SÖZCÜLERİN HİDDETİ! Bd S on zamanlarda, iktidarın hiddeti burnunda sözcülerini bir husus ziyadesiyle kızdırmaktadır.) Devlet adamlarımız mutad veçhile uzun, refakatlerinde kalabalık heyetler, gösterişli dış — seyahatler yapmaktadırlar Bu seyahatler etrafında radyo ve İktidar gazeteleri büyük neşriyatta bulunmakta, en ufak ziyareti bir fetih edasına bü- rilmektedirler. Fakat kendilerinden başka hiç kimse, bunlara, değdi- ğinden fazla bir alaka göstermemektedir. Böylece fetıh plagını dinle- yenler fetih plâğını çalanlardan ibaret kalmaktadır. İşte, hiddeti bur- nunda sözcüleri çileden çıkaran budur. Tabii hemen Basına ve Muhale- fete dönülmekte, «kıskançlık, haset, kin» ithamları sıralanmaktadır. Sanki mühim bir hâdise varmış da, hu hâdise kasten kuçumsenıyor— muş gibi.. Zafer, mutâd veçhile, hücum edenlerin ön safındadır. Bu. mu teber gazeteye bakılırsa İktidar organı olmayan basının devlet adam— larımızın seyahatlerine ait haberlerin bizim A.A. meşhur Şerif Ar- zıkının kaleminden çıkmış renkli —ve şişirme — satırlar yerine yabancı ajansların kuru e doğru— satırlarıyla aksettirmeleri dahi bir kas- tı mahsus ifade etmektedir! Bu hiddeti anlamak pek kolay değildir. Senelerden beri bizim dev- let adamlarımız sık sık dışarıya çıkmaktadırlar. Üstelik, bu ziyaretle- rin akisleri sadece içte gurultulu olmaktadır. Zira ziyaretlerin pek, ama pek azı hakikaten siyasi bir hâdise mânası taşımaktadır. Ortada mü- kemmel bir miyar vardır. İktidar sözcüleri, dünyanın büyük basın or- ganlarına bakabilirler. Devlet adamlarımızın hangi seyahati meselâ w York Times'da, meselâ London Times'da, meselâ Le Monde'da ge- nış yer işgal etmış, tefsirlere yol açmıştır? Boyle hallerde, bizim ba- sınımız da, mutlaka hâdisenin ehemmiyetini o yabancı gazetelerden on Ateş püsküren Zafer defa, yüz defa fazla belirtmiştir. Ama durup dururken, sadece devlet adamlarımız bir ziyaret yaptı diye gazete — sayfası donatılır mı? Bi- zim gazetelerimize kusur bulunsa bulunsa bu, Türkiyeye yapılan bir takım ziyaretleri dünyanın batı tarafında görülmemiş şekilde büyült- jooeleri olur. Gazeteler, balkın alâkadar bulunduğu hâdiselere yer verirler. İkti- dar sözcülerinin anlamadıkları asıl mesele, zaten budur. Halk bu seya- hatlerle müsbet şekilde alâkadar değildir ki, bir Partiye prestij sağla- mak vazifesini omuzlarına yüklememiş basın suni alâka göstersin. Eğer hiddeti burnunda sözcüler, «sokaktaki adam» m dış seyahatlerin hangi tarafıyla alâkalandığını bilmek isterlerse başlarını uzatıp soka- ğa kulak verebilirler. «Sokaktaki adam» memleket fethiyle değil, ka- saptan biraz et, bakkaldan biraz peynir fethiyle meşguldür. Tabii sof- rasında eti de, peyniri de bulunan, üstelik frenk tabiriyle «Prensesin hesabına» seyahat kafılelerıne katılan hiddeti burnunda sözcüler «Et fethi, peynir fethi mi?. Ne süfli meşgale, monşer!.» diye dudak büke- bilirler. Ama, hakıkatı değiştiremezler. Dünyada kızmaktan kolay ne vardır ki?.. Kızacak yerde, İktidar sözcüleri değil, bizzat İktidar kendisine halkın nabzım yoklamak fır- satını veren, hakikati olduğu gibi, pertavsız altına sokmadan aksetti- ren gazeteleri dikkatle okumalı» halka, onun ruh haletine bir teşhis koymalıdır. Belki o zaman devlet adamlarımız, seyahatler içinde yal- nız eh lüzumlularını yaparlar ve refakatlerıne adamlar içinde yalnız en lüzumlularını alırlar. Böyle bir seleksiyona ihtiyacımız bulunduğu- nu görmemek için, insanın olsa olsa hiddeti burnunda İktidar sözcüsü olması lâzımdır. savcıdan bu tutumu hakkında bilgi istemişti. Bilgi Ankaraya — geldiğin— de, —bu haftanın ortasında henüz gel— memişti— Hicabı Dinçin — muteber Zafer gazetesi gibi bir avukat edin- miş olmasına rağmen, Bakanlık İs- tanbul Savcısı hakkında, vaziyete gö- re, takibata girişmek azmindeydi. - İşin eğlenceli tarafı, bu neviden Ihtarlara hele son senelerde, gazete- lerinin yazı işleri müdürlüğünü yapan Gögüşler, Tanjular, Coşarlar sık sık maruz kalmışlardı Anlaşılan, Hicabi Dinçin merakı “"gazetecileri suçtan vikâye" dir. İstanbul Savcısı zaman zaman telefonu açmakta ve gazete sekreterlerinden şu haberi gazetenin neresinde, şu haberi hangi başlıkla neşredeceklerını sormaktadır Hattâ 'şunu neşretm eyin", "bun buyuk gösterin" gibi ahbapça tavsıye ' lerde de bulunmaktadır. Böylece. İkinci Dünya Harbi sırasındaki "Selim Sar. per sansürü" nü hiç aratmamakta— dır. Tabii gazetecilerin bir — çoğu müeyyidesi bulunmayan bu neviden müdahaleler karşısında omuz silkip geçmekte ve gene bildiklerini yap- maktadırlar. Hicabi Dinçin gece vakti telefonları, Babıâlinin sekreter- leri için umuru adiyedir. Değişik bir cihet, sen müdahale- de, alâkalıların kendilerine göz dağı verıldıgınde «ahbapça tavsiye» ye uy- malarından ibarettir. Ama, her işte bir hayır bulunduğu yolundakı söz bir kere daha teyit olmaktadır. Bakan- lık, bu neviden müdahaleleri fiilen «vazife dışı» ilân etmiş bulunmakta- dır. Gevrek gevrek gülen gazeteciler, şimdi Hicabi Dinçin yeni telefonla- rını, verecekleri cevap dudaklarının ucunda hazır olduğundan sabırsızlık- la beklemektedirler. Kıbrıs Rehavet Mevsimi B u haftanın ikinci günü Londra hükümetinin Kıbrıs hakkında ne karar i verdiğini öğrenmek için Za- feri açanlar, meşhur gazetenin sü- tunlarını beyhude yere taradılar. Va- li Harriman'ın Makarios'u daveti ü- zerine coşan Zafer» Londrada adanın kaderi tâyin edilirken susuyordu! En ufak bir hâdisede tebliğ üzerine teblıg yayınlayan talebe cemiyetle- inden de,en kritik anda hiç bir ses seda gelmıyordu Bu sessizliği imti- hanların yaklaşmasına mı hamlet— meliydi. Ağzım açan tek adam» Dışiş- leri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu oldu. Zorlunun konuşması en ufak tavizi reddeden eski beyanlarının tekrarı- dır: Dışişleri Bakanına göre taksim "en radikal ve yegâne" hal çaresidir. Taksim tezini kabul etmekle "Türki- ye uzlaşma hususunda gerekli * tâvi- ,zi yapmıştır:-" Daha fazlasını bek- lememek 1lâzımdır. "Tür ükümet ve halkının İngiltere ile olan müna- sebetlerinde mihenk taşı saydığı bu meselede" Zorlu, "herhangi bir emri- vaki" ile. karşılaşılmayacagından e- min bulunmaktadır. İşte İngiltere hükümeti Yeşil A- AKİS, 24 MAYIS 1958