" — Size istediğiniz işi verelim, dışarıya gönderelim" demiştir. Köprülünün "— Ben Üniversiteye dönmek is- terim" demesi üzerine de, Solmazer: Öyleyse bekliyeceksiniz" şek- linde "konuşmuştur. Dosya o günden sonra sırra ka- dem basmış, bir daha izine rastlan- mamıştır. Sabırsızlıkla beklenenler 147'ler meselesi, Üniversiteleri hem maddi bünyelerinde, hem de mâ- nevi varlıklarında sarsan bir buhran olmakta devam etmektedir. İçerde kalan öğretim üyelerinde birbirlerine karşı zerrece itimad kalmamıştır. Herkes birbirinden şüphe etmekte- dir. Öbür taraftan, esasen 27 Ekim 1960 tan öne mevcut öğretim üyesi sıkıntısı, büsbütün ciddileşmiştir. Ü- niversitelerde öğretim üyesi kadro- ları neredeyse yarı yarıya münhal* dir. Teknik Üniversitenin 33 profe- sör, 86 doçent ve 127 asistana, İs- tanbul Üniversitesinin de 53 profe- sör, 64 doçent ve 67 asistana ihtiya- cı vardır. Açıkta kalan lise mezun- ları, 147'ler meselesini müzminleştir- miş ve önemini arttırmıştır. Bugün 1000 talebeye bir hocanın isabet et- tiği kürsüler vardır. Üniversiteler, (o haksız uğra- 147'leri m Delieiek. Meselâ Teknik Üniversite Se- bırakacağı hiçbir olmadığına ittifakla ,147'lerden Teknik eği- tim üyelerinin bıraktıkları boşluklar olduğu gibi, hattâ odaları bile muha- faza edilmektedir. Teknik Üniversi- teli 147'ler, İstedikleri zaman odala- rna gidip çalışabilmektedirler. Tıp Fakültesi hariç, İstanbul Üniversite- sinde de durum aşağı yukarı aynıdır. Sadece Tıp Fakültesinde, bütün kad- rolar alelâcele doldurulmuş, 147'le- rin e girmeleri âdeta yasak e- dilmiştir tedir. Bir seneden fazla zaman zarfın- da, 147'lerden biri, Ord. Prof. Emin Onat vefat etmiş, bir diğeri de, do- çent Enver Bostancı ruhi depresyon geçirmiştir. 147'ler, Üniversitelerde bir tasfi- yeye değil, ancak bir reorganizasyo- na, bir reforma ihtiyaç bulunduğuna inanmaktadırlar. Ne var ki böyle bir ameliye, dışarıdan müdahaleye lüzum olmaksızın içeriden yapılmalıdır. Bir kaç defa sukutu hayale uğramış ve ağızları yanmış olan 147ler, elle tu- tulabilecek işaretlere rağmen karam- sarlıklarını muhafaza etmektedirler Ve kısa bir zaman içinde Üniversite- ye dönebileceklerine dair ümit besli- yememektedirler. AKİS, 13 KASIM 1961 CEMİYET popüler Madanoğlu paşanın büyük merakı: Elektrikli traş makinala- rı! Bir dost seyahata giderken "Ne getireyim, paşam?" diye sorsa, traş makinası ısmarlar. Bir iki kere kul- landıktan sonra da, başka bir dosta hediye eder. Merakların en masumu u... Gönül ister ki şu arada paşanın gönlünde traş makinasından başka ve o kadar masum bir başka merak baş kaldırsın: Hatıralarım yazma merakı! İki masum merak, adamın ömrünü doldurmak için fazla mı? * Çankayanın gezinti yerine (tâ te- pededir) artık Hyde Park ismi verildi, Hyde Park'ta, biliyorsunuz, hâtipler konuşur, halk etraflarına toplanır ve emniyet kuvvetleri sâde- ce seyirci kalırı Gürsel paşa burada halkın arasına girdiği ve sualli cevaplı konuştuğu için buraya bu. isim münasip görül- I BK sinden iki a uğrıyacakları tuttu. Vr pa o" dedi “beni kontrole mi teldiniz?” İki eski MBK üyesinin ne cevap verdikleri duyulmadı. * Cimdi fazilet devrine girdik ya. Gir- mediğimiz zamanlardaydı. Bir teşkilât vardı.' O teşkilâtta neden- se herkes birbirinin karısına, birbi- rinin kocasına âşık olur, ayrılır, tek- rar evlenirdi. Seyirci mizaçlı bir ha- nım geçen gün şunu söyledi: "— Erkekleri bilmem, amma ka- dınlara bakıyorum da, aşk barem derecesine göre oynuyor. Bir tek ha- nım, kocasından bir alt derecede bi- rine Mİ çala hep üste, hep üste.. Bu ne hikmetti Aşkın ilkmelinden sual olunmaz kil... * Herkes değişik pozda bu günlerde. Kimi büyük adam pozunda». Ki- mi küçük adam pozunda (pek küçük adam pozunda olanı yok ya...) Gü- lek, Meclisi etrafında toplıyacak tek adam pozunda| Bu pozda karar kıl- masına AP liler çok yardım ettiler ya... "Hissi" sebeplerden ötürü Güle- ği baş tacı ettiler. Gülek hâlâ a rında sağa Sola m taç halinde.. 14 lerin Pariste yankılı toplantıla- rından sonra, Romada da toplana- cakları dedikodusu dolaştı. Biri dü- şündü ve: — Memnun oldum, dedi. Bu su- retle Roma ataşesi de geri gelir. Şöy- le ufak bir turne daha yapsalar Av- rupada, bir hayli temizlik yapılır dış teşkilâtımızda. Bunu, 14 lere biri bir fıslasa. Ah, bir fıslasa.!.. Mehmed Ünaldı Mecliste gazeteci- lerin gırtlağına sarıldı ya.. O ka- dar yadırganmasın... Son zamana kadar Mehmed Ünaldının kasap dük- kânı vardı. Balmumcudan döndük- ten sonra (geçim dünyası bu) aç- mıştı... Tavuk ta satıyordu, üstelik... Aylarca gırtlaklanış gördü, yolunuş gördü... Yolunuş dedik de, Ünaldı ai- lesinin şirin bir hikâyesi var. Bir gün dükkâna yolunmamış 25 kadar tavuk geliyor. Yoldurmak için 5 lira öde- mek lâzım. Son derece hanım kadın olan Bayan Ünaldı, boş yere bu beş lirayı vermemek için sabaha kadar çocuklarının yardımıyla o25 tavuğu çırçıplak yoluyor... Ve model bir ta- sarruf örneği veriyor. o Mehmet 0» naldının yakını bunu anlatırken "İn- sanın bir günkü hiddetine göre hüküm vermemeli. Mazbut taraflarına göre hüküm vermeli" diyor. * Bitirdiğimiz O haftanın (o sonundaki cumartesi günü Gar Gazinosunu tıklım tıklım dolduran kalabalık bir- den coştu ve alkış, alışık olunmayan bir kahkaha tufanıyla koptu. Sahne- de, mikrofonun önünde genç bir a- Ankarada ilk programını takdim e- diyordu. Boran, başkentin pek. özlediği esprileriyle (oprogramını bitirirken, göz pınarlarındakl sevinç (yaşlarım masasındaki basın mensuplarından bi- le saklıyamadı. Hassas Boran, basın masasında gazetecilerle şakalaşarak Ankaradaki ilk başarısını tes'it et- ti. Masa pek doluydu. İspanyol komi- ği Moreno ve meşhur falcı oHabubi masanın neşe kaynağı oldular. Her mesleğin kendisine göre tehli- keleri vardır ama, anlaşılıyor ki en tehlikelilerden biri de dedikodu yazarlığı. Bunun delili, (o Milliyetin Leyla Erduranının başına ikide bir gelenler. Bundan bir müddet Önce kadıncağızın üzerine bir "Sosyete Hanımı" saldırmıştı. Bu sefer Leyla Erduran, bir "Sosyete Beyi"nin "fii- li tecavüz Ve hakaret'ine herkesin ortasında maruz kaldığı (o iddiasıyla mahkemeye koşmuş bulunuyor. Dâ- valı: Reşit Eğeli! V. C nin, bir eski transfer kıymeti... 25