K A D I N Sağlık Gönüllü kadınlar Genç kadın etrafındakilere baktı, gülümsedi ve sonra sükünetle kolunu uzattı, önce parmağından bir damla kan alıp muayene ettiler. Sonra ateşine, daha sonra da tansi- yonuna baktılar. Genç kadın neticeyi merakla bekliyordu. Doktor onun bu heyecanını farketmişti "— Tam Herşey normal, ka- nınızı Verebılırsınız dedi. Genç kadın masmavi, tertemiz; yepyeni bir odaya geçti. Mavı ortulu bir yatağa uzandı. Mavi üniformalı, beyaz kepli bir kadın baş ucunda o- na gülümsüyordu. Bir başka mavi ü- niformalı ise üstünü örtüyordu. Son- ra beyazlar giyinmiş, bir — hemşire geldi, aleti koluna geçirdi. Genç ka- dın gözlerini yummuştu.. Düşünü- yordu. Şu verdiği kan belki on gün içinde — kullanılacak, bir hasta- nın, kazazedenin, doğum yapan bir annenin hayatını kurtaracaktı.. Bel- ki de bu kan kuru plazma haline ge- tirilecek, dondurularak senelerce son- ra, cephedeki bir askerin imdadına yetişecekti. Genç kadın bunları dü- şunurken gülümsedi. Aynı anda bir ses "Tamam, bitti" dedi. Genç kadın parmaklarında belirti belirsiz bir u- yuşukluk duymuştu; o kadar.. İki dakika sonra kalktı. Mavi üniforma- lı kadınlar derhal koluna girdiler, onu büfeye götürerek bir bardak meyva suyu ile sandviç ikram ettiler. Genç kadın bunları nezaketle reddet- ti. Çunku oruçluy — Vakıa Vucuda zerkedilen her- Jale Yılmaz 24 Formalite on gunlerde gazetelerde hayli düşündürücü bir — havadis çıktı. Ametikadan memleketimize gelen ve "Moda elçisi" sıfatı ile birçok memleketleri dolaşarak çocuk esir- geme müesseseleri yararına faali- yette bulunan, hayırs ver bir A- nıerikalı kadın, Türk gümrüğünde büyük müşkü llerle karşılaşmış ve neticede hayır müesseselerine gelir sağlıyacak olan moda defilesini yap madan gitmek mecburiyetinde kal— mıştı. "Moda elçisi" yanında rikan modasını temsil eden 90 par— ça elbise getirmişti. Bunları teşhir gösterisinden temin edilen kazan- cı fakir çocuklara tahsis edecekti. Fakat elbiselerin gümrükten çıka- rılması mümkün olamamıştı. Çünkü menfaat için yapılacak olan bu de- filenin her parçası için yüksek gümrük vergileri ödemek gereki- yordu. "Moda elçisi" bunlardan yalnız bir tanesinin, Türkiyede bı- rakacağı elbisenin gümrük ücreti olan 200 Türk lirasını ödemiş ve defileden vazgeçmişti. Buna benzer bir hâdise de gene İstanbul da geçen yaz cereyan et- mişti. Senelerden beri Türkiyede ya şayan bir Türl ostu — Amerikalı, Mr. David Ekvalli, çalışkan ve fa- kir talebeler ıçın yazlık kamplar kurmak gayesi ile bir yardımda bulunmak istemişti. Mr. David Ek- vali zengin Türk hanımlarının mo- daya ehemmiyet verdiklerinin ih- timal farkındaydı Yanacağı yar- dımı daha müessir bir hale sok- mak için Amerikanın tanınmış moda evlerinden birisi ile anlaş- mış ve bu moda evinden 7 bin do- larlık elbise ve çamaşır sa t al- mıştı. Bu elbiseler Hilton Otelinde tertip edilecek bir büyük defilede açık artırma ile satışa arzedile- cekti. Böylece 7 bin dolarlık yar- dım derhal faiz getirmiş olacak vi bundan daha fazla çocuk ıstıfade edecekti. Bir Ekvall'm hesabı bu- raya kadar gayet doğruydu. Fakat O gümrüğü hiç düşünmemişti. Ma- hangi bir enjeksiyonun orucu bozaca- ğını soylıyenler var, ama n bun: inanımıyorum. Yaptığım hareketın ıyı bir hareket oldugunu bildiğim ıçın, bugünkü un ÇO k daha kıy- metli olacagına eminim" dedi. e bu gene kadın Atatürk inkı- laplarının yarattığı Tur ka' dınların- d çık fikirli, fakat i larına baglıydı Içtımaı hurrıyetıne sahipti ve bunu cemiyete faydalı ol- Hastalığı Jale CANDAN dem ki yardımı Kızılay vasıtasıyla yapacaktı, elbette işin formalite tarafını Kızılay halledecekti.! Fa- kat evdeki hesap çarşıya uymadı. Turk gümrük talimatnameleri o kadar sarih ve kat'i idi ki Kızılay ve fakir çocuklar kampı, dışardan memlekete giren bir dövizle yapı- lan yardım dahi bu sert hükümle- ri yumuşatmamıştı. Neticede Mr. Ekvall 7 bin dolarlık yardıma, san- ki ticaret yapacakmış gibi, 45.000 Türk lirası — tutarındaki gümrük zammını da ilâve etmek na düşmüştü ve bu şartlar altında elbiselerin maliyet fiatları o dere- ce yükselmişti ki, acık arttırmalı satış bu maliyet fiatını dahi kur- taramamış ve Amerikalı hayırse- ver dost, olsa olsa yalnızca güm- rüğe yardımda bulunmuştu. Acaba kabahat hakikaten güm- ük kanunlarında mıydı? Bu ka- hudutları- kanı ve sert miydi? Yoksa tatbi- katta mı anlayışsızlık gösteriliyor- du ? Bunu ancak ılgılıler bilebilirdi. Apaçık gorule ve bilinen bir şey varsa, bir sene içinde husnunıyet- le yapılan iki yardımı gerı çevir- miş olmamızdı. Halbuki bugün dün- yada birçok şeyler degışmış, bil- hassa Amerikanın önayak olduğu bir zihniyete göre hayır müessese- leri beynelmilel teşkilâtlar halinde çalışmaya başlamışlardı.. Bir çok memleketler için bu yalnızca bah- settiğimiz gibi ufak bir menfaat meselesi değil, aynı zamanda bü- yük bir propaganda meselesiydi.. Gene bilinen birsey varsa o da ba- zan hayati meselelerımızı formali- te illetimıze kurban etmekte oldu- umuzdu. a elçisi" Türkiye- den ayrılırken yarı acı, yarı tatlı bir serzenişte bulunmuş ve Türki- yeden "hudutları sıkı sıkı kapalı bir memleket" diye bahsetmişti.. Düş- mana ve kötü niyetlere karşı hu- dutlarımızı elbette sıkı sıkı kapı- yacaktık. Ama dostluğa, yardıma ve anlaysa bu hudutları açmak za anı artık gelmemiş miydi? mak üzere kullanacaktı. nın adi Jale Yılmaz idi. Cebecide. Mamak yolu Üüzerinde acılan kan merkezinde kanını veren ilk kadındı. Hafif adımlarla binadan — çıkarken kendisini yakalayan bir gazeteciye: "— Kendilini çok iyi hissediyorum Bir hizmette bulunabilmek ınsanı o kadar mesut ediyor ki.." de — Kan vermek nerden aklınıza geldı?" Genç kadı- AKİS, 20 NİSAN 1957