DÜNYADA OLUP BİTENLER Süveyş ]ğski hamam, eski tas ki aya yakın bir — zamandanberi dünya siyaset sahnesinin en ön plâ- nını işgal eden Süveyş Kanalı Kum- panyasının — devletleştirilmesi mese- lesi, geçen haftanın sonunda da bir hal tarzına başlanmış olmaktan uzak bulunuyordu. Gene geçen haftaki ge- lişmelere bakarak, bu meselenin da- ha uzun bir müddet iyi veya kötü bir hal tarzına bağlanamayacağını söy- lemek de yanlış olmayacaktı. Bilindiği gibi, Süveyş Kanalı Tem- muz sonunda Albay Nasır tarafından devletleştirilmiş ve bu —hareket, ilk gununden itibaren, İngiltere ve Fran- sa'nın gerektiği takdırde silâhlı bir çatışmaya kadar varacağı anlaşılan sert tepkisiyle karşılaşmıştı. Geçen sayılarımızda da belirttiğimiz gibi. İngiliz ve Fransız ekonomileri genış ölçüde Süveyş Kanalından geçen g milerin taşıdığı Orta Doğu petrolle— rine bağlıydılar. Bundan .başka, İn- giltere, Orta Doğu üstünlüğünü ken- di dış politikasının temel taşı yap- Süveyş Kanalının idaresi ser- mayesinin büyük bir kısmı kendi va- tandaşlarının elinde bulunan kum- panyada kaldıkça, Ingıltere kanalın emin ellerde olduğuna, Orta Doğu üstünlüğünü korumak için gereke- cek herhangi bir ekonomik veya aske- ri müdahale için kanaldan serbestçe ve korkusuzca faydalanabileceğine i- nanıyordu Şimdi kanalın idaresi bir hamlede "sözüne ve dostluğuna güve- giltere'nin Orta Doğu üstünlüğü hem emsalsiz bir darbeyi yiyor, hem de bu üstünlüğe ilerde gelecek benzer dar- belere de kanal yoluyla ekonomik ve- ya askeri müdahaleler yapmak im- kânı da tehlikeye ,düşüyordu. Fran- saya gelince, Fransa Nasır er ba- şarısında Arap mıllıyetçılıgının zafe- rim görüyor ve bu başarıların Na- sırı Kuzey Afrika mücahitlerinin de önderi yapmasından korkuyordu. Ce- zayirli mücahitler, önderleri Batılı- lara karşı zaferler kazandıkça cesa- ret alırlar ve mücadelelerini daha da sertleştirirlerdi. Nasır'a indirilecek e ise ancak Kuzey Afrika milliyetçilerinin gerilemesine varırdı. ne bahasına olursa ol- sun. Nasırın yaptıklarını yanında bı- rakmamak gerekirdi. Amerika Süveyş Kanalı Kumpan- yasının devletleştirilmesini İngiltere ve Fransa kadar sert tepkiyle kar- şılamamıştı. Gerçi bu hareket İngil- tere ve Fransadan ziyade doğrudan doğruya Amerika Birleşik Devletle- rine meydan okumaktı ama, Eisen- hower idaresi, yeni Başkanlık seçim- lerinin arıfesınde işi harbe kadar gö- türecek bir tutum takınamaz, seç- menlerinin karşısına — milletlerarası bir gerginliğin — körükleyicisi olarak çıkamazdı. Bu bakımdan iki Batılı müttefikini de meseleye daha yumu- AKİS, 22 EYLÜL 1956 şak bir hal tarzı bulmaya zorluyor- du. Mısırın kanala eski hukuki sta- tüyü iade etmeyeceği anlaşılıyordu. İngiltere ve Fransa, kanalın mülki- yetinin Mısıra ait olduğunu kabul etmekle beraber idaresinin milletler- arası bir teşkilâta verilmesini yeter bir teminat sayamazlar mıydı? İste Mısır Cumhurbaşkanı — Nasırın Sü- veyş Kanalı Kumpanyasını devletleş- tirmek kararı üzerine İngiltere ve Fransa ile Mısır arasında patlak ve- ren anlaşmazlık ve gerginliği gider- mek maksadıyla Ağustos ayı orta- larında Londrada toplanan milletler- arası konferansta Birleşik Amerika- nın elde etmek istediği netice buydu. Bilindiği gibi bu — konferansa -4 devlet davet edilmiş, ancak 22 devlet katılmıştı. Mısır, konferansa kanal- an faydalanan bütün devletlerin çağrıldığını bunun çok ufak ve da- Sir thony Edeh Yumruk — sıkan centilmen nışıklı bir konferans olduğunu ve ka- nalın idaresinin milletlerarası bır teş- kilâta bırakılmasının hiçbir zaman düşünülemeyeceğini — ileri surerek Londraya gelmeyeceğini bildirmişti. Çagrıldıgı halde konferansa katılma- yan diğer devlet de Yunanistan'dı. Konferans sırasında meselenin hal- li için ileri sürülen tekliflerin en çok taraftar toplayanı Amerika Birleşik Devletlerinin teklifi olmuştu. Konfe- ransın başından sonuna kadar Mısır'- ın görüşlerini destekleyen — Rusya, Hindistan, Seylân ve Endonezya tem- silcileri, harıç olmak üzere diğer dev- letler temsilcileri Mısırın kanal üze- rindeki hükümranlık haklarım tanı- mak şartıyla kanalın idaresinin mil- letlerarası bir teşkilâta bırakılmasını abul ediyorlardı. Ancak konferansın başlangıcında çeşitli delegeler tara- fından da belirtildiği gibi bu konfe- ransın kesin bir karar almak ve bu kararı zorla Nasıra kabul ettirmeye selâhiyeti yoktu. Bu bakımdan, Na- sır, Londrada varılan onyedili kararı kabule zorlanamazdı.. Olsa olsa bir temsilciler heyeti seçilir. Nasır bu heyetin arıcılığıyla alınan kararlar- dan haberdar edilir ve kendisiyle, bu kararların çerçevesı ıçınde müzake- re zemini aran sır. Londra Konferansına katılan devletlerın ço- ğunluğu tarafından alınan bu kararı tanımaya yanaşmazsa, kanalın ida- resinin milletlerarası bir teşkilâta bı- rakılmasına razı olmazsa ne yapıla- caktı? Konferans sırasında kimse, böyle bir ihtimali derpiş etmeyi akıl etmemişti. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu na akıl etmemek de denemezdi. Mil- letlerarası bir idare yolunu hiçbir za- man kabul etmeyeceğini defalarca söyleyen Nasırın Londra kararını tam olarak kabul etmesini esasen hie kimse beklemiyordu. Ancak Na- sırın bu kararı kesin olarak reddet- mesi halinde tutulacak yol üzerinde Batılılar arasında bir fikir birliği ku- rulamadığı için Birleşik Amerika ka- dar İngiltere ve FFransa da Nasırın öonyedili kararı kabul etmesini te- menni ediyor ve aksi ihtimali akılla- rına getirmeye bile — cesaret edemi- yorlardı. Nasır onyedilerin temsilci- lerine kategorik bir red cevabı ve- rirse Batılılar birbirlerine düşecekler, anlaşamayacaklardı Nitekim, geçen hafta içinde, Na- sırın onyedileri temsilen bu ayın baş- larında Kahireye giden Menzies he- yetine kanalın milletlerarası bir ida- re altına konulmasına karşı kesin bir red cevabı vermesi üzerine Batılılar az daha — korktuklarına uğruyorlar, birbirine giriyorlardı. "Kanaldan faydalananlar birliği" M enzies'in Nasır ile yaptıgı görüş- melerin başarısızlığa — uğraması üzerine derhal Londrada bulunan İn- giliz ve Fransız Başbakan ve Dış İş- leri Bakanları, Eden ve Selwy Lloyd ile Mollet ve Pineau, hiç şüphe yok ki, yanlarında Amerika Birleşik Dev- letleri Dışişleri Sekreteri Foster Dul- les'ı da görmek isterlerdi. İngiliz ve Fransız devlet adamları Londrada Süveyş meselesindeki Batı siyaseti— nin bundan sonraki gelişmesini tesbit etmek — maksadıyla — buluşmuşlardı. Ancak bu Batı siyaseti Amerikanın desteği olduğu takdirde yürürdü. Bundan İngiltere ve Fransa da zerre kadar şüphe etmiyorlardı. Fakat n çare ki Amerika Birleşik Devletleri bu görüşmelere fiilen katılmaya ya- naşmıyor, sadece üveyş meselesi- nin barış yoluyla halli mevzuunda alınacak her karara iştirak ettiğini bildirmekle iktifa ediyordu Bu demekti ki Birleşik Amerika meselenin mutlaka barış yollarıyla halledilmesini — arzulamaktaydı — ve 19