Haftanın içinden İbret Levhası Yassıadada, bu son gün. Biraz sonra, sabahtan beri önümüzde cereyan eden geçit resmi nihayete erecek ve biz, vapurumuza binip döneceğiz. Bir daha gelme- mek üzere.. Şu, önümde oturan suçlu grubu da öyle. Onlar da, belki biraz sonra değil ama kısa bir müddet içinde derlenip toplanacaklar ve Adadan ayrılacaklar. Onlar da, bir daha gelmemek üzere.. Ama, ne drama- tik şartlar altında. Zira şu sırada, monoton bir ses her birinin günah payına isabet eden cezayı ilân edi- yor: 4 sene 2 ay, 5 sene, 6 sene, 7 sene, 10 sene, 15 sene, Müebbet Hapis, Ölüm.. Arada "Beraat" lafı da işitili- yor. Fakat o, öylesine az ki.. Hapishanelerde geçecek seneler, aa bitecek ömürler. İnsan, ister istemez ürperiyor Bu tiplerden pek azının siması yabancı. Gerçi bir takımının hatları yavaş yavaş hafızalardan silinmekte ama, gene de unutulmuş sayılmalarına imkân yok. He- le kendileriyle "unutulmaz şartlar" altında karşılaş- mış veya her birinden "unutulmaz hatıralar" edinmiş olanların gözleri önünde bir mazi kolaylıkla canlanıve- riyor. Onbir yıl geriye «giden bir mazi.. 1950 Mayısının son günleri. Başkent heyecan içinde. Ancak filmlerde görülen cinsten tatlı bir bayram havası esiyor. Oteller, lokantalar, gazinolar, Meclis hep bu acemi, ama ne ka- dar sevimli ve iyi niyet dolu simalarla dolu. Ter yarı- lıp eskiler içine girmemişler, bir ihtilâl de olmamış. Olan, sâdece bir seçim. Bir takım yenilmiş, bir başka takım yenmiş. Yenenler, yenilenlerin yerlerini alıyor- lar. İşte, şimdi bir buğday tarlasını andırır şekilde ayakta, hafifçe sallanarak kendilerine ve arkadaşları- na Terilen cezayı dinleyenler memleketlerinden, kö- şelerinden gelip başkentteki bu devr-i teslim mua- melesinde bulunduktan sonradır ki vatan çapında şah- siyetler olarak hafızalarda yer etmişlerdir. Tıpkı, ku- lislerden gelen bir aktörün birden bire. ramp ışıklarına çıkıvermesi gibi.. Spiker, cezaları okumakta devam ediyor: 4 sene Z ay, 5 sene, 6 sene, 7 sene, 10 sene, 15 sene, Müebbet Hapis, Ölüm.. Onbir yıl evvelki Mayıs ayının sonunda cereyan eden hâdisenin tıpatıp eşinin şu önümüzdeki Ekim ayının sonunda gene başkentte tekrarlanacağım düşünmemenin ve titrememenin imkânı mı var? Gene oteller, gene lokantalar, gene gazinolar memleketlerin- den, köşelerinden kalkıp gelecek yeni, yepyeni simalar- la dolacak. Onların acemilikleri tecrübeli gözleri ogül- dürecek, onların heyecanları, iyi niyetleri kalpleri ısı- tacak. Tavaş yavaş alışacaklar,' yavaş yavaş yerleşe- cekler ve memleketin mukadderatını ellerine alacak- lar. Tıpkı onbir yıl önce bunların yaptığı gibi. Kilit mevkilerine geçecekler, gündelik hayatlarımıza kadar tesir eden bir takım tasarruflarda bulunacaklar. Bakıyorum da, şu Sıtkı Yırcalı. Bir küçük şehir avukata. Esat Budakoğlu da öyle. Şem'i Ergin. Dudak- tan titreşen, aldığı cezanın ağırlığı altında ezik Os- man Kavrakoğlu. O Mayıs ayından önce varlıkların- dan dahi pek dar çevrelerinin dışındakilerin habersiz bulunduğu insanlar. Samet Ağaoğlu: Basit bir oufak memur. Mükerrem Sarol: Bir kasaba doktoru. Kabili- yeti nedir, vasıfları nedir, meziyetleri nedir, ahlâkı nedir? Hepsi, hepsi meçhul. Milletin oyuyla gömüldüğü AKİS, 18 EYLÜL 1961 Metin TOKER karanlıktan çıkmış, siyaset hayatımızın ön safında yer almış, sonra aynı milletin sillesini yiyerek nefret hisleri arasında bir Adaya tıkılmış insanlar.. Ta, yeni gelen lerin akibeti de aynı olursa? Bu milletin çilesi hiç bil- meyecek midir? Zira, hiç kimse şüphe etmesin. Ankaranın yeni sa- kinleri, önümüzdeki Ekim ayının sonundan itibarlı otelleri, gazinoları, lokantaları dolduracak olanlar ye- ni yeni Sıtkı Yırcalılar, Esat Budakoğlular, Şem'i En- ginlerden başkaları olmayacaktır. Bu fırın bu ekmek pişiriyor. Aralarından yeni yeni Osman Kavrakoğlu- ların, Samet Ağaoğluların, Mükerrem Sarolların çıka- cağını da bilmemiz lâzım. O halde, tarih mutlaka te- kerrür mü edecek? Allahtan ki bu sualin cevabı hayırdır. Zira o Sıt Yırcalılar, o Esat Budakoğlular, o Şem'i Erginler ve Os- man Kavrakoğlular, Samet Ağaoğlular, Mükerrem Sa- rollar -üç de böyle olmayabilirlerdi. Türk tarihinin şan ve şeref dolu bir sayfasını, iki muktedir, iyi niyet da liderin idaresinde yazabilirlerdi. Düşünüyorum da, B yarda ve Mendereste, yahut ikisinden sâdece birinde bu niyetin, idealistliğin, kendilerine dünyanın en hariküla- de kaderinin kapılarını açmış olan rejime, Demokrasi inancın zerresi bulunsaydı D. P. Grupları o bildiğini Gruplar mı olurdu? Asla! On yıl içinde o iki lider şahı yerleriyle bir takım insanları ellerine almışlar, yuğur- muşlar, bir başka biçime sokmuşlardır. Bizde Grupla kim ne derse desin, lider takımının kalıbına girmekte bugüne kadar kendilerini alamamışlardır. 1946 seçim - leri gibi tadsız hatıralar dolu bir seçimle kurulan 1946- Meclisinin İnönünün sevkettiği istikamete gidebileceği hiç hayal edilebilir miydi? Ya, onun tam aksine, en de- mokratik tarzda kurulan ve Demokrasiyi pürüzsüz ger- çekleştirsinler diye milletçe oraya gönderildiğini mü rik 1950-60 arası D. P. Grupları Bayar ve Menderes tesirleri olmasa bu kadar sapıtabilir miydi? lideri Grupları arzuladıktan yola itmekte, bizde asla müşkü- lata uğramadıkları içindir ki 1950 Mayısının sonuna başkenti dolduranlar, eğer liderleri adam çıksaydı v ya kendileri adam çıkmayan liderlerini değiştirme gücü- nü gösterebilselerdi şüphesiz Türkiyenin de, kendileri- nin de kaderi bambaşka olurdu. ki ayı sonunun gün ışığına çıkaracağı küçük şehir avukatları, kasaba doktorları, ufak memurlar için bunun ibret alınacak tarafı bulunmaz olur mu? Açıkça anlaşılmıştır ki bu topraklar üzerinde hiç bir kıramıyor ve saatlerin yelkovanlarım tem çevirmeye muvaffak olamıyor. O halde, liderler içi akıllılık, kendilerine tevdi edilen misyonun ne olduğu na evvelâ doğru bir teşhis koymak, sonra da ondan hiç, ama hiç inhiraf etmemektir. Demokrasi içine Atatürk Devrimleri. Yassıadanın bir daha tekeni etmemesinin pek basit formülü bu dört kelime içinde gizlidir. Lider sapıttı mı, Ekim ayının getireceği yeni başkent sakinleri için bir kurtuluş yolu vardır: Onun peşinden gitmek değil, kendilerini doğru yolda yürü tecek adamı derhal bulmak, şoförü bir an dahi tered- düt etmeden arabadan aşağı itivermek. Yassıadanın son günü, hatırıma gelen bunlar old