ZABITA Fransa Cinayet 1954 de bir sonbahar günü Rennes'- de bir apartmanda oturan güzel Denise Labbe, altı aylık kızı Cathe- rine'i aşağı atmak üzere pencereden dışarı uzattı. Komşular sokaktan De- nıseı gozetlıyorlardı Denise çocuğu- nu atmaktan vazgeçti. Aradan beş gün geçmişti. Denise, kızını yakında- ki kanallardan birine attı. Bu defa da bir balıkçı çocuğun imdadına ye- tişmişti. Bir ay sonra Orge nehri ke- narından geçen bir yolcu boğulmak üzere olan küçük bir çocuğu ölümden kurtardı. Bu da Denise Labbe'nin kı- zı Catherine'den başkası değildi. Ni- herine'le yalnız kalmıştı. ğunun başım bir çamaşır kovasına soktu ve boğuluncaya kadar öylece tuttu Duruşma Geçen hafta Fransa'da Blois ağır ceza mahkemesi salonu hıncahınç doluydu. Gök gürlüyor, şimşekler ça- kıyor, salonun ışıkları yanıp sönü- yordu. Salonda bulunan batıl itikatlı kimseler, bu olayları Allahın gazaba gelmesine atfediyorlardı. Burada 30 yaşındaki Denise Labbe ile sevgilisi 28 yaşında Jacgues Algarron cinayet suçu ile muhakeme ediliyorlardı. De- nise ağlıyor Çocuğunu sevgilisi Algarronun ısrarı ile aşkım ispat ıçm öldürdüğünü itiraf etmişti. ları bır yıl önce tevkif edıldıklerınden beri "büyülü" insanlar diye tanıyor- du. Algarron siyahlar giymiş suçlu sandalyesinde gayet sakin oturuyor- du. Denise, fakir bir postacının kı- zıydı. 13 yaşında yetim kalmış, ken- di kendine okumuştu. Bir dairede ka- tibeydi. Algarron ise evlilik dışında doğmuş, annesi ile babası sonradan evlenmişlerdi. Saint Cyr'i bitirerek topçu teğmeni çıkan Algarron, fel- sefeye çok meraklıydı. İkisi de, Mar- ade'dan Jean Paul Sartre'a Fransız entellektüalizmine kendilerini vermişlerdi. Hele Denise, hepsini mükemmel biliyordu. Talebe lerle hiç çekinmeden düşüp kalkıyor— du. Günün birinde babasını tanıma- dığı bir çocuğa sahip oluverdi. Jac- guües ise Denise'le tanıştığı Zzaman iki gayri meşru çocuğun babasıydı. Kadınlara karşı davranışında daima bayram olduğu yazarların - tavrım takınırdı. Meselâ mahcup bir genç kıza, Gide'in kitaplarmda okudukla- rım hatırlıyarak 'ateşli bir aşk" tek- lif ederdi. Denise'le mektuplaşmaya başlayınca, ona inandığı ekzistansi- yalist üstadların tavsiyesine uyarak "duşuncelerın hareket haline gelme- si" prensibine göre hareket etmesini telkin ediyordu. Denise'in sadece " ni seviyorum”" demesi Bunu ispat etmeliydi. nim aşkıma lâyık olabilmek için 1s- tırap çekmelisin" diyordu. Bir mek- tubunda da D'Annunzio'dan bir par- ça yazmıştı. Kıskanç bir kocanın ka- rısının başka bir erkekten olan ,çocu- ğunu öldürüşünü ve ,sonra "şimdi daha güzel olmadı mı" deyişini anla- tıyordu. Denise kabul etmişti. Fakat "böyle bir şey yapmağa hakkım yok" diyordu. Jacgues ıse "yerden göğe kadar hakkın var" diye aksini iddia ediyordu. Nihayet Denise Jacgues'ın sözlerine kanmıştı. Jacgues, Denise'den telgrafı aldı- ği zaman bir yakın dostuna hayran- lıkla "bir ananın çocuğunu Öldüre- Avukat R. Floriot ve M. Garçon Belagat yarışı AKİS, 16 HAZİRAN 1956 Denıse Labbe Filozof katil bilmesi ıçın çok cesur olması lâzım geldiğini" izaha çalışıyor. Fransızlar böyle aşk cınayetlerıy— le çok ilgilenirlerdi. Hele bu davada Fransanın en meşhur iki avukatının karşı karşıya gelmesi halkın alâkası- aha arttırıyordu. Tatlı seslı mustehzı Maurice Garçon Fran- sız Akademisi üyesiydi. Bir davada karşı tarafın avukatı jüri ile müna- kaşa ederken o gayet sakin sulu bo- ya ile resim yapmıştı. Bu defa De- nise'i müdafaa edecekti. Müthiş bir hatip ve kuvvetli bir aktör olan Re- ne Floriot da Algarron'u kurtarma- ya çalışacaktı. Algarron'un hiç bir Denise'in muhayyilesinden çıktığını soyluyordu Bunu ispat için Alga ron'un eski metreslerinden birini şahıt olarak dinletmeğe getirmişti. Şahit, Algarron'un kimseyi — büyüliyemiye- ceğini, bununla beraber kuvvetli bir erkek olduğunu söyledi. t Algarron'un karışık ruhlu bir genç olduğu anlaşılmıştı. Nietz- "doğru inandığını itiraf et- mişti. Sevgılısının çocuğunu öldür- mesinden bir hayranlık duyduğunu gizlememişti. "Bu hayranlık, muaz- zam bir olay karşısında duyulan bir hayranlık" keme Denise'i müebbet hap- se, Algarronu yirmi seneye mah- küm etmişti. Jacgues'ın dudakların- da hâlâ gururlu bir tebessüm vardı. "Gerçek canavarlar mukaddestirler" - diyordu. "Çünkü onlarda ekserıya bir evlıyanın vasıflarım bulm ür." Jacgues, salondan çı— karılırken bu fikri kendisine Georges Bernanos'un ilham ettiğini — söylü- yordu 31