TİYATRO "Mavi, Beyaz, Kırmızı" Fransız aristokrasisinin ve İhtilâlinin panoraması lıplaşmış sanılan klâsik oyunlara -ve kişilere - ne ilgi çekici yeni an- lamlar, ifadeler kazandırabileceğini görmüş oluyor. "Mavi, Beyaz, Kırmızı" Poger Planchon'un Avignon'da sun- duğu ikinci oyun, fransız bay- rağının renklerini ve kendi imza- sını taşıyor. İkinci adı da özü hak- kında bir fikir vermeğe o yetiyor: "Les Libertins". Bu 21 tabloluk oyunda Planchon, tiyatro yazarı olarak, dramatik bir fresk halinde, Fransada (o 1788'den 1800'e -Bastille'in zaptından Ma- rengo savaşma- kadar geçen olay- ları canlandırmış. Bu panorama i- çinde sahneye çıkardığı kişiler, soy- lu bir taşra ailesinin ve çevresinin dini, ahlâki ve siyasi bütün inanç- larım yitirmiş, sinik kişileri: genç ve güzel karısını kendi alemine bı- rakmış, bir aktrisle yaşıyan miras- yedi bir Marki; neye inandığı ve gü- vendiği pek belli olmıyan Başpisko- pos bir ağabey; çeşitli eğilimler, fi- kirler ve alabildiğine dengesiz bir yaşantı içinde eğlenen, nükteler sa- vuran, kaçan, kovalayan, ölen, öl- düren subaylar, rahipler, halk şa- 26 irleri, hafifmeşrep kadınlar, Kral- cılar, İhtilâlciler, Cumhuriyetçiler. - Yirmiye yakın kişi, 21 tablo bo- yunca, olayların akışına kendileri- ni kaptırarak lüksten sefalete, şa- todan hapishaneye kadar, her du- ruma aynı kayıtsızlık içinde inti- bak ederek omaceralarım yaşıyor- lar. Ama hiçbiri, Pariste olup biten ve kendilerini şehirden şehire, hat- tâ Fransadan İtalyaya göçetmek zo- runda bırakan sosyal ve politik ge- lişmelerin bilincine varmış değil- dir. Oyunun fikir yapısı, bu yüzden, belki yetersiz kalıyor. Ama Planc- hon'un çizdiği tablo, 1789 İhtilâlinin öncesinde ve sonrasında, sonsuz bir "libertinage" içinde yaşıyan, imti- yazlı o soylular sınıfının maddi ve mânevi çöküşünü kaçınılmaz hale getiren nedenleri ve İhtilâl Fran- sasının düştüğü anarşiyi açıkça gös- teriyor. Andre Acouart'ın havayı veren -ve hızla değişen- dekor ve kos- tümleri içinde Jean-Pierre Cassel (Marki), Michel Auclair (Başpisko- pos), Marie Dubois (Markiz), Da- nielle Volle (Aktris), Claude Lochy (Halk Şairi) gibi tecrübeli sanat- çıların renkli, canlı oyunları zevkle izleniyor. AKİS Avignon'da türkler Avignon o Festivalinin büyük özel- liklerinden birinin "Uluslararası Gençlik Karşılaşmaları" olduğunu anlatmıştım. Çeşitli ülkelerden gelen üçbinden fazla genci biraraya geti- ren bu "karşılaşmaları yakından görmek istedim ve çoğunun toplan- dığı Avignon Lisesinde İstanbullu bir türk genciyle karşılaştım: An- kara yokuşunun ünlü otellerinden birinin sahibinin oğlu olan ve Lo- zanda Siyasal Bilgiler Fakültesin- de okuyan Semih Vaner. Bana, gru- pundaki italyan, yugoslav, fransız arkadaşlarını tanıttı. Lisenin büyült yemekhanesinde hep beraber yemek yerken bana, Avignon'daki temsil- lerden, açık oturumlardan, ünlü sa- nat adamlarıyla her konuda tartı- şabilmekten ne kadar memnun ol- duklarım, tiyatro kültürlerinin ne kadar zenginleştiğini anlattılar. Yemekten sonra, Kız Lisesinin bahçesine gittik. Yüzyıllık çınarların gölgesinde Albert Simon, gençlere Moliere'i, "Tartuffe"ü, Planchon'un yorumunu açıklıyordu. Burada Pa- ris Büyük Elçimiz Nurettin Verginin kıza Nur Verginle karşılaşmak bizim için güzel bir sürpriz oldu. "Yedi Balkonlu Ev"in çevirmeni, birkaç gün için, temsilleri izlemeğe gelmiş, Albert Simon gibi ünlü bir Molie- re uzmanının konuşmasını da ka- çırmak istememiş. Onlarla beraber Albert Simon'u dinlerken, Devlet Konservatuvarının Tiyatro bölü- münde, Dil ve Tarih-Coğrafya Fa- kültesinin Tiyatro Kürsüsünde oku- yan gençlerimizden fransızca bilen- leri Avignon Festivaline göndermek- le neler kazanabileceğimizi düşün- düm. Uluslararası Tiyatro Ensti- tüsünün Türkiye Milli Merkezi, vak- tiyle isabetli bir iş yapmış, Devlet Tiyatrosundan, İstanbuldan birkaç genç oyuncumuzu bu Festivale gön- dermişti. Avignon'a gidenlerden biri de Coşkun Tunçtandı. Fransada kaldı, Parise yerleşti. Şimdi Paris sahnelerinde sahneye eserler ko- yuyor, çevirileri oynanıyor. Pek ya- landa Ankarada, Devlet Tiyatrosu sahnesinde, Moliere'in "Kadınlar Mektebi"ni de onun mizanseniyle seyredeceğiz. İlk denemenin verdiği bu güzel sonuç, ilgilileri, bu konu üzerinde önemle durmağa yöneltmelidir. 9 Eylül 1967