SİNEMA rusu, mutluluk yolunda dikilen engel- leri yenme savaşma iterdi. Groucho hareket ve sözle, Harpa yalnız ha- reket ve mimikle "komik"i sürdürür- dü. Yalnız ikisi de kendilerini çizgi üzerine getirecek "beyin"den yoksun- larken, Chico, işe karışırdı. Marx Kardeşlerin bir başka özel- liği de, durmadan kendi kendilerini yenileme çabalarıdır ki, uzun yular tutunmalarının ve sevilmelerinin tek sebebi bu olmuştur. Başarılarının en önemli yanı, çıkışlarının A. B. D. nin ekonomik buhranı devrine rastlama- sıdır. Gerçeği alabildiğine kendi çıkar larına kullanırlar, seyirci için bir çeşit Avuntu kaynağı da olurlardı. Bu, ge- lecekte aleyhlerine dönecek bir silah da olabilirdi. Nitekim oldu da. Çağın-» dan çok, günün geçici gerçeklerine eğilen Marx Kardeşlerin o"komik'"i, buhran atlatılıp yeni gerçeklerle kar- şılaşılınca, hızla eskimeye yüz tuttu. Üstelik, bir süre sonra da Kardeşler yaşlanmaya ve yorulmaya başladılar. ' Topluluk, birkaç kere dağılma tehli- kesi atlattı ve günün birinde de bu tehlikeden yakasını kurtaramadı. Minnie Marx, uzun yıllar önce ço- cuklarıyla birlikte Almanyadan Ame- rikaya göçmüştür. Kardeşlerin yetiş- mesinde, sahneye ve sinemaya geçip bugünkü ünlerine kavuşmalarında anne Marx'ın emeği sayılamayacak kadar çok ve büyüktür. Anne Marx ve beş çocuğu, şehir şehir dolaşarak gez- ginci tiyatrolarda önemsiz ve küçük numaralar yaparak hayatlarım kaza- nıyorlardı. Anne Marx ve Groucho hariç, diğer dört kardeşin her biri bir enstrüman çalmasını öğrendi. Chico, beş kardeşin içinde en yakışıklısı ve en aklı işe yatkın olanıydı. İnatla di- rettikleri için sahnede başarıya ulaş- tlar, sonra da Hollywood'a geçtiler. Sinema, onların A. B. D. sınırları için- de gelişen ünlerini bütün dünyaya yaydı ve genişletti. Filmler Türk sinemasında Yeniler Faruk Kenç, Baha Gelenbevi, Şadan Kâmil, Aydın Arakon ve Şakir Sırmalının içinde bulunduğu Sl ku- şak rejisörlerini, daha sonra Akadla- rın, Erksanların, Karamanbeylerin, Yılmazların, Sedenlerin ve Ünle- ettiği orta kuşak re- bir o öncekilerin getirip çıkmaza soktuğu Türk sinema- sını kurtarma savaşına girişmişler ve her biri kendi yönünden -sevaplarının yanısıra günâhları da vardır- olum- lu çalışma örnekleri vermişlerdir. Yal- nız, orta kuşak rejisörlerinin bu o- lumlu çalışmaları hiç bir zaman bir bütünlüğe erişememiş, yarım kalmış- tır. Başta Muhsin Ertuğrul olmak 44 üzere, eski kuşak rejisörlerinin Türk sinemasına ettiği kötülükler, kolay kolay arınacak soydan değildir. Orta kuşak, işte bu çıkmazdan kurtarma ve kötülüklerden arınma savaşında kendi kendini ağır ağır tüketmiş ve yıpranmıştır. Orta kuşak, bir yandan film yapma, bir yandan sinemayı doğ- ru dürüst bir gramere sokma ve bir andan da iyi sinemanın savaşını yap- ma zorundaydı. Geçen yılla gelen ve bu yıl sayıla- rını üçe, dörde çıkaran yeni kuşak rejisörleri ise, orta kuşağa nazaran yine de pek hazıra konmuş sayılmaz- lar. Savaşmanın kendilerine tanıdığı film yapma hakkım kolaylıkla yeni- lere kaptırmak istemeyen orta ku- şak, yenileri -eski kuşağın kendilerini karşıladığı gibi- öyle güleryüzle kar- şılamamıştır. Yeniler, hem eski, hem orta kuşak rejisörleriyle ayrı ayrı uğ- raşmak zorunda kalmışlardır. Ayrı- ca, iki kuşaktan daha değişik (odü- şündükleri için de prodüktör ve seyir- ciler tarafından yadırganmaktadırlar. Yeniler kuşağından bir Halit Refiğin geçen yıl yaptığı "Yasak Aşk," ko- lay kabul edilmiş bir film değildir. Yeniler hem şekil ve hem de konu yönünden yenileşme çabasını bu ve buna benzer ilk denemelerden sonra -şimdilik- bırakmış görünmektedirler. Daha çok şekilcilik üzerinde durmak- ta, yaratıcı olmak yerine de batılı sinema ustalarının çeşitli etkilerini sürdürmektedirler. Birkaç rejisörün etkisi yerine tek bir rejisörün etkisi- ni, ya da yerli bir ustanınkini tercih edenler de yok değildir. Çok etkiliye Halit Refiğ, tek etkiliye Suphi Ka- ner-Godard'ın "A Boute de souffle -Serseri Âşıklar"daki (o çalışmasından "Yedi Günlük Aşk'"ına uygulaması- yerli rejisörlerden Osman F. Sedene yaklaşır bir ritm ve çalışma örneğine de Ertem Göreç gösterilebilir. Bu ara- da, yaşça genç olup da kafa ve üslüp bakımından orta kuşaktan çok eski kuşağa sıkısıkıya bağlı meselâ bir Nejat Saydam, bir Ülkü Erakalın ve bir Türker İnanoğlu da sayılabilir. "Yedi Günlük Aşk" ve.. Yenilerin ilgi çekici bir yanları diretmelerini bir yere kadar türmeleri ve orada herşeyi oluruna bırakarak iyi başladıklarım "yerli film" geleneklerine uygun bitirmele- ridir. Türk sinemasında komik ola- rak bilinen Suphi Kanerin filmi "Yedi Günlük Aşk" da ve omontajcılıktan sinemaya geçen Ertem Göreçin filmi "Otobüs Yolcuları"nda durum, bu merkezdedir. Ertem Göreçin usta işi, fakat klâsik sinemasına karşılık, da- ha cesurca bir denemeye girişen Sup- hi Kaner, başlarda "belki olur" bir hikâyeyi ortaya kadar kendisinden beklenmeyen bir sinema çalışmasıyla getirmekte, yarısından sonra ise hem hikâyesini, hem de sinema çalışmasını "yerli'leştirmektedir. Ertem Göreçde ise hikâye, aşağı yukarı Suphi Ka- nerinkine yaklaşıktır. "Otobüs Yolcu- ları"nın hikâyesi birçok bakımlardan Kanerin "Yedi Günlük Aşk'"ından çok daha büyük iddia sahibidir ve birinci- sinin "yerliliği" iyi niyetli çabasına bağışlanırken, Göreçinki bu çeşit bir işleme -öyle kolay kolay- tâbi tutula- mamaktadır. da, gö- "Yedi Günlük Aşk"da küçük in- -anlarla düşmüş kadınların çevresi, dar ve çok sınırlandırılmış Ölçülerle verilmek istenmektedir. Kaner, me- selâ bir Ün, ya da bir Erksan kadar çevreye inmesini becerememekte, o- nun yerine kişiliklere ve o kişilerin davranışlarına dönmektedir. Bu dönüş "rejisör-oyuncu" alışverişi iyi düzen- lenemediğinden, havada kalmakta ve iyi sinema yapma çabası da boş yere harcanmaktadır. Ertem Göreçin "O- tobüs Yolculan"nda ise, durum tam tersinedir. Göreç, bizde ender rast- lanan bir başarıyla çevreye inmesini becermekte fakat bu defa da hikâye- sinin kişilerini işlemeyi unutmakta- dır. Göreç için önemli olan yalnızca çevredir, çevrenin filme fon teşkil e- den kişileridir. Bu çevre ve fon kişi- ler hikâyenin kahramanlarını etkile- mektedirler ama, bu, zorlama bir et- kileme olmaktadır. Sonra sonra hikâ- da beylik seriyellerin trüklerine bulanması, Gö- reçin bütün çabasını baltalamakta ve "sosyal" olmaya yönelmesini de ala- bildiğine gülünçleştirmektedir. Her iki yeni kuşak rejisörünün de bu filmleri ikinci denemeleridir — ve ne Kaner "Üsküdar İskelesi"nin, ne de Göreç o yarım "Kanlı Sevda"nın reji- sörüdürler. Her ikisinin de ortak ya- nı, yenileşme ve yeniye doğru bakma çabalarıdır ki, Türk sinemasında bir başka noksan yön de budur. Bu ba- kımdan, bu iki yeni rejisörün gelecek- lerinden umutlanmamak için -hiç ol- mazsa şimdilik- hiç bir sebep yoktur. AKİS, 13 KASIM 1961