılar. Fakat olan ol- muş, ip bir kere kopmuştu Hâdise, geçen haftanın ortasında İstanbulun artık meşhur olan Gül- hane Parkındaki açık hava temsille- ri sırasında cereyan ediyordu. O akşam temsil edilen eser Refik Er- duranın üç perdelik "Deli" adlı ko- medisi idi. Temsilde rol alanlar ise İstanbul Şehir Tiyatrosu — Komedi Bölümü artistleri idi. Yarım saat geç kalkacak bir va- puru beklemeye tahammül edemeyen bir emekli oyuncu,' arkadaşlarının üç saattir sahneye bağladığı — seyirciyi bir anda uyandırmış, bütün emekle- ri boşa çıkarmıştı. Hoş, bahçedeki 1000 kişiyi askın seyirciyi bağlamak için yorulup terleyen hemen hemen yalnız Vasfiı Rıza Zobu idi ya.. Öte- ki oyuncular, sanki oyun oynamıyor- larmış, sanki açık hava temsilleri- Vasfi Rıza Zobu Bir başka zihniyet T R O ne Öödenen para, para değilmiş gibi bir ağırlık, bir hareketsizlik içindey— diler. Sahnede gidip gelışler "Şim- di buraya geçmem lâzım" diyen ve bunu sahne dışına duyuran bir hisle yapılıyordu. Oyun, Vasfi Rıza Zobu sahneye gelince, ya da konuşunca biraz oyun hüviyetini kazanıyor, gerisi seyirci' yi esneten bir boşluk içinde uzayıp gidiyordu. İstanbul Tiyatrolarının oyuncula- rında -pek yeni olan Haldun Dorme- nin Küçük Sahne topluluğu da da- hil- son zamanlarda bir başı bozuk- luk,' bir seyirciyi küçük görme has- talığı ' başladı. Oysa, 5 10 senedir İstanbul Tiyatro seyircisinde önem- li bir gelişme var. Artık seyirci ra- hat rahat iyi ile kötüyü ayırdediyor ve bunu gösterdiği ilgi ile belirtiyor. Seyirci bunu belirtiyor ama, anlıyan nerde Eğer bu anlaşılsa hayatında Uç defa tiyatroya gitmiş, tanıdığı, piyes ismi beşi geçmeyen delikanlılar en Önemli rollerde harcanmaz; senele- rini tiyatroya vermiş — saçlarım bu yolda ağartmış yaşlı başlı oyuncu- lar işlerini ciddiye almaktan vaz geçmez, iki üç pıyes sahneye — koy- duktan sonra, Ben Türk Tıyatro— mek gibi garip iddiada — bulunanlar çıkmazdı. Ama bütün bunlar gerçek Türk Tiyatrosunun temsillerinin da- ha derine inmesini gerektiriyor. Ti- yatroyu sevenler onu bu ayrık ot- larından, bu parazitlerden kurtar- mak için daha gayretli çalışmanın munu anlıyor ve yollarını buna gore ayarlıyorlar. Seyircilerden biri, emekli aktörün lütfuyla bunları 'düşünürken bir al- kış sesiyle kendine geldi. Perde ka- mış, oyun bitmişti! — Oyuncular alkışlanıyordu. — Bahçeyi — dolduran halk ayağa kalkmış bütün efendili- ği ile alkışlıyordu. Çünkü tiyatronun bütün olduğunu biliyordu. Bu bütün- de yazarın, sahneye koyanın aktö- rün, dekoratörün, ışıkçının emeği . Üç beş oyuncunun baştan sav- surlarına rağmen Deli, son senelerin en iyi telif oyunlarından biridir. Zo- bunun bu oyunu sahneye koyuşun- da bir çekicilik yoktur. Buna karşı- lık bizzat canlandırdığı Veli Tumalap tipi kolay kolay unutulmayacak bir başarı ile çizilmiş. O sönük oyuncu- lar çokluğu Içınde bir ışık, bir ha- yat gibi, rejisör olarak önleyemedi- ği başı bozukluğu, aktör olarak te- lâfi edebilmek için canla başla ça- lışıyor. Ama bir ekıp işi olan tiyat- ro tek kişi ile yürümüyor ki... 31