Haftanın İçinden Canı Dişe Referandum gününün Türkiyede bir seçim havası için- de geçtiği ve hiç olmazsa el altından öyle hazırlan- dığı anlaşılıyor. O gün, Anayasa hemen tamamile bir kenara, bırakılmış ve memlekette mevcut "uygun kuv- vetler" ile "aykırı kuvvetler" Referandum sandıkları başında karşıkarşıya gelmişlerdir. Neticenin, "uygun kuvvetler" için kesin ve şerefli bir zafer teşkil ettiğini görmemeye imkan yoktur. Cumhuriyet ( tarihimizin başında, 1921 Anayasası böylesine serbest bir halko- yuna sunulsaydı "aykırı kuvvetler" kahredici bir gali- biyet kazanırlardı. 1930 yıllarında, Serbest Fırka tecrü- besine heveslenilmesiyle birlikte aynı kuvvetler ağır- lıklarını -ve hlikelerini- derbal O hissettirmişlerdir. 1950 seçimi, bir "karma kuvvetler" savaşıdır. D. P. nin zaferinde aydın kitlelerin aslan fayı bulunduğu halde 1954'ten itibaren D. P. liderlerinin, bilhassa Samet Ağa- oğlu tipi iti i ğ kuvvetler"e dayanarak bu memleketi idare edebilecek- lerini sanmaları hatalarının en büyüğü olmuştur. Her şeyin meydana çıkmış olduğu 1957 seçimlerinde, ölüm kalım savaşım veren "aykırı kuvvetler" ve "uygun kuv- vetler" denk halde olduklarını belli etmişlerdir. Hattâ, bütün handikaplara rağmen D. P. nin karşısındaki ma- nevi koalisyon ufak bir üstünlük bile elde etmiştir. 9 Temmuz günü, "aykırı kuwetler”", belki de Türikiye- mizin tarihinde ilk defa olarak münakaşa götürmez bir hezimete uğramışlardır. Yüzde 60'ı geçen bir "uy- gun kuvvet" karşısında yüzde — ı dahi bulmayan bir “aykırı kuvvet", ban kimselerin palavra sandıkları mefhumların ta topluluk içine artık yerleşmiş olduğu- nun parlak delilidir. Başı koparılmış eski D. P. teşkilâtının, sandıklara kırmızı oy girmesini sağlamak için canını dişine taka- rak ve bütün imkânlarını kollanarak çalışmış olduğu bugün artık bilmen bir gerçektir. Mücadele, bir bakı- ma asıl manasıyla da "kelle mücadelesi" olarak geç- miştir. Şimdi, Samet Ağaoğlu Yassıadada sorgusu sı- rasında savunmasını da yapmaya davrandığında abla- sı ve avukatı Süreyya Ağaoglunun yerinden fırlayarak bunu engellemesi ve "bir ay sonra memlekette bam- başka şartlar olabilir, kardeşim savunmasını o zaman yapacaktır" diye feryat koparması tamamile değişik bir mana almaktadır. Başı koparılmış eski D. P. teş- kilatı, ümitlerinin tamamını bağladığı ta son sava- şında her çâreden faydalanmış, bohçacı kadınlar dolaş- tırmaktan beyanname dağıtmaya kadar bütün vası- taları kullanmış, nabızlara ayrı ayrı şerbet vermiş, giriştiği kuvvet gösterisi sonunda herkese "Oo, memle- kette şartlar artık bambaşka" dedirtebilmek için can- siperane ' gayret sarfetmiştir. Seçim günündeki sürpriz ve baskın avantajını da kaybetmek pahasına böyle bir denemeye Referandum günü girişmek, Yassında mace- rasının sonundan evvel "aykırı kuvvetler"in varlığı- nı mutlaka gösterme lüzumuna Demokratların kam- pında nasıl hayati bir önem verildiğinin açık delilidir. Bu, bir kozu erken kırma zorunda kalmaktan zerrece farksızdır. Buna rağmen netice, yüzde 35'in pek hafif üstünde bir nisbetten İbarettir. Bu, memleketin istik- baline güvenle bakmak için haklı, yerinde bir sebep- AKİS , 17 TEMMUZ 1961 Takarak... Metin TOKER tir. Hâdisenin, Cumhuriyetimizin tarihinde ilk defa vu- ku bulması 9 Temmuz gününü, o manasıyla da bir dö- nemeç haline getirmektedir. Ancak, hatırdan bir an dahi çıkarılmaması gere- ken husus, savaşın devam ettiği gerçeğidir. Bir defa, “aykırı kuwetler"in Referandum günü yaptıkları çı- kışı iyi hazırladıkları, “uygun kuvvetler"i fenersiz ya- kaladıkları muhakkaktır. Referandum günü Anayasa- nın ele alınacağını sanmak ve ta metne ayları oy ver- menin hiç kimseye hiç bir fayda sağlamayacağını bil- mek " "uygun kuvvetler" kampında bir rehavet havası- nın esmesine yol açmıştır. Kolay bir zafer teşhisinin he- men herkesçe konması, Referandum günü Anayasa bir tarafa İtilip te gövde gösterisine kalkışılınca nisbet olarak beyaz oyların miktarını yüzde 65 civarına bağ- layıp bırakmıştır. Referandum haritası da, İbret verici bir manzara göstermektedir. Hissi davranmaları muhtemel Borsa veya Aydın gibi bölgeler bir kenara bırakılsa bile gör- memek imkânsızdır ki Doğudan Marmara kıyılarına kadar kırmızı oylar çoğalarak gelmiştir. Bunun şaşı- lacak bir tarafı yoktur. Çeşitli mahsullü müstahsil böl- geler, D. P. politikasında her şeyden çok kendilerini tatmin eden bir ekonomi siyaseti görmüşler, bulmuş- lardır. C.H.P. nin, elbette ki kendi yağımızla kavrulma- ya mecbur olduğumuz yıllarda Ur zaruret olarak be- nimsediği ziyadesiyle Ortodoks, batta münkabız İktisat sistemi bu bölge için D. P. yi bir Ümit ışığı haline sok- muştur. Buna rağmen 1960 yıllarında, Menderesin hu- dudu aşırılmış enflasyonist tutumu yavrularını yiyen bir kedi gibi bu bölgelerde de mukadder tahribatım yapmaya başlamıştır. Ancak, ihtilâlden bu yana geçen devir, piyasa düzeni ve İktisadi durum bakımından, he- le pek basiretsiz bir takım tasarruflar dolayısıyla her devri aratacak hal gösterince kör, badem gözlü oluver- miştir. Kırmızı oy veren bölgeler halkı, kızılacak yerde anlanmaya çalışılmalıdır. Başı koparılmış eski D. P. teşkilâtı orada vatandaşın günlük sıkıntılarını başarıy- la istismar edebilmiş ve "aykırı kuvwvetler"e taraftar toplayabilmişse, bu, bilhassa yarının İktidarı için ders- lerin en kıymetlisidir. Türkiyede, vatan sathına şanel bir huzurun tek yolu, ekonomik hayatı derhal ve en geniş şekliyle canlandırmak, D nin tatbik edemedi- ği, yüzüne gözüne bulaştırdığı sistemi, mütehassısların elinde -dâhi başbakanların değil- cesaret ve bilgiyle işletmektir. Aksi halde, sırf bu yüzden, "aykırı kuv- vetler" memleketin en aydın bölgelerinden kendilerine daima efrat devşirebileceklerdir. “Aykırı kuvvetler", meşhur masaldaki üç tılsımlı kılı erken yakıp heba eden adam gibi astarı yüzünden pek pahalı bir Pyrrhus zaferi kazanmışlardır. Nitekim u anda, bir sarhoşluk içinde bocalamakta, hatalı teş- hislerle kendilerini avutmaktadırlar. Hele tedavisi im- kânsız bir takım fobilerin sahipleri, kendileri gibi baş-' kalarını da yanlış yollara sürüklemektedirler. Ama, ta "erken kırdan koz" hâdisesinden "uygun kuvvet- ler" gereken dersi çıkarmazlar ve bunun kendilerini dalga geçme fırsatıyla değil, cam dişe takma zoruyla karşıkarşıya bıraktığını anlamazlarsa bir tılsımlı kılı da onlar yakmış olurlar.