Haftanın içinden Bir Çılgınlığın içindeyiz Her şey gösteriyor ki (milletlerin hayatında zaman zaman, akılların başlardan tamamile uçup gittiği anlar oluyor. Adeta bir kolektif çılgınlık (insanları sarıyor, en basit »gerçekler görülmez hal alıyor, hisler her türlü mantık zaruretlerini bastırıyor. Bunun top- lumun seviyesiyle, kültürle, aydınla, karayla bir alâ- kası yok. Tarih kitabının sayfaları şöyle bir karıştırıl- dığında hemen görülüyor ki tâ eski devirlerden bu yana böyle haller en iptidai kütlelerin de, en medeni toplu- lukların da başına gelmiştir. Herkes ne yaptığını bil- mez olmuştur, her tel ayrı ses vermeye başlamıştır, görevleri aydınlık saçmak, ışık vermek olanlar öteki- lerden bile fazla sapıtmıştır ve en sonda felaket gelip çatmıştır. Bu çeşit hâdiselerin son misali Almanyanın Weimar Cumhuriyetini Hitler idaresine bağlayan dev- ridir. Şu anda Türkiyeyi, tarifsiz huzursuzlukların bek- lediğini görmemek için, bilinmez, kör olmak kâfi mi- dir? Uçurumun kenarını dahi aşmış olduğumuz, hır acı gerçektir. Niçin anlamıyoruz ki biz, düşmekte olan ve tutunacak dal arayan adam durumundayız? O dalı bulabilecek miyiz? Bulursak, yakalayabilecek iniyiz? Yakalarsak, dal bizi çekebilecek mi? Yoksa onu da beraberimizde mi sürükleyeceğiz? 1961 o Türkiyesini başka halde sanabilmek, pek hayalperest olmakla ka- bildir. 15 Ekim günü önümüze çıkan fırsatı kaçırdığı- mız takdirde bu duruma düşeceğimiz meçhul değildi. O basit gerçeği görmeyenler, millete de göstermemek için ellerinden geleni yapanlar, hele küçük hesaplarla bugünkü neticeyi hazırlayanlar, ne yazık ki hâlâ ayıl- niuinışlardır. Belki gaflet, belki dalalet, belki hıyanet. Yazık ki, bunu tartışacak Kadar dahi vaktimiz yoktur. İhtilâlin, ihtilâl sonrası için elzem, hayati bulduğu şartları yerine getirmeksizin İkinci Cumhuriyetin yap- raklarını nasıl çevirebileceğimiz -yani çeviremeyece- gimiz- hususu gözlerin önünden silinmişe (benziyor. İkinci Cumhuriyetin yapraklarını çeviremediğimiz tak- dirde ise neyle karşılaşacağımız, daha da geri plânda tutuluyor. Bambaşka rejimlerin, bambaşka idare tarz- larının millete mutluluk getirebileceği hayali, iyi ni- yetli kafalarda şimdiden yeşermiştir bile. Bir takım ay- zun içinde bulunduğu şartları belirtiyorlar. Hiç kimse şüphe etmesin, o şartların mevcudiyeti hepimizin içini yaktığına göre, onları ortadan kaldıracak yolu biz aç- madığımız takdirde başka yollar mutlaka denenecek- tir. Bunun Türkiyemize felaket getireceğini (o görenle- rin, tam bir çılgınlık içinde, his âleminden mantık âle- mine bir türlü geçemeyişlerini nasıl izah etmek kabil- dir? Pire için yorgan yakanlar bile bu, oturdukları da- lı kesenlerin yanında dünyanın en akıllı insanlarıdır. Önümüzde, bazı kimselerin sandıkları gibi, bir de- ğil, iki dar geçit vardır. Biz ise, daha birincinin önün- de, ayak adalelerimizin bütün gücüyle direniyoruz. Demokrasimiz, hatta ismen dahi olsa İkinci Cumhuri- yettiniz, eğer kendisine şu anda bir nefes alma süresi sağlayamazsak mutlaka ölecektir. Günün âcil mese- lesi budur. Bu dar geçitten geçip ogeçemeyeceğimiz meçhuldür. Ama oradan geçsek bile, çılgınlığımız de- vam ettiği takdirde, hasta ciğerleri suni teneffüsle AKİS, 13 KASİM 1961 Metin TOKER ilelebet yaşatmak mümkün bulunmadığına göre, fela- ket ikinci geçitin başında gelip çatacaktır. Türkiyede demokrasi tecrübesine, bir gerçek za- ruretin neticesi olarak geçilmiştir. Ondan evvelki dev- reyi idare edenler, harp sahalarında kazandıkları mil- fi zaferlerin prestijiyle otorite sağlamışlardır. Ama bunların ikincisi, bir gün kendi kendine sormuştur: Peki, benden sonra ne olacak? O suale, aynı adamın gene kendi kendine verdiği cevaptır ki türk toplumunu demokratik hayata götürmüştür. Milletlerin mukadde- ratım ellerinde tutan insanlar, mutlaka bir (kuvvete dayanmak zorundadırlar. Tarihten gelmiş olmak bir kuvvettir. Ama tarih, memleketlere ilelebet adam gön- dermez ki.. Demokratik hayatın açılışından bu yana onbeş yıl geçmiş bulunuyor. Onbeşinci yılın sonunda, dönüp do- laşıp, onbeş yıl önce "Peki, benden sonra ne olacak?" sualini kendine sormuş adamı dar geçitlerin birincisin- den bizi geçirebilecek tek şahıs olarak yakalamış hal- deyiz. Çılgınlığımızın o fırsatı da heba edip etmeyeceği gerçi meşhuldür ama, heba etmese bile, şimdi bizim, o günden bu yana onbeş yaş ihtiyarlamış fâniye bakarak "Peki, ondan sonra ne olacak?" sualini sormamamıza imkân var mıdır? sualin iki cevabı vardır. Mensubu olduğumuz, mensuba olmakla övündüğümüzü her zaman söylediği- miz bu toplum ya demokrasiye ehildir, ya değildir. Bu toplum, 15 Ekim günü, kendisini demokrasiden tama- mile mahrum etsin diye bir takım temsilcileri başkente göndermemiştir. Ama, niçin yalan söylemeli, demokra- siye pürüzsüz geçecek bir ortamı da oyuyla bizzat kur- mayı başaramamıştır. O halde, ümit, temsilcilerinin sağduyu göstermeleri, bu son fırsatı kaçırmamalarıdır. Bu ümit tamamile söndüğü an, memleketin tek orga- nize kuvveti bir defa daha ve gene milletin kendisini ittiği yoldan geçerek iktidara el koyacağız. Bunun, belki de toplumu nereye götürebileceğini (düşünmek dahi tüylerin ürpermesine kâfidir. En iyi niyetlerin, en mükemmel plânların bazı gerçekler, bazı ciddi şart- lar hesaba katılmadığı ve bazı durumlara doğru teşhis konmadığı için nasıl kül olup gittiğini strateji ilminin en selahiyetli temsilcilerinin bilmemesine imkân yoktur. Kuzeyden gelen rüzgârların, gemimizin yelkenini hep, tekneyi o tarz bir idareye götürmek için doldurduğunu hatırlamalıyız. Askeri idare kurulduğundan beri kuzey istikametinde beliren bütün teşvikler demokrasiye ge- çilmemesi, iktidarın elde tutulması, politikacılara ve- rilmemesi yolunda olmuştur. Başkentte, bunun asker ve sivil, kudretli ve kudretsiz bin tane tanığı vardır. Bir blok memleketin resmi temsilcileri hep onu telkine çalışmışlardır. Bu, işin sonu için besledikleri ümitlerin ne olduğunun delilidir. "Biz o ümitlerin hepsini boşa çıkarırız" arzusunun, (mutlaka başarı kazanacağım kimse temin edemez ma eğer biz, çılgınlığımızdan kurtulmaya muk- tedir olursak ye bir müdahale zaruretini ortadan kal- dırırsak tehlikesiz yolu açmış oluruz. Bu müdahale, hiç kimse tarafından gönül rızasıyla istenmediğine gö- re, birinci geçitle ikincisi arasında nefes alabiliriz. Kim bilir, belki birinci geçit, ikinci geçitten Si için onbeş senedir alamadığımız dersi de bize v. Kara bir levha. Ama, levha bu!