iyi bir örnek. Okul geçen yıl bir bil- gisayar aldı, ancak kullanmayı bilen kimse yoktu ve Elliot Tocci, üç öğ- retmeni Boston'daki bir haftalık bil- gisayar kursuna gönderdi. Bu öğret- menler de diğer 18 kişilik öğretmen kadrosuna bu makineyi kullanması- nı öğrettiler. Diğer öğretmenler 6'şar kişilik gruplara bölündüler; 3 öğret- menden her biri, her bir grubun ilk öğretimi için yarım saatlik bir süre kullandı ve ardından gruplarını değiş- tirerek denetimli pratikler ve ödevler yaptırdılar. Daha sonra bilgisayarın kendisi dershaneden dershaneye taşındı ve geçen yılın sonunda 10 sınıfın her bi- rinde ikişer hafta süreyle kalmış ol- du. Anaokulundaki çocuklar dahil, herkes bazı pratik bilgileri öğrendiler ve çok geçmeden bütün üçüncü sınıf öğrencileri kendi programlarını yazar hale geldiler. Çocuklar ihtiyaç duy- dukları durumlarda okuldan önce ya da sonra kütüphaneye gidebiliyorlar- di. Müdür Tocci tek bilgisayarın bile daha heyecanlı bir öğrenme ortamı yarattığını yalnızca “soyut kavram- ları somutlaştırmaya'”' yardımcı ol- madığını aynı zamanda “insanı ya- ratıcı düşünme biçimleri araştırmaya yönelten beklenmedik sonuçlar” ürettiğini ve böylece “sınıfa bir taze- lik, heyecan ve özgürlük” getirdiği- ni söylüyor. Spektrumun diğer ucunda ise ülke- deki en verimli ve yenilikçi bilgisayar eğitim programının ne olabileceğinin peşinde koşan Houston Bağımsız Okul Bölgesi bulunuyor. Houston okullarının baş müdürü Billy R.Re- agoön, bilgisayar dilinin okuma, yaz- ma ve aritmetikle birlikte temel disip- linlerin katıldığına inanıyor. *Önce- likle anaokulu öğrencilerini eğitmekle başlıyoruz. Bilgisayar dilinin ilk beş yıl içinde yalnızca okumaya yardım- cı olacağına inanıyoruz”' diyor. Houston bölgesi, bilgisayarı çeşit- li amaçlar doğrultusunda kullanıyor. Öğrenciler bilgisayar destekli prog- ramlarla terminallerde yazarak oku- mayı öğreniyorlar. İngilizce konuş- mayan küçük bir grup öğrenci İngi- lizce derslerinde konuşan bilgisayar- larla çalışıyorlar. Bölge mütevelli he- yeti bilgisayar dilini öğrenmenin bir mezuniyet şartı olmaşını onayladı. New York'ta bir okulda Einstein'- in rölativite teorisini öğreten bir prog- ram geliştirildi. Adı Einstein olan programa öğrenciler ağırlıklarını söy- lemekle işe başlıyorlar; bilgisayar “MHP (Mile Per Hour-Saatte alınan mil) olarak hızınız nedir?” diye so- ruyor. Öğrenciler daha büyük hızla- ra çıkarak kütlelerinin ne kadar art- tığını anlayabiliyorlar. Örneğin 165 poundluk bir öğrenci 100.000 MPH hızla hareket ederse bir bilgisayar şöyle karşılık veriyor: “Üzgünüm. Kazandınız. Şimdi 165.00002 pound- sunuz. Eğer daha hızlı hareket ede- cek olursanız ağırlığınız ciddi bir so- run haline gelecek. Daha hızlı hare- ket etmek ister misiniz?”” Aynı öğren- cinin ağırlığı ışık hizindan 1 MPH da- ha az bir hızda 4,087,096,15 pounda yükseldi. Eğer öğrenci daha hızlı ha- reket etmeye niyetlenmezse bilgisayar öğrencisinin kullandığı yakıt cinsini sorar, bunu kilowatt-saate çevirir ve öğrenciye bu hipotetik yolculukta kullanılan enerjinin “Bir yıl süreyle New York City'ye koşmak için yeterli olan enerjiden daha fazla olduğunu” belirtirdi. Princeton İlkokulu'nda bilgisayar müzik derslerinde sesler çıkarıyor. Do majör anahtarını belirledikten sonra çeşitli tonlardaki gamların “ha- ritası”'nı öğrencilere yaptırıyor, kul- lanılacak nota sayısı temelinde ritm- leri çıkarttırıyor ve programları yaz- dırıyor. Böylece bilgisayar “Daha dün annemizin kollarında yaşarken”' şarkısını ve başka şarkıları çalabile- cek şekilde programlanmış oluyor. Bilgisayarların Amerikan okulları üzerindeki en dramatik etkisi özürlü öğrencilere yeni teknoloji dünyasının kapılarını açan özel bir eğitim alanı oldu. Neredeyse her sakatlık için bir devre anahtarı alet ya da bir adaptör mevcut. Bir öğrenci tekerlekli iskem- lesinin aralığında küçük küp biçimin- de bir şalteri kullanıyor. Bazıları da bir el ya da ayak parmağı hareketiy- le veya bir göz hareketiyle bilgisayar- larına komut verebiliyorlar. Bu bilgisayarların en iyi yanı özür- lü öğrencileri öğrenmeye, araştırma- ya teşvik etmesi. Çünkü tekerlekli is- kemleye bağımlı olanlar, diğerlerinin kendileriyle ilgilendiklerine güven- mek zorundalar. Yaşamlarında özgür olarak kontrol edebilecekleri çok az şeyi olan bu öğrenciler bilgisayarları kendileri kontrol edebilirler. BİLGİSAYAR DESTEKLİ EĞİTİM Mİ? BİLGİSAYAR EĞİTİMİ Mİ? Amerikan okullarında bilgisayar- ların etkisini tanımlamak, neredeyse kullanıldıkları yerleri kategorize et- mek kadar karmaşık bir iş. Bundan kısa bir süre önce bilgisayar destekli eğitimin bilgisayar dillerini öğrenme- yi engellediğini iddia ediyordu. Böyle bir iddia hiç de şaşırtıcı de- Bil; çünkü herhangi bir yeni teknolo- jik gelişim karşısında gösterilen ilk tepki yeni tekniğin halen ne yapıl- makta ise yine onun yapılması için kullanılması oluyor. İlk sinemacılar kameralarını setlerin önüne yerleştir- diler ve oyuncuları aynı bir tiyatro oyunundaymışçasına setin bir yanın- dan sokup çıkarttılar. Ancak sonra- ları sinemanın kendine özgü imkân- lar sunduğunu anladılar. Benzer şe- Commodore 31