yetçiliği de körüklüyor. Tek adamın, derebeyinin hakimiyeti yıkılırken is- tenilmiyene yardim etmeme gibi ga- rip bir hürriyet anlayışı doğuyor. Benedict, yol üstünde bir lokantada Meksikalı gelini ve torunu yüzünden Meksikalı bir aileyi korumak ister; ken lokantanın sahibiyle kavga edi- yor; bir Benedict olmasının ona hu- susi imtiyazlar temin etmiyeceğini soylıyen lokanta sahibi Meksikalıla- a yemek vermemekte israr ediyor; Benedıct işi yumruğa bindirince de lokantacı onu karısının, kızının ve gelininin önünde bir temiz dövüp ku- lağına küpe olsun diye de "İsteme- diklerimize hizmet etmemek hakkı- mız mahfuzdur" yazılı bir üstüne fırlatıyor. Teksasın gelişme- sini hiçbir peşin hükme saplanma- dan, tefsire kapılmadan, olduğu gibi vermiye gayret eden Stevens, bu sah- ne ile eskinin değişmeyi ne kadar hakketmişse yeninin de o ar ku- surlu ve tehlikeli olduğunu buyuk bir ustalıkla gösteriyor. Stevens, ırk düşmanlığının çü- rük temellerini de teşhir etmekten eri kalmamaktadır. Benedict, çift- liklerinde çalışan Meksikalıların ba- kımsız ve sefil hayatlarına çeki dü- zen vermek için doktor bulmıya ça- lışan karısını boşamakla tehdit edı— yor. Fakat o Meksikalıların çocukla- rı, Benedict'in topraklarını korumak için İkinci Dünya Savaşında can ve- riyorlar. Cenaze merasiminde Mek- sikalı küçük çocuklar Amerikan mil- li i marşım söylüyorlar. Üstelik herşe- ye rağmen Benedict'in torunu da bir Meksikalı oluyor. Bu belki her ırk düşmanı Amerikalının başına gelebi- lir. Nitekim film, Benedict'in biri Anglo-sakson sarışın, öbürü Meksi- kalı esmer iki torununun, Stevens'e mahsus o nefis zincirleme geçmeyle bırbırıne bağlanan görüntüleriyle bi- tiyor. Böylece iki ırkın birlikte ya- şaması ve birbirine karışmasının ka- çınılmaz bir başka gerçek olduğu kuvvetle duyuluyor. tabelâyı, daştırabilen üç beş sinemacıdan biri. J. Dean "Devlerin Aşkı"nda En son oyunu en iyi oyunu değildi Büyük bir eser öyle yüklü, — etraflı ve güç bir mevzuun altından ancak George Stevens gibi, hiç şüphesiz Amerika- nın en büyük rejisörü kalkabilirdi. "Dev"in sanat değeri, fikri değeriy- le atbaşı gitmektedir. Stevens de Luchino, Visconti gibi, Jean Renoir gibi şekil ile muhtevayı en iyi bağ- SİNEMA Amerikan cemiyetine dair birbirine, birbirini doğuran bir sürü ik ve anlaşılır durumda bir filme sığdırabilmek büyük bir iştir. Üste- lik didaktik olmadan, kuru bir röpor- taj havasına bürünmeden bunu hal- ledebilmek ancak kudretli bir sanat- çının — varlığıyla mümkündür. Vis- conti gibi, Renoir gibi Stevens de gösterişten, fazlalıklardan sıyrılmış, sade, kesin ve sağlam anlatışı olan bir rejisör. O nefis uzun geçişler, ha- fif sesle konuşmalar, filmle hiç ilgi- si yokmuş gibi görünen bazı insani durumları birinci plâna çıkarış' eseri dolgunlaştırdıgı gibi fazladan bir yumuşaklık, k bir değer ve kla- sik hatların guzelhgını katıyor Tem- ponun ağırlığı, n konusuna çok uygun. Herşey, butun hâdiseler o günlük hayatın değişmezliği, mo- notonluğu içinde gelışıyor tıpkı bü- yudugu farkedilmeyen bir fidan gi- akat bir an gelıyor ki fidanın koca bir ağaç haline geldiği' anlaşı- lıyor. Stevens, hikâyesinin herşeyden çok sosyal tarafıyle ilgili. Kahra- manları, geldikleri sosyal çevrelerin davranışlarını aksettiriyorlar. Psiko- lojik taraf biraz zayıf kalıyor. Za- ten filmin psikolojik bır çatışmayla ilgisi yok. Bu yüzde derinleme- sine işlenmiş karakterlerın bulunma- yışı yadırganmıyor. Elizabeth Tay- lor ile Rock Hudson, filmin genel gi- dişi içinde oldukça başarılı tipleri canlandırıyorlar. "Dev" ile Stevens'in Amerikan cemiyetinin kuruluşundan bu yana gelişmesini gösteren eseri lanmış olmaktadır. Bılındıgı "Shane - Vadiler Aslanı", batı eyalet- lerine ilk göçleri, topraga yerleşme- yi; "A Place in the Sun - İnsanlık Suçu", modern Amerikan cemiyeti- nın meselelerını ortaya koyuyordu. "Giant - Dev" ise, bu iki devreyi birbirine bağlıyan gelışme devresini göstererek, Stevensin eserini bütün- lüyor.. m- gibi George Stevens, E. Taylor ve R. Hudson'la Bir büyük AKİS, 28 ARALIK 1957 F ejısor 31