KURAKLIK VE İKTİSADİ DÜZENİMİZ Türkiyenin zirai istihsalindeki dü- şüklük yıllardanberi devam ede- gelmektedir. Bu yıl kuraklığın ken- dini daha fazla hissettirmesi, zirai mahsuller istihsalinin memleket ih- tiyacının çok altında olacağını gös- termektedir. Yıllardan beri yapılan yatırımlara ve propagandaya Ta, men Türkiye zirai mahsuller istih- şalinde ancak geçici bir artış elde edebılmıştı Bu artış da sayı- a olmuş fakat yapılan yatırımlara ve sarfedilen emeklere nisbetle ik- tisaden başarılı olmamıştır. Hakika- ten mümbit olmayan, kurak toprak- larda bile, yüksek yatırımlar yap- mak suretiyle istihsalin miktar ba- kımından arttırılmasının mümkün olduğu bilinmeyen bir şey değildir. Asıl mesele, ziraat faaliyetlerinin prodüktivite derecesini arttırmak- tır. Bunun da makineleşme ve tabi- at şartlarının istihsal zaruretlerine mümkün mertebe uydurulması sa- yesinde mümkün olacağı "işin ehli olanlar — tarafından bilinmektedir. Fakat sorumlular bu fikirde değil- dir. Onlar zannedıyorlar ki, memle- ketin bir kısım döviz ıhtıyatlarının heder olmasına sebeb olan traktör ithali ile mesele halledilmiş olacak- tır. Halbuki 1950 den 1953'e kadar ziraat mahsulleri istihsalinde kayde— dilen mıktar artışı traktörden ziya- Nitekim yağmur" kesılıp de istihsal azalın- ca işimizin "dua”" ya kaldığı anla- şılmıştır.. XX. Asır medeniyet ve teknik asrıdır. Bunu bir ifade şekli olarak hepimiz biliyoruz. Ama bu ifadenin "tabiat kuvvetlerine karşı daha büyük bir hâkimiyet" kurmak manasına geldıgım anlayanlar ma- esef azdır. Başka memleketler sun'i yagmurdan faydalanırken biz yağmur için en "tabii şart” olan or- manlardan bile faydalanamıyoruz Teni ormanlar kurmak şöyle dursun elımızdekıler her yıl yangınların ve ıktıdar aleyhıne cephe hem de "toprak"tan oluyoruz Çün- kü dağ yamaçlarındaki ormanların yanmasıyla ziraata açılan yeni top- rakların üzerinden geçen seller top- rağın elverişli kısmını, bir iki yılda alıp götürmektedir. ama işleri yıllardan beri bir türlü yoluna kona- mamıştır. ahsul bazan yağmurun çokluğundan harap olmakta, bazan da azlıgı ndan kuruyup gıtmekte— dir. Halbuki Turkıye iktisadi faali- yetleri bakımından "ziraat" me keti olmak iddiasındadır. Fakat bir memleketin sadece ziraata elverişli olması ziraatçı sayılması için kâfi değildir. Ziraatçı memleket kendi ih- tiyaçlarını karşıladıktan başka di- ğer memleketlere de zirai maddeleri İhraç edebilen memlekettir. Halbuki AKİS, 20 NİSAN 1957 biz, başta buğday olmak üzere, pi- rinç, et, süt, hayvan yemi gibi birçok maddeleri birkaç yıldır ithal etmek suretiyle geçiniyoruz. Hem de bun- ları dünyanın başlıca sanayi mem- leketlerinden biri olan Amerika Bir- leşik Devletlerınden mübayaa ya- ut ta "“yardım" şeklinde atıyoruz. Hâlbuki, kalkınmamız için gerekli teçhizatı ve makineleri ziraat mah- sulleri fazlasını satmak — suretiyle elde etmeyi düşünüyorduk. Şimdi ziraat mahsulleri ihtiyaçlarımızı bi- le dışardan sagladıgımıza göre, k l- kınmamız için gerekli "sermaye"yi elde etmek için yeni bir Kristof Kolomb yumurtası bulmamız ica- betmektedir. Ziraat faaliyetleri prodüktivite de- recesinin makineleşmeyle sağlanamayacağı hakikati bir yana, biz bu makineleşmeden dahi tam mânasiyle faydalanamamıştık. Çün- kü, makineleşmekten maksat, eme- ğin prodüktivitesini arttırmak ve is- tihsal edilen malların değerini azalt- maktır. Meselâ eskiden elle çalışan 300 işçinin 4 renk emprimesini ya- pabildiği muayyen miktarda bir pa- muklu kumaşı makinenin icadın- dan sonra 1 işçinin bir saat içinde yanması mümkün olmaktadır. Zi- raatın makineleşmesi ile güdülen gaye de budur. Halbuki feodal istih- sal sisteminden kapitalist istihsal sistemine geçen diğer bütün memle- ketlerde olduğu gibi, bizde de maki- nenin ziraata girmesi endüstriye na- zaran geç kalmıştır. Ziraat işçileri- nin ücretlerinin düşüklüğü, ziraati makineleştirme, temayülünü zayıf- latmıştır. Ziraat sahasında işçi üc- retlerinin düşüklüğü, makinenin zi- raata sokulması sonunda bos kalan el emeğinin endüstriye nakledileme- mesinden ileri gelmektedir. Bilhassa köylerimizde kapalı ev ekonomisi sistemi devam etmekte, aynı ailenin fertleri aynı 1şletmede çalışmakta- dır. Böyle bir işletmeye makinenin sokulması ile boş kalan aile fertle- rinin başka iş sahalarına geçmeden makine, sayesinde elde edilen fazla kâra ortak olmakta devam edip is- tihsalin aynı sayıda insanlar ara- sında dağılması yüzünden sermaye terakümünün olmadığı görülmekte- dir. Ziraattan boşalan el emeğinin en- düstri tarafından — çekilememesinin en mühim neticesi, ziraat sahasında işsizliğin artması ve ücretlerin düş- mesidir. Bu İsçilerin çoğu ziraat fa- aliyetleri dışında, zaman zaman şe- hirlerdeki atölye ve fabrikalarda çok düşük ücretlerle çalışmak suretiyle hayatlarını devam ettirebilmekte- dirler. Ham madde yokluğu, piyasa- nın istikrarsızlığı gibi İktisadi fak- törler ve devamlı isçi istihdamının icabettirdiği hukuki ve mali külfet- ler yüzünden endüstri ve ulaştırma, Âdil AŞÇIOĞLU yılın bir kısmını toprak işlerinde, bir kısmını da fabrikalarda geçir— bu işleri tercih etmektedirler. Tür- kiyede ne ziraat ne de endüstri tek başına işçiyi besliyebilecek durumda değildir. Onun içindir ki, Türkiye nüfusunun hemen tamamına yakın bir kısmı daha uzun yıllar köylerde yaşamakta devam edecek ve şehir- ler büyük endüstri merkezleri halme gelemiyecektir. Mevcut büyü hirlerimiz de endustrı merkezlerı 01— maktan çok, toprak mahsulleri ile yeraltı maddelerımızın mübadelesi- rayan “ticaret merkezleri" halinde kalacaklardır. Bu merkezler- e zaman zaman görülen nüfus ar- tışları devamlı değil, geçicidir. Bu- nunla beraber, kuraklık gibi tabii şartların musaadesızlıgı arttığı ve bunlara karşı fenni tedbirler alın- madığı müddetçe, az nisbette de olsa köylerden şehirlere doğru bir akının — başlaması mukadderdır Ancak "hususi sermaye" bu akı- nı karşılayacak durumda değil- dir. Kapitalizmin gelişme safhaları- na uygun olarak Türkiyede feodal istihsal sisteminden — makineleşmiş istihsale geçerken hususi teşebbüs aha az sermayeyi ve zahmeti ge- rektiren ve sermayenin az zamanda tedavülünü ve kolay karı sağlayan "hafif sanayii" tercih edecektir. Ağır sanayi yatırımlarından bir ne- tice almak için uzun yıllar beklemek ve büyük sermayeler bağlamak lâ- zımdır. Hususi sermayenin ise ça- buk ve sağlam kârlar peşinde koş- tuğu ve, bu sebeble ağır sanayie ilti- fat etmediği meydandadır, Halbuki kalkınma da ancak ağır sânayi ile mümkündür. Ziraat saha- sında da durum bundan farklı degıl— dir. Sermaye sahipleri ancak işçi retlerinden — tasarruf yapılabıldıgı nisbette makine kullanmaktadırlar. Bu sahada görülen el emeği fazlası da endüstriye çekilemediğinden zi- raat işçilerinin ücretleri ve binneti- e hayat seviyeleri en iptidai mem- leketlerinkinden farksızdır. Küçük ziraat devam etmektedir. Çünkü şe- hirler küçük ziraatla iştigal edenle- ri de çekebilecek derecede endüstri- leşememiştir. Bütün bunlar Türkiyenin endüst- rileşmede olduğu gibi ziraatın kineleşmesinde de - ilerleyebilmek için iki şıktan birini seçmek zorun- da olduğunu ispat etmektedir. Ta bu işleri hususi sermaye yapacaktır; o zaman ziraat işçilerinin yoksullu- ğunu devam ettirerek hususi ser- maye sahiplerinin büyük yatırımlar yapabilmeleri için zenginleşmelerini teşvik etmek ve bunun için de en az yüz yıl daha beklemek, yahut diğer memleketleri geçmek şoyle dursun onların seviyesine — yaklaşabilmek için bu ışlerı devlet eliyle yürütmek gerekmektedir 11