Ciovanni ile Lidia bu garip yaşa- yışa bir süre dışardan seyirci kaldık- tan sonra, istemeden ve ellerinde ol- maksızın, bir içgüdüyle o kişilerin oyunlarına, entrikalarına ve "Muhte- şem Roma Gece"sinin binbir delilik- lerine kendilerini kaptırırlar. “Aşkın öldüğü her yerde söylenir" kar koca birbirlerinden koparlar, Giovanni evin kızı Valentina (Monica Vitti)nin gençliğine ve gü- zelliğinin çekiciliğine dayanamaz. Ama çok geçmeden her ikisi de bu yeni omünasebetlerinin (boşluğunu, gerçek değerini ölçmekten geri kal- mazlar. Bu deneme, kendilerine yal- nızca bir hayal kırıklığından öte bir- şey getirmiyecektir. Bunu iyiden iyi- ye anlarlar Sonlara doğru Lidia, Tomasso'- nun ölüm haberini alır. Birbirlerin- den her türlü bağlarla kopmuş kan koca, sabaha karşı yeniden bir araya gelirler. o Arkadaşlarının o ölümüyle birlikte, ayni anda aşklarının da ar- tık öldüğünü şuurlu bir şekilde an- larlar. Yıkılmış ve dayanaksız, sade- ce yalnızlıklarını unutabilmek, bu korkularını kendi kendilerinden sak- layıp yenebilmek için çimenlerin ü- zerinde hayvanca birbirlerinin olur- ar Mutsuz ve tedirgin iki insanın ya- lın hikayesini rejisör Michelangelo Antonioni, sinemada şimdiye kadar hiç bir ustanın beceremediği bir üs- tünlükle anlatmaktadır. Büyük bir şiir gücü ve duyarlıkla, Lidia ile Gi- ovanni'nin dünyalarına girer. Lidia sokakları dolaşır, şehir dı- şına çıkar, erkeksiz ve yapayalnız bir kadındır. vun , (o unutmak gereğim iliklerine kadar duymakta- dır. Yeni bir inşaat, yangın yerleri, Kejisör Antonioni Tam isabet! AKİS, 17 TEMMUZ 1961 Konsolosun İşleri! T. KAKINÇ ış ülkelerde bir ulusa ve bir devleti temsil eden konsolosların binbir D çeşit görevleri vardır ve hiç şüphe yok M bunların en başında, bu- lundukları memlekete gelen kendi ulusundan olanların yardımına koş- mak ve onlara faydalı olmaya çalışmak gelmektedir. Geçen hafta sona eren Berlin Film Festivaline 47 ulus katılmış, bunların hemen hemen hepsinin verdiği çeşitli davet ve kokteyller, kendi konsolosluklarında yapılmış ve propaganda konusunda ise bu konsolosluklar, hiç bir mas- raftan kaçınmamışlardır. Festivaller artık yavaş yavaş, gerçek sanat hüviyetlerini kaybe- derek bütün dünya uluslarının bir araya gelip bir çeşit gövde gösteri- sine -propaganda yönünden- giriştikleri bir meydan dorumuna sokul- duğundan, bunun böyle olması ve bu yoldan davranılması son derece normal sayılıyor. Hiç bir ulus, başka uluslara karşı küçük düşmek ve yoksul görünmek istememektedir. Bu, herşeyden önce bir şeref mese- lesidir ve festival sarayının kapısına bayrağınızı çektiğiniz anda ben- gi ulustan olursanız olun bunu böylece ez demektir. Dört kişilik bir delegasyon grubuna sahip Tr -iki sinema oyuncusu, bir prodüktör ve bir gazeteci. Berlinde boğumlan bükük, ağ- lamaklı ve orta yerde kalakalmışlarsa, bunun sorumlusu -santim şüp- heniz olmasın- gelenlere karşı en ufak bir yakınlık göstermeyen Türk konsolosudur. Memleketimizin bir parçası sayılan konsolosluğun kapı- larım açarak davet ve kokteyllerin burada yapılmasını teklif etmesi- ni bir kenara bırakınız; bay konsolos, Türklerin Kurdaştan aldıkları 200'er turist dövizlerinden kalanları ucuca ekleyerek, sırf başkaların- dan geri kalmamak için verdikleri kokteyle, basın toplantısına ve fil- mimizin gösterilişine bile gelmemiştir. Türkler, Berline varır varmaz konsoloslarına bir nezaket ziyareti yapmışlardır, bir gün sonrası için verilecek davete icabet etmesini is- temişler, basın toplantısından ve filmin gösterilme gününden kendisini haberdar etmişlerdir. Bütün bunlara karşılık da, bay konsolos, birin- den birine olsun gelmek lüzumuna hissetmemiştir. o Yunanlıların bir hafta öncesinden sokaklarda bayraklar dağıtıp ortalığı ayaklandırdık- ları, başka ulusların göz kamaştırma konusunda birbirleriyle yarıştıkla- rı bir festivalde, şaşırmış kalmış Türklerin ellerinden tutacak tek kim- Beleri, elbette konsoloslarıydı. Bu da olmayınca, propaganda konusun- daki bütün ümitler boşa çıktı ve Berime gidenler havanda an dövdüler. Sırası geldiğinde "dünya bizi tanımıyor, kendimizi tanıtamıyoruz" la radyolarda dakika tüketenler, gazete sütunlarında mürekkep hara- yanlar, acaba kendi kendimizi bile tanımadığımızdan haberli midirler? ağlayan bir çocuk, eskimiş, çürümüş bir kapı ve boş bir arsada yumruk yumruğa kozlarını paylaşmaya ge- len kavgacı gençler; kırda füze atışı denemesi yapan çocuklar Lidia'nın sözde ilgisini çekerler, iddia bunlar- la avunmaya çalışır. Halbuki bütün bu sayılanlar genç kadının tedirgin- liğini ve yalnızlığım çoğalttıkça ço- ğaltır. Giderek onu -bunaltır vs ezici baskısı altına alır. Aşkın tükenişi, bir erkeği artık- sevememek... Anto- ioni, Lidia'sında çırılçıplak bunu göstermektedir. Gittikleri davette kendisini otomobiliyle bir gezintiye çıkarıp sonra da birlikte yatmak is- teyen genç adama, sırf bu tükenmiş- lik yüzünden Liddia teslim olmaz. Yine aynı tükenmişlikten kocası Giovanni, hayvanca bir ihtirasla ken- disini çimenlere yatırdığı anda karşı koymaya çabalar, ağlar ve istemez. Ama insanın aşkın da üstünde hay- vanca yanı, yener Herşeyin bittiği gerçeğini ortaya koyan Tomasso'nun ölüm haberi, ka- rı kocayı yıkar, bu yılkınla içinde ge- ceden çıkıp sabahla birlikte geniş kırlara doğru yürürler ve bir yerde otururlar. Liddia, çantasından Giovan- ni'niri kendisine yazdığı eski bir aşk mektubunu çıkarıp okur. öğle üzeri naat üçte başlayan ve sabaha karşı saat beş sularında biten "La Notte-Gece"de, Antonioni'nin şa- ir bir kamerası vardır. Kahramanla- rının, sadık bir takipçisi ve davranış- larının canlı bir yansıtıcuıdır. Anto- nioni, Marcel Proust ila James Joy- ce'un edebiyatta yaptıklarım sine- maya uygulayan ve bunda da üstün bir başarı sağlayan çağımızın büyük sinemacısı niteliğine son filmi "La Notte-Gece"de büyük bir rahatlıkla ulaşmaktadır. sonunda Lidla'yı da 33