Basın YOL! Babıâlideki fırtına dinmiş bölünüyor, iki tarafın en müfritlerinden gelen son aşırılıklar da tavsamak üze- redir. Sinirler ogevşediğine, fazla heyecanlılar aradan çekildiğine göre artık sakin bir kafayla ve metinler üze- rinde kalarak kanunları ele almak, mahiyetlerine nüfuz etmek, zümre menfaati değil, bir yandan Basın Hürri- yeti, diğer taraftan mesleğin yükselmesi zaviyelerin- den meseleleri tartışmak kabildir. Bir kanun hakkında görüşürken yapılacak ilk şey, bunun hangi istikamette adım olduğunu tesbit etmek- tir. Eğer ileriye doğru gidilmişse kanunu topyekün kö- tülemenin manası yoktur. Ruhu beğenilen bir kanunun her maddesinin mükemmel bulunması ne şarttır, ne de çok zaman kabil. Ama, tekamül insan cemiyetleri için- dir ve kanunları da daha iyi kılıklara sokmak müm- kündür. Bu gözle bakıldığında Basınla alakalı son iki kanunu, esasları itibariyle tasvip etmemeye imkân yok- tur. Bir defa bunların, ilk gün Fransız vodvillerine taş çıkartacak yanlış anlamalar neticesi koparılan "Basın Hürriyeti mahvoldu!" tarzında feryatları haklı göste- recek tarafı bulunmadığı artık herkes tarafından kabul edilmektedir. Fikir işçileriyle alâkalı kanun, içinde ya- şadığımız batı dünyasının ölçülerine uygun bir sosyal adalet endişesiyle hazırlanmıştır. Fikir işçileri elbette ki yarınlarından emin olmalı, mesailerinin karşılığını almalı, insanlara medeni cemiyetlerde tanınan haklar- dan faydalanabilmelidirler. Kanun, öz olarak, bunu ge- tirmektedir. Kaldı ki, hattâ maddelerin tanımadığı bir kısım haklar bâzı Babiâli patronları tarafından kendi gazetelerinde çalışanlara zaten tanınmaktadır. Basın - ilân Kurumuna gelince.. Bunun, daha da ileri bir adım teşkil ettiği inkâr olunamaz. Bugüne kadar doğrudan doğruya Hükümet tasarrufu olan bir çok yetkiyi, Hü- kümet başkalarıyla paylaşmayı kabul etmektedir.. Ga- zetelerin kâğıtlarından diğer ihtiyaçlarına, resmisin- den hususi ilânlarına bütün meseleleri, bir Bakanın iki dudağı ucunda bulunuyordu. Hükümet, bugün husu- si bâzı başka menfaatleri zedeleniyor diye feryatçı pat- ronlar safına yamalanmış bir dergiye yıllar yılı kâğıt vermeyi, bütün hak ve hukuk mefhumlarını çiğneyerek reddetmemiş midir? Aynı Hükümetin AKİS'e resmi ve hususi her türlü ilânı, reklâmı yasak ettiği, kontenjan olarak sıfır rakkamını tanıdığı, Basın Hürriyetinin var olup olmamasının miyârı diye gösterilmek istenilen meşhur ve meş'um Hoferin bu zulme pek âlâ âletlik et- tiği ve AKİS'in, ilân sayfalarına devrin Basın Bakanı Emin Kalafatın resminden başka bir şey basamadığı nasıl unutulabilir. Menderesin ideal arkadaşı Kılıçlıoğ- lunun Yeni Sabahına tahsisler akarken, onun tam kar- şısındaki saygıdeğer Cumhuriyetin, rotatifini tamir da- hi ettirememesi Hükümet sultasının dehşetini göster- meye yetmez mi? Şimdi İktidar, bu yetkileri Hükümet tasarrufu olmaktan çıkarıyor ve sâdece 7 tanesi Hükü- met temsilcisi, buna mukabil 18 tanesi gazeteci, 2 tanesi ilân prodüktörü, geri kalanları tarafsız şahsiyetler ola- cak bir Basın - İlân Kurumuna devrediyor. Fena mı ediyor? Ama, bu Kurum da bir gün bir fena hükümetin tesiri altında kalabilirmiş, onun için Basın Hürriyeti mahvoluyormuş! En basit mantık kaidelerine aykırı bu sözün nasıl söylenebildiğini anlamak hakikaten kolay değildir. Buna mukabil, kanunda bâzı aşın maddelerin, dikkatsiz ibarelerin, hatta yanlış hükümlerin bulunduğu bir hakikattir. AKİS, 23 OCAK 1961 Her iki kanundaki hatalar nasıl düzeltilebilir? Bu- nun yolu gazeteleri bir protesto gösterisine, sokmak ol- madığından dolayıdır ki gazete sahiplerinin hareketle- ri hiç kimse tarafından beğenilmemiştir. Aksine, bu davranışın bir tamiri güçleştirdiği ortaya çıkmıştır. Bu- na rağmen, bir yol açıktır. Bu yolda yürümenin çâresi çalışanların ve çalıştıranların süratle bir masa etrafın- da toplanmaları, maalesef artık isnatla mükellef bu- lundukları bir iyi niyetle bâzı esaslar üzerinde mutabık kalmalarıdır. Zira kanunları hazırlayanlar bu gibi hal- lerde inadın fayda vermeyeceğini müdriktirler ve ak- saklıkları, kanunların ruhuna dokunmamak şartıyla düzeltmeye hazır olduklarını ifade etmişlerdir. Gazete sahipleri, Fikir İşçilerinin kıdeminin bunla- rın mesleğe giriş tarihinden başlatılmasını kabul etmi- yorlar. Kabul etmiyorlar, tazminatı kendileri verecek- ler diye.. Bunda haklıdırlar da. 29 sene başka gazeteler- de çalışmış bir Fikir İşçisi bir gazetede bir yıl çalışa- cak, o yılın sonunda meselâ öldü mü gazete ailesine tam 30 senelik kıdemini tazminat diye ödeyecek. Bunun mantıksızlığı ve haksızlığı öylesine ortadadır ki bizzat emektar Fikir İşçileri dertlenmişlerdir. Öyle ya, böyle bir "bela"yı artık başına kim almak ister? Ama, 30 se- ne çalışmış bir adam bunun karşılığını almasın mı? Ço- luğu, çocuğu perişan mı olsun? Hata, tazminatı ödeye- cek mercii M.B.K. nin yanlış seçmiş olmasındadır. Her yerde bir sigorta müessesesi vardır ve sigorta denilen şeyin zaten sebeb-i hikmeti de bundan ibarettir. Patro- na tazminat diye yüklenmenin mânası yoktur. Patron, işçinin primini öder. Böyle bir anlaşmaya çalışanlar da, çalıştıranlar da pek âlâ varablirler ve bunu müşterek teklif halinde M.B.K. ne -dikkat edilsin: M.B.K. ne- sundular mı iyi niyetli kurmaylar, üzerinde düşünürler. Aynı şekilde, Basın - İlân Kurumuyla alakalı ka- nunda da, Allah rızası için şu Hofer tekelini savunup bir "Büyük Gazeteler Tröstü" kurulmak isteniliyor havası yaratılmazsa, lüzumlu tashihler kolaylıkla yapı- labilir. Mesela, İktisadi Devlet Teşekkülleriyle benzeri müesseselerin ve yabancı omemleketlerdeki gerçek ve tüzel kişilerin verecekleri reklâmların gazetelere sâde- ce reklâm sahiplerinin arzusu kaale alınarak aktarıl- ması niçin kabul edilmesin? Kanun yapıcılarındaki maksat, zaten bundan başka bir şey değildir. Ama bun- ların tekeli Hofere veya bir benzeri prodüktöre sureti katiyyede obırakılmayacaklar. Sonra, bilhassa büyük gazetelerin sahiplerinin tam bir iyi niyetle Kuruma dört elle sarılmaları halinde bu Kurum verimli olabilir, ilân miktarını aynı seviyede tutabilir, hattâ arttırabilir. Bunlar misâllerdir. Asıl söylemek istenen şudur: Sinirler bir kere gevşedikten ve buzlar çözüldükten son- ra halledilemeyecek hiç bir müşkül yoktur. Dev şahsi- yetli Burhan Felek gibi bir tarafsız Başkam olan İstan- bul Gazeteciler Cemiyeti yarım kalmış teşebbüsünü de- vam ettirir, çalışanlarla çalıştıranları bir araya geti- rir, bunlar müşterek noktalar Üzerinde mutabık kala- rak teklifleri M.B.K. ne aksettirirlerse Komite, Temsil- ciler Meclisinden bir üyenin de imzasıyla bu neviden mâkul teklifleri pek âlâ kanun tasarısı halinde Kurucu Meclise sunabilir. Kanun bunlar! Allah yapısı değil ya, kul yapısı. Ni- çin daha iyi hale getirilmesin, niçin daha ileri istika- mette yürünülmesin? 19