MUSİKİ Opera Gencer Butterfly'da en cumartesi gecesi, İstanbul Şehir Operasının ikinci yılım açan temsilde başrolü oynıyan soprano Leylâ Gencer, "saygı başarın" diye adlandırılabilecek bir başarıya u- laştı. İstanbul Operası ilk defa ola- rak Puccini'nin ünlü "Madama But- terfly"ını halka sunuyordu. Leylâ Gencer de, bundan önce yurt dışında defalarca söylediği ve övgüler kazan- dığı Cio Cio San rolüyle ilk defa Türk seyircisinin karşısma çıkıyordu. Böy- lece, hem değerli sopranonun "But- terfly"ının yurt dışında niçin bu ka- dar tutunduğunu anlamak mümkün olacak, hemda gelecekay Dallas Operasının yeni mevsimi açış temsi- linde aynı partiyi söyliyecek olan Gencerin ne türlü bir başarı elde ede- bileceğini kestirmek için bâzı veriler sağlanmış olacaktı. Fakat unutma- malıydı ki, opera şarkıcılarının bir günleri öbürüne, diğer icra sanatçı- larınki kadar bile uymaz. Sahne dı- şındaki hayatları sahnede yalnız çı- karacakları sesleri değil, atacakları adımları bile yönetir. Halbuki, bu ilk temsilin öncesindeki günler Leylâ Gencer için hiç de mutlu ve rahat günler değildi. Birkaç gün önce zevci İbrahim Gencer bir kalp rahatsızlığı geçirmişti ve durumu titiz bir itinayı gerektiriyordu. Temsilden bir gün önceye kadar, Gencerin ilk akşam oyununa katılacağı oOümitleri yavaş yavaş kınlıyordu. O kadar ki, afişler- de Leylâ Gencer ismi kapatılmış, ye- rine aynı role tâyin edilmiş başka solistlerin adları bile konmuştu. Fa- kat Leylâ Gencer için vazife vazi- feydi. Temsilden bir gün önce Anka- radan İstanbula geldi. Alelacele bir prova yaptı. İlk akşam temsiline ka- tıldı ve ertesi gün yeniden Ankaraya döndü. Bu şartlar içinde, Cio Cio San gi- bi korkutucu bir partiyi osöyliyecek bir sopranodan, bu soprano Leylâ Gencer bile olsa, fazla birşey beklen- memeliydi. Nitekim bütün akşam boyunca, usta şarkıcı Gencerin hiç de formunda olmadığı görülüyordu. Se- si, bütün alanlarında gevşek ve tit- rekti. Alt tonları,her zamankinden daha da fazla, havalı ve boş tınılıydı. Entonasyonu çok kere kesinlikten u- zaktı. Görünüşüyle, ufak tefek ve fok genç Japon kızına değil de, sır- tna kimono giymiş bir kraliçeye benziyen, büyük ve hacimli sesiyle partisinin gerektirdiği sokulgan ve ufak dokunaklılığı yansıtamıyan Leylâ Gencer ancak şarkıcı ustalı- AKİS, 10 EKİM 1960 gıyla ve sahne tecrübesiyle bu rolde kulağı ve gözü aldatabilirdi. Halbu- ki, geçen cumartesi akşamı bu vasıf- ları ancak pek kısa süreler içinde be- lirdi. Gencerden beklenen tüyler ür- pertici söyleyiş ve oyun, sâdece yer yer kendini gösterdi. Gene de "Un bel di, vedremo"yu karşılıyan haklı alkışlar oyunu durdurdu. Gene de ikinci perdenin hele sonlarına doğru, İstanbul Operası sahnesinde dünya- nın en büyük opera şahsiyetlerinden birinin varlığı görülüyor ve duyulu- yordu. Mesleğe bağlılık ji akşamki Butterfly kadrosunun diğer üyeleri herşeyden önce, ope- racılık mesleğine hevesle ve gayretle bağlanmış kişiler olduklarını sezdir- diler. Pinkerton rolünde tenor Agop Topuz, güçlü ve yoğun bir sesi olan, fakat İtalyan tenoru ( tavırlarından önce daha disiplinli bir çalışmaya ve daha sağlam bir teknik elde etmiye muhtaç bir şarkıcıydı. Suzuki'de İn- ci Başarır, sıcak alto sesini, aynı de- recede sıcak bir teganniyle değerlen- dirmesi gereken, şimdilik tesirsiz bir şarkıcıydı. Kadronun en istikrarlı ü- yesi, Sharpless rolünde bariton Nuha Kenberdi. Kısa rolünde Attilâ Mani- zade -Prens Yamadori- ise, geleceği- ne ümitle bakılması gereken, sahne şahsiyeti ve kaliteli sesi olan bir ba- ritondu. Ebert günlerinden kalma mizan- seni uygulamış olan Aydın Gün, şah- siyetini değil, tecrübesini ve bilgisini sahneye çıkarmış bir rejisördü. Zevk- Leylâ Gencer Formunda değil le hazırlanmış ve iyi işçilikle uygu- e dekor -N. Peref- ve kostüm- -Selma Emiroğlu-, İstanbul ope- rasını derme çatma bir teşekkül sa- yanlar için sevindirici bir sürpriz ol- du. İstanbulda opera artık var yeni mevsimin bu ilk temsilinin Or- taya koyduğu en önemli husus, İs- tanbulun artık derli toplu bir opera teşekkülüne sahip bulunduğuydu. İs- tanbul zaten birkaç yıldır operaya hazır bulunuyordu, Elde birçok şar- kıcı, bir koro, bir orkestra, orkestra şefleri, dekoratörler, rejisörler, kısa- oynamak için gereken : Eksik olan, araya toplayacak şahıslardı. da da öncülük, Muhsin Ertuğrula düştü. Bugün İstanbul, nihayet Muh- sin Ertuğrul sayesinde ve Ankara Devlet Operasının eski tenor ve reji- sörlerinden Aydın Gün gibi görmüş geçirmiş bir operacının gayretleriyle lirik tiyatroya kavuşmuş bulunmak- tadır. Hemen belirtmek gerekir ki, bugün İstanbul Operasının temsil se- viyesi, çak daha büyük maddi imkân- larına rağmen bir türlü belini doğrul- tamıyan Ankara Operasından daha düşük değildir. İstanbul Operasının sanat idareci- si Aydın Günün program broşüründe de belirttiği gibi bu genç teşekkül, gerçekleri tanıyan, o hayallere kapıl- mayan bir tutumla halkın karşısına çıkmaktadır. Gerçekleri ve İmkânları tanımanın başlıca belirtisi de, reper- tuarda kendini göstermektedir. İs- tanbul Operası bu yıl sâdece beş e- serle halkın karşısına çıkacaktır. Re- pertuarın önceden halka bildirilmesi ve Operanın repertuar politikasının izah edilmesi, bugüne kadar Ankara Operasının, halka bir türlü göstere- mediği saygının İstanbul Operasının idarecilerince (o benimsenmiş olduğu- nun bir delilidir. "Madama Butterfly" dan sonra bu mevsim oynanacak dört opera şunlardır: o Menotti'nin "Kon- solos"u, Rossini'nin "Sevil Berberi", Nevit Kodallı' nın "Van Gogh"u ve SGGGMELLİN "Tosca"sı. e yanda, İstanbulun yeni opera binasının yakın bir gelecekte tamam- lanacağına dair henüz hiçbir belirti yoktur. Ne var ki, bir opera binasına herşeyden önce bir opera, teşekkülü- nün yerleşmiş olması lâzımdır. Geçen yıla kadar İstanbulda pahalı bir ope- ra binası yapmak, lüksten ve göste- rişten başka birşey sayılamazdı, çün- kü bu binanın sahnesinde temsiller verecek teşekkül henüz biçimlenmiş bile değildi. Halbuki, bugün görül- mektedir ki İstanbulda artık, yeni bir opera binasına hak kazanmış bir öpe- ni trupu vardır. 33