YASSTADA DURUŞMALARI iniyorlar ve salonun kapısına geliyor- lardı. arın gelişinden evvel orta- lık tahliye olunuyor, dinleyiciler ya salona sokuluyorlar, ya da iskeleye inen yokuşun başında tutuluyorlardı. Haftanın ortalarındaki o gün Ba- yar bir deniz, bir kara subayının, Men- deres ise bir hava, bir kara subayının arasında göründü. Sanıklardan bir çoğu pardesülerini giymişlerdi. Bayar ile Menderes bunlar arasında değildi. Pardesülüler sanık mahalline geldik» lerinde sırtlarındakini çıkardılar ve arkadaki parmaklıkların üzerine as- tılar. Bayar, bir müddetten beri giy- digi gri, iki düğmeli elbiseyi giymiş- ti. Menderes ise yeni bir kostüm teş- hir ediyordu, Gariptir, bu da iki düğ- meliydi. Koyu kurşuni renkteydi. Bol- du. Daha doğrusu, içindeki kalıp za- yıflamış bulunduğundan güzel ingi- liz kumaşından elbise bollaşmıştı. Menderesin meşhur gömlek yakaları da o gün daha az dikti. Gri kravatı ince bağlanmıştı. Düşük Cumhurbaşkanı büyük bir rahatlıkla gitti, mikrofonun yanında bulunan kulaklığı aldı, gelip yerine oturdu. Zaten bütün sanıklar artık havaya alışmışlardı ve adeta evlerin- de gibi davranıyorlardı. Saat tam 9.30'da Salim Başol yerine oturdu ve mutad açış sözlerinden sonra tanık- ların dinlenmesine devam edileceğini bildirdi. Bundan sonra, ta onikiye kadar birbirlerinin eşi sözler söyle- yen, yâni hiç bir şey söylemeyen ta- nıklar dinleyicilerin gözleri (Oönünde bir geçit resmi yaptılar. Doğrusu is- tenilirse bunları dinlemek suretiyle niçin zaman harcandığı pek az kimse tarafından anlaşıldı. Mürettep hâdiseler T anıklardan büyük kısmı haftanın ortalarındaki o gün ve 6/7 Eylül dâvasının devam ettiği haftanın son günü bir tek işe yaradılar: Dinleyi- cileri, sanıkları, hakimleri, savcıları, hattâ Başkanın ta kendisini bol bol güldürdüler ve bir nane şekeri gibi havayı tebdil ettiler. Ama bilinen hu- suslara bir şey ilâve etmediler. Ara- larında kimler vardı, yarabbi! Dok- torlar, avukatlar, gazeteciler, teknis- yenler, semt kabadayıları, bıçkınlar, ukalâlar, garsonlar, polisler, jandar malar, havaiyat kısmında çalıştığın; meslek olarak yazdıranlar.. Bunlarır ekserisi, herkesin gördüğünü görmüş ler, o teman ve bugün herkesin çıkar- dığı mânayı çıkarmışlardı. Polis Mü- dahalede bulunmamıştı. Bir müsama- ha havası işin başında kuvvetle esti rilmişti. Tahripçilerin elinde eş âlet- ler ve adres listeleri vardı. Deha ön- ceden rum evleri ve dükkânları işaret- lenmişti. D.P. teşkilâtının başları bü- yük ve son derece faal rol oynamış- 28 lardı. Bunlar, hâdiselerin mürettep olduğu hususunda kesin kanaat tev- lit etmiş noktalardı. Tanıklar birbiri peşine bunları tekrarladılar. Bâzıları, üstelik, işleri uzattılar da uzattılar. Anlatıyorlar, anlatıyorlar, bütün o lâf deryasından bir keçiboynuzundan çıkan lezzet bile çıkmıyordu. Bu yüz- den mahkeme hayli zaman kaybetti. Yalnız, herkesi güdüren bâzı hâ- diseler bu sıkıcı geçit resmine çeşni vermek bakımından işe yaradılar. Hic- ri Tan adını taşıyan zat, işe Nuhtan başlâdi. Hakim kendisine bu hâdisele- rin mürettep olup olmadığını sordu- ğunda filozof tanık bir misalle mu- kabele etti. Bütün dinler Cenabıhak- kın mevcudiyetini bildiriyordu. Ama bu mevcudiyetin elle tutulur bir de- lili var mıydı? Yoktu. Gene de hepi- miz, Allanın varlığına inanıyorduk. Bu, delile lüzum hissettirmeyen açık bir hakikatti. İşte, 6/7 Eylül hâdise- lerinin mürettep olduğuna dair inanç da buna benziyordu. Polis Mehmet Araş savcı muavininden "Cim savcı muavini' diye fezleke ağzıyla bahse- dince, kimsede can kalmadı. Komik unsurları zenginleştirmede Fatin Rüş- tü Zorlunun avukatı Ertuğrul Akça da, üzerine düşeni yaptı. Bir tarak mikrofon başına geldiğinde, daha Baş- kan adını ve mesleğini sorarken, uy- kudan yeni uyanmış gibi yerinden fir- ladı ve "Yemin etmedi, reis bey" de- di. Herkes hayretle baktı, Sonra her- kes gülmeye başladı. Başol, Allahtan Zorlu Yassıadada Hesap vermek zor geliyor. ki sakin bir günündeydi. Başını ters ters sallamakla iktifa etti. Gene Er- tuğrul Akça "piyazlama" usulüyle Başkam ve hakimler heyetini kendi fikrine getirmek için, bir talepte bu- lunmadan fince Divanı göklere çıkar- maya kalkışınca Başkan "Bunları bı- rakın efendim, neyse talebiniz onu söyleyin" diyerek bu usullerin sökme- yeceğini bir defa daha hatırlattı. Tabii bu gibi hâdiselerde, tarak olarak huzura getirilenlerin tecrübe- sizliği başrolü oynuyordu. Adamlar bir mahkeme kusurunda nasıl duru* lacağını bilmiyorlardı. Böyle olunca koca bir Yüksek Adalet Divanı önün- de şaşırıyorlar, hattâ şaşkınlaşıyor- la ydı a, onları huzura getiren id- mınm da başarılı bir seçim anız iddia kolay deği u ko- nuda Menderesin avukatlarıyla Baş- savcı arasında geçen bir tartışmada dinleyicilerin çoğu, bir noktada, Bur- han Apaydına hak vermekten kendi- lerini alamadılar. Menderesin avukattı iddia maka- mının boyuna şahit ikame etmesinden hoşlanmamıştı. Her önüne gelen artık, “benii erim var" diye başvuru- yor ve Yassıadaya getiriliyordu. Bun- lar, adetâ mürettep şekilde. 6/7 Ey- lül hâdiselerinin mürettep olduğu hu- susunda cümlelerle söze başlıyorlar, sonra bir takım yuvarlak lâfları tek- rarlayıp duruyorlardı. Başsavcı ceva- bında gerçi hâldi bir hususu belirtti. Türk milleti bu hâdiselerin lekesinin dünya umum! efkârı tarafından ken- Şimdi, kendisini temizlemek için bü- tün bildiklerini, gördüklerini Divan önünde anlatmak #stiyordu. Bunu ön- lemenin ne imkânı vardı, ne de bu kimsenin hakkıydı. Bu görüşe nite- kim, mahkeme heyeti de katıldı. An- cak gene de Başsavcının dikkat et- mesi gereken bir husus vardı: Hiç bir şey söylemeyen, dişe dokunur hiç bir şey bilmeyen kimseleri elemek! Zira bunlar vakit kaybettirmekle kalmıyorlar, aynı zamanda dâvanın ciddiyetine, dolayısıyla da iddia ma- kamının vaziyetine zarar veriyorlar- dı. Nitekim, 6/7 Eylül hadiseleriyle ilgili duruşmaların bu haftanın Orta- lında ve sonunda cereyan eden safha- larında sâdece iki tanık maddi delil- den bahsederek 6/7 Eylül hâdiseleri- nin mürettep olduğunu ortaya koy- du. Bir de, başka bir tanık salonda bir anlık alani yarattı. Adam sözleri- ne "Ben mürettibim" diye başladı. Fakat 6/7 "hâdiselerinin aranan mü- rettibin değil, Demokrat İzmir gaze- tesinin mürettibiydi! AKİS, 7 KASIM 1960.