TİYA İstanbul Bir tiyatro daha... sn Oraloğlu yiyatrosu ile, ye- rtiyatro daha kazandı. Doğ- rusunu söylemek gerekirse, Oraloğ- lu topluluğu gecen mevsimdenberi faaliyetteydi. Pangaltı sinemasında, saat 18'de "6 Tiyatrosu" adı altında başarılı temsiller vermişti, Bu ba- kımdan şimdi İstanbulun kazandığı, Beyoğlunda, Tünele yakın sokaklar» dan birinin hemen köşesinde, büyü bir işhanının zemin katma yerleşti- rilmiş, 260 kişilik yeni bir o tiyatro le Burada evvelce bir eğlen- e yeri, bir bar varmış. Lâle Oraloğlunun bu küçük ti- yatroyu ne emekler, ne gayretler pa- hasına meydana getirdiğini tahmin etmek zor değildir. Bir eğlence yeri» luklardan birini yendiği de muhak- kaktır. Zira özel sanat toplulukları- nın belini büken, binasızlıktır. e Gişe gelirinin yüzde kırkını alıp götür- dükten başka, her mevsim, kime kıs- olacağı pek kestirilemeyen ti- Yeni bir İbsen Oraloğlu Tiyatrosunun ilk temsili Kadın" -1888- Yetmişüç yıl sahnemize çıkan bu eseriyle veçli dâhi, yeni bir sanat tiyatrosu- nun perdesini açmak ve hangi yolda ürümek istediğini göstermek için seçilebilecek en mühim yazarlardan biridir şüphesiz "Denizden Gelen Kadın". İbse- n'in fikir ve tezden yana bugün |- çin zamanaşımına uğramış görünen eserleri içinde, evlilik müessesesini hâ lâ bir "değiş-tokuş", bir "alışveriş" zihniyetiyle gören toplumlarda, yan- kılar uyandırabilecek güçte bir o- yun. Ellida'nın. aralarında büyük yaş farkı olan dul bir adamla, yetiş- miş kızların babası Doktor Wangel'- le evlenmeden önce gönül verdiği ve AKİS, 27 KASIM 1961 TR O yıllarca unutamadığı denizci, aslında hayattan beklediklerini, 'umduklarını bulamayan nice hayalperest gen; kadınının büyüsüne kapıldıkları bi- linmeyeni bilmek, tadılmamışı tat- mak, memnu olanı yapmak, dar u- fukları bırakıp enginlere (o açılmak arzusu değil midir? Nitekim bu ar- zu, onu gerçekten seven kocası, Ya- bancı ile gidip gitmemekte kendisini tamamiyle serbest (bıraktığı zaman hava alan bir balon gibi osönüvere- cek, Ellida'ya o güne kadar farkında olmadan içinde yaşadığı cenneti, ken- disini bekleyen huzur ve sükün dolu saadeti, zevkli vazifeleri oanlamak fırsatını verecektir. İbsen, Norveç kıyılarının buğulu 7e loş havası içinde, vakasını usta* kim olabilseydi, een zler Kadın ' temsilleri sim kadar seyirciyle dolup © aşabilirdi.. Bununla beraber Lâle Oraloğlu, ilk perdeler için tansiyonu (yüksek -arkadaşlarının durgunluğu (o yüzün- den de biraz teatral- oyunuyla da zevkle seyrediliyor. o Lyngstrand'da Burçin Oraloğlu, Hilda'da Can Dirim temsilin gamlı havasına bir tazelik getiriyorlar. Boletta'da Ani Şahna- zar rahat oyunu ve temiz diksiyonuy- la dikkati çekiyor. Kısacık Ballested rolünde İbrahim Delideniz kusursuz bir İbsen kişisi. Sadri Alışık Yaban- cıya muhtacolduğu diri ve esrarlı hüviyeti ölçülü bir oyunla -Fanto- malığa düşmeden- veriyor. (o Doktor Wangel'de Mümtaz Ener, bu tecrübe- li ve değerli sanatçı, ne yazık silik kalıyor. Rolüne bir gecede ha- zırlanıp çıkmış gibi ürkek bir hali var. Tonlarının biteviyeliği, en kü- "Denizden Gelen Kadın" da Hâle Oraloğlu Boşa gitmeyen emek lıkla yürütmekte ve savunacağı fikri de son perdeye kadar seyirciden çok güzel saklamaktadır. Sahnedeki oyun "Denizden oOGelen Kadın"ı Lâle Ora- loğlu farketmemeğe imkân ol- mıyan bir itina ile, titizlikle sahneye koymuş. Teoman Orberkin şiir yük- lü dekorları içinde en önemli olanı, İbsen kokusunu ve Kuzey kıyıları- nın durgun havasım seyirciye ulaştı- rıyor. Oyuna gelince.. Ne yazık ki oyun, bütünüyle, rejinin ve dekorun yarat- tığı havayı tamamlıyamıyor. Belli- başlı rollerde göze çarpan ya lü- zumundan fazla dramatik, ya da, tersine, çok durgun ve heyecan- sız ifade, dengeyi bir türlü mıyor. Bütün rollere Lâle Oraloğlu- nun -son perdelerde normal dozunu bulduğu- canlı, duygulu oyunu ha- çük bir reaksiyona bile yer vermeyen oyunu seyirciye bu hissi veriyor. Satıldı Ev Ahmet Kutsi Tecerin Şehir Tiyat- rosunda -şimdi Kadıköy bölü- münde- oynanan yeni telif piyesi insanı hayal kırıklığına (o uğratıyor. "Köşebaşı" ve "Köroğlu" gibi sahne- mize üstün değerde iki eser vermiş olan bir yazar, "Satılık Ev" gibi her bakımdan zayıf bir denemeyi ramp ışığına keşke hiç çıkarmasaydı... Vaka Ankarada geçiyor. Kısa kı- sa ikişer tabloya bölünmüş. ÜÇ per- de içinde ocanlandırılmak istenen, maddi - mânevi yorgunluklar sonun- da, bir gün şiddetli bir "şok" geçir- mİŞ, şuurunu kaybetmiş, bir yıl son- ra iyi olmuş, sonra gene şuurunu kaybetmiş bir aile babasının, Kayanın hazin hikâyesi... Fatin Ka- ya için "durmuş" olan o bir yıllık 31