Una bakılırsa böyle tipler memleket - ti mevcut değildir. Ama C.H.P. bun- lara en ziyade şiddetle muhtaç siya- si teşekkül mevkiindedir. Buna rağ- men, açılacak siyasi hayat içinde bir takım başların başarıyla sivrilecek- lerini tahmin etmek kabildir. Genç ilim adamlarına Temsilciler Mecli- sindeki kendi kadrosu içinde bol bol yer vermek suretiyle C.H.P. bir en- vestisman yolundadır. Eski tip poli- tikacılar içinde de kendilerini yenile- meye muktedir olacaklar elbette ki çıkacaktır. o Temsilciler (o Meclisinin bilhassa komisyonlarındaki çalışma* lar, istikbalin istediği politikacıları belli edecek ve hiç şüphesiz Kurucu Meclisin tamamı -zira, M.B.K. için- de de siyasi rüştün zirvesine çıka- caklar bulunacaktır- İkinci Cumhu- riyetin bir siyaset adamı okulu ola- rak da geniş faydalar sağlayacaktır. Üniversite Ve 87. gün... Orta boylu genç adam, reseptörünü kulağına bir müddet bekledi, düdük sesini a- lr almaz ağır ve dikkatti, 176582 numarayı çevirdi. Karşı tarafta tele- fon iki defa kıvrak kıvrak öttü. Genç adam, sol elindeki ahizeyi sağ eline aktararak telefonun açılmasını bek- ledi. Nihayet telefon açıldı ve genç adamla telefonun öbür ucundaki mu- hatabı arasında şu muhavere cere- yan etti: " telefonun götürerek — Efendim, , Necip beyle görüş- mek istiyorum.." — Buyrun efendim, ben Necip Bilge..." "— Efendim, ben AKİS muhabi- riyim. Sizden bir mesele hakkında malümat rica edecektim de. — Buyrun efendim?" — İstirhamım, şu meşhur 147'- lerle alâkalı olacaktır efendim. Aca- ba vaziyet ne merkezdedir?" — 147'ler mi dediniz? Bildiğiniz durumda tabii.. Muhaverenin bu kısmında genç gazeteci ister istemez bir hayret sayhası kopararak: "— Nasıl olur efendim?" dedi. Fakat muhatabı, bu beyanında hayreti gerektirecek bir husus gör- müyor olmalıydı ki, devam etti: "— Nasılı var mı efendim? Biz muhtırayı verdik, ondan sonrasın bilmiyoruz." Anlaşılan, gittikçe bir yılan hi- kayesi mahiyeti arzeden meşhur ve talihsiz 147'ler meselesine artık rufailer karışıyordu. Fakat muhabir ısrarda beis görmedi ve: "— Kurucu Meclise bu meselesin AKİS, 23 OCAK 1961 getirilmesi bahis konusu mu?" di- yerek meseleyi kurcaladı. Bu sual Hukuk Fakültesi De- kanı ve şimdi Temsilciler Meclisi ü- yesi Necip Bilge bedbin bir İfade ile cevap verdi: — Nereden bulacağız tasanya imza koyacak Milli Birlik Komitesi üyesini?" Hâdisenin cereyan ettiği gün per- şembe idi ve saatler 21.10'u gösteri- yordu. Malüm ve meşhur kanunla 147 öğretim üyesinin affedilişinin ü- zerinden tam 85 gün geçmiş ve sad- re şifa tek tebdir alınmamış, ortada mevcut bir hatanın tashihi cihetine gidilmemişti. Bu satırların yazıldığı sıralarda 85 olan bu rakam, bu mec- mua satışa arzedildiği gün 87 ye çı- kacak, fakat gene bir netice alınma- mış olacaktır. Ümit kapısı Meşhur ve malüm 114 sayılı kanu- nun keskin kılıcının 147 öğretim ü. esinin kafasına indiğinden bu ya- na tek ümit kapısı, bir Üniversite a- damı -tabii politik hüviyeti dışında- olan Turhan Feyzioğlunun Milli Eği- tim Bakanlığına getirilmesi (oldu. Feyzioğlunun Bakanlık koltuğuna oturmasıyla meselenin halledileceği- ni sanan bazı nikbinler hemen faali- yete geçtiler. İlk iş olarak İstanbul- da Üniversitelerarası bir Kurul top- layarak meseleyi orada tartışmağa bağladılar. Kurul, meseleyi enine bo- yuna tartışarak bir muhtıra hasırla- dı. İki sayfadan ibaret omuhtırada mesele bütün teferruatıyla izah edi- liyor ve 114 sayılı kanunun kaldınl!- Turhan Feyzioğlu Ümit dağıtan adam ması isteniyordu, Fakat muhtırayı kaleme alanlar pek te ümitvar olma- malıydılar ki, kanun tamamen kal- dırılmasa bile, hiç olmazsa tadil e- dilmesi isteğini de ilâve ettiler. Muhtıra iki nüsha olarak kaleme alındı ve bir nüshası Devlet Başka- nı Gürsele, diğer nüshası Feyzioğlu- ya gönderildi. Üniversite çevresinin ümit noktası, Bakanın bakanlığa o- turmadan evvel verdiği söze istinat ediyordu. Bakan meselenin halli için elinden geleni yapacak, eğer başara- mazsa, istifa bile edecekti. Ne var ki, ümitleri hakikate çevirecek bir spektaküler ohareket ne Bakandan, ne de diğer çevrelerden sâdır oldu. Bakanın bu meseleyle bütün alâka- sı, bir beyanattan öteye geçmedi. Siyasi çevreler ise, zaten meselenin içine girmek niyetinde değillerdi. Bu yüzden gene bütün gözler Feyzioğ- luya çevrildi. Fakat her ne hikmet- se Bakanlık, bu hususta tatmin edi- ci bir bilge vermekten çekiniyordu. Bâzı kimseler bunu, Bakanın daha mühim işlerle meşgul olduğuna, bâ- zıları ise, üzerinde henüz çalışmalar devam ettiğine yordular. Halbuki astında, tamamile haklı olan Turhan Feyzioğluydu. Feyzioğ- lu başkentteki ve bilhassa M.B.K. ndeki havayı dununu gayet iyi bil- diğinden ipin kopmaması için en doğru usulleri kullanıyordu. Yol, ik- na yoluydu, öyle istifaymış, tehdit- miş, bunların zerrece faydası yoktu. Hattâ, zararı büyüktü. Bakan, hak- sızlığın tamirini belki de herkesten fazla hararetle arzuluyor, bunun için elinden geleni yapıyordu. Fakat bir takım talihsizlikler 147'lerin ba- şına musallat olmuştu. Onları bun- lardan kurtarmadan vaziyetin düzel- mesi imkânı yoktu ve bunun böyle bilinmesinde herkes için fayda vardı. Bir defa, kanunun kaldırılması asla bahis mevzuu değildi. Ama bir tadi- lat pek âlâ mümkündü. O kadarla iktifa, tadilat sağlandıktan Üniversitelerin kendi haksızlığa uğradıklarına inandıktan kimseleri geri almaları şarttı. Zaten, bir tasfiyenin olüzumuna kim kani değildi ki... Başka bir şart, bu tâdi- lin M.B.K. teklifi olarak, tabii ka- nun gereğince bir de Temsilcinin im- zasıyla birlikte Kumcu Meclise ve- rilmesiydi. Haftanın sonunda gerek (Necip Bilge, gerekse Cahit Talaş ile yapı- lan görüşmeler, yılan hikayesinin gittikçe uzadığını gösteriyordu. Doğ rusu istenirse ne Üniversite, ne de ilgili merciler mesele hakkında ahım şahım bir malümata sahip değildiler. 17