kalkacakken, Dolmabahçe sarayının yüksek kulesindeki saat henüz 7'yi bile göstermediği sırada rıhtım ka- labalıktı. Ön safta, sokağa bakan ya- na tahta parmaklıklar konmuştu ve süngülü askerler nöbet bekliyorlardı. Vapurun kalabalık olmayacağı hemen anlaşıldı. Davetiyelerin dağı- tılmasında hiç cömert davranılma- mıştı. Bol miktarda basın mensubu, üniformalı subay dinleyici, çok avu- kat ve az, talihli sivil vardı. Yaban- cı gazeteciler, bilhassa Amerikalılar göze çarpıyordu. Bunlar, garipsedik- leri bir hadiseyi anlattılar. Bir gün önce İstanbul Radyosunun Komuta- nı kendilerine Liman Lokantasında i. Orada Yassıada kararlarının çıkacağını, bunların en az oniki, en geç yirmidört saat için- de infaz olunacağım söylemişti. Cid- di bir basın ahlâkına sahip gazeteci- ler bu bilgiyi (oyazabilip yazamaya- caklarını Komutandan sormuşlar ve müsbet cevap almışlardı. Hatta, bir lisan hatasına düşmemek için sual- lerini türkçe tekrarlamışlardı. Evet, yazabilirlerdi.. Bu yüzdendir ki o sa- bah yabancı basının mensupları, Türk meslekdaşlarından daha talihli bir şekilde, neyle karşılaşacaklarım bilerek -yahut öyle sanarak- Adaya gidiyorlardı. Adaya çıkıldığında, duruşmaların aşina simalarım bir yenilik karşıla- dı. Gazinonun önüne, zarif bir Ata- türk büstü konulmuştu. Bu, Adada şerefle hizmet gören her sınıftan su- bay, assubay ve erlerin bir armağa- nıydı. Büstün kaidesi üzerindeki ta- rih o gün bir faslın kapanacağının yeni delilini teşkil etti. Mermere "27 Mayıs 1960 e» 15 Eylül 1961" yazıl- mıştı. Saat dokuzu biraz geçe, dâvetli- ler salondaki yerlerini almışlardı. Sa- nıklara ayrılan kısmın tanzimi me- rak uyandırdı. Başkanlık divanının önüne gelen bu kısma, iki kol üzeri- ne, dörder iskemleli beş sıra yerleş- tirilmişti. Mikrofonun etrafında da, ikişerden o karşılıklı dört osandalya vardı. Bir başka sandalya şahit mik- rofonunun önünde duruyordu. Böyle- ce, tahta parmaklıkların arası 44 sa- nık alacaktı. Her zaman sanık yakın- larına ayrılan D bloku tamamile boş- tu. O kısım, duruşmaların sonuna ka- dar vazifeli subaylar tarafından iş- gal edildi. Hükümler nasıl açıklana- caktı? Sanıklar, demek ki toplu hal- de getirilmeyeceklerdi. O halde, dâva dâva bloklar mı teşkil edilmiştiT Bu sırada, İstanbul Valisi Korge- neral Refik Tulga sivil elbiseyle gel- di ve C blokunda bir yere oturdu. O- nun haricinde, resmi şahsiyet yoktu. AKİS, 18 EYLÜL 1961 Ordu Komutanı Cemal Tural ve Gar- nizon Komutanı Faruk Güventürk şehirdeki asayiş (tedbirlerine neza- ret ettiylerinden gelmemişlerdi Saat 9.08 idi ki ellerinde makineli tabancalanyla muhafız kıtası içeri girdi. Salondaki emniyeti, yüzbaşılı- ga terfi etmiş bulunan yakışıklı Er- doğan sağlıyordu. Kara, Deniz ve Hava kuvvetlerine mensup subay vs erlerden kurulu muhafız kıt'ası sert adımlarla tahta parmaklıkların et- rafındaki yerini aldı. Her biri çakı gibi erlerin ayak sesleri, tenha salon- da ürpertici akisler uyandırdı. Heyecan dalgası Salonun dramatik havası, perde per- de artan heyecan dalgasıyla ağır- laştı. Saat 9.10'da hâkimler, denize bakan açık kapıların önünden geçti- ler. Avukatlar, kendilerine ayrılmış iki bloku tamamile doldurmuşlardı ve endişeli görünüyorlardı. Araların- dan bazılarının zaman zaman takın- dıkları mütecaviz, hattâ şımarık ta- vir kaybolmuştu. Bunun yerine, yüzleri sert çizgiler kaplamıştı. Din- leyicilere çevrik blokun ön sırasında Samet Ağaoğlunun "avukat hemşi- re"si, Celâl (OoYardımcının "avukat hemşire"siyle yanyana (oturuyordu. Daha geride, Refik Koral tanın şiş- man "avukat kerime"si vardı. Daha başka "avukat akrabalar" da yerle- rini almışlardı ve merak dolu heye- canlarıyla kendilerini belli ediyorlar- dı. İçlerinde en göze çarpanı Sürey- ya Ağaoğlu idi. Saat 9.25'e geldiğinde gözler ka- pıya dikildi. İçeri ilk kim girecekti? Tahminler, daha ziyade Celâl Bayar üzerinde düğümlendi. o Divanda ilk görülen dâva, onunla alâkalı "Köpek Davası" idi. Duruşmaların I numa- ralı sanığı da, düşük Cumhurbaşka- nıydı. YASSIADA DURUŞMALARI Bu sırada, Ordu Film Merkezinin elemanları, başlarında Başkanları Nusret Eraslan -o da, binbaşılığının tek yıldızına yarbaylığının ikinci yıl- dızını oeklemiştir- son hazırlıklarını tamamlıyorlardı. e Fotoğrafçıların ve film operatörlerinin bir kaç gün A- dada kalacakları, infaz olursa onu ve Adadan hapishanelere yapılacak sev- kiyatı tesbit (oedecekleri (o öğrenildi. Kurmaylar, dört başı mamur plân hazırlamışlardı. 9.30 geldi ve geçti. Merak, heye- can, asabiyet son haddindeydi. Sa- nıkların i sokulmadıkları 9.35'te kapıda ların 3 numarası, Medeni Berk tâkip ediyordu. Menderesin ilk giren yirmi kişi arasında bulunmaması tefsirlere yol açtı. oGetirilenler eski iktidarın Cumhurbaşkanı, Kabine üyeleri ve Meclis Başkanlık Divanıydı. Bunlara Menderesin ilâve edilmemiş olması, cezalar arasında fark bulunduğu ze- habım doğurdu. Demek ki, cezalara göre gruplar teşkil edilmişti! Fakat kazın ayağının öyle oolmadığı kısa zamanda meydana çıktı. Celal Bayar koyu kurşuni bir el- bise giymişti. Yüzünde, geride bırak- tığı seksene pek yakın yılın yorgun- luğu vardı. Hatları çekikti. Saçları- nı yeni kestirmiş olduğundan zayıf görünüyordu. Ağzım açık tutuyor ve daha ziyade oradan nefes alıyor- du. En fazla çökenlerin Zorlu ile Po- latkan oldukları görüldü. Süküneti- ni muhafaza eden, bir İlhan Sipahi- oğluydu. Tevfik Beri ayaklarını bi- tiştirip ileri uzatmış, sinirli sinirli sallıyordu. Ötekilerin şaşkın ve heye- canlı halleri vardı. Ethem Menderes siyah gözlüklerini takmıştı. 9.45'de, kıyafetini giy- miş olan havacı muhafız yüzbaşı Ha- letin sert adımları, duruşmaların â- Çoğunlukla Ölüm Cezası Refik Koraltan - Bahadır Dülger - Nusret Kirişçioğlu İ . Emin Kalafat - Rüştü Erdel- Erozan - İbrahim Kirazoğlu - Agâh hün - A. Hamdi Sancar - Baha Akşit - Osman Kavrakoğlu - Zeki Erata man Koraltan Akşit Dülger