disi kadar şikayete belki de hazır o- lan Lâtin Amerikalı kardeşlerinin yü- zünün hiddetle dolduğunu gördü. Yankee emperyalizmi, hayır! Fakat, Sovyet totalitarizmiyle Amerikaya karşı ittifak, ona da hayır! Lâtin A- merikanın parolası buydu ve Lâtin Amerika Sam Amcanın yakın zaman- da akimi başına alacağına güveniyor ve ona daha uzun bir süre kredi aç- mağı tercih ediyordu. Nitekim, Küba ve Dominik Delegeleri hariç, bütün Lâtin Amerika Başdelegeleri bir gün önce Ike'ı yemeğe çağırmışlar ve ona olan sevgi ve itimatlarını belirtmiş- lerdi. Fakat, Castro'nun nutku yine de faydalı oldu. Bu nutuk sayesinde Amerika, özel sermayenin her ba- kımdan iyi olmadığını, o gelişmemiş memleketlerin yabancı özel sermaye- nin siyasi tesirlerinden oOkorkmakta tamamen haksız olmadıklarını, şura- da burada dost diye, kendisine üs ver- di diye diktatörleri tutmanın neticede o diktatörlerin ezdiği milletler üze- rinde çok kötü bir tesir yarattığını anlamağa ve hiç değilse düşünmeğe başlamalıydı. Castro'dan sonra Yugoslav Cum- hurbaşkanı oOMareşal Tito kürsüye geldi. Tito, bir Devlet adamına yakı- şan itidalli bir üslüp içinde konuşma- sını yaptı. Hiçbir tarafa kesin olarak kabahat yüklememekle beraber, her müşahhas meselede kendi görüşüne uygun düşen tezi savundu. Cezayir meselesinde Yugoslavya, milliyetçi- lerle beraberdi.Bir gün önce Yugos- lav Başdelegeliği, Mareşalin resmi ikametgâhında Cezayir oBaşdelegesi mıştı. Tl areşalin nutku da, Yugoslav- yanın Cezay Cumhuriyeti Geçici Hükümetini resmen tanımasının ge- cikmiyeceğini gösteriyordu. Ferhat Abbasın Moskovadakl resmi karşıla- nışından sonra Yugoslavyanın bu ha- reketi, Fransa için yeni bir darbe o- lacaktı. Yugoslav Cumhurbaşkanı, Demirperde gerisinde de soğuk har- bin devamını isteyen kötü doktrinci- lerden yine itidalle bahis açtı. Bun- dan kasdettiği, hiç şüphesiz, Komü- nist Cm idarecileri idi Fakat, bu, Yu- goslav Cumhurbaşkanının Komünist Çinin Birleşmiş Milletlere kabulünü tavsiye etmesine mâni olmadı. Ertesi gün kürsüyü işgal eden en önemli şahsiyet, Birleşik Arap Cum- huriyeti Başkam Cemal Abdülnâsır oldu. Nasır, 1956 Ekiminde Iskenderi- yede Asvan Barajı için kendisine kre- di vermeği reddeden Sir Anthony El- den ile John Foster Dulles'ı sözleriy- le yumruklayan eski ateşin Nasır de- ğildi. Çok az jest yapıyor ve ses to- nunu daima ayni tutmağa gayret edi- yordu. Bu haliyle, bir zamanların Or- AKİS, 3 EKİM 1960 tadoğulu Castro'su, bugünün Lâtin Amerikalı Castro'sundan çok farklıy- dı. Bu hâl bile, birçok kimselere, Batı- nın ve bilhassa Amerikanın Castro'ya karşı politikasını değiştirmesi saye- sinde, yıllarca sonra da olsa, sakallı Karayiplinin de aynı duruma gelme- sinin muhtemel olduğunu hatırlattı. Nasır, demecinde, Batıdan veya De- mirperdeden birini diğerinden daha fazla tutmadığı intibaını vermek is- teyerek başladı ve öylece devam etti. Tıpkı Gana Cumhurbaşkanı N'Khru- mah gibi, Kongoda Birleşmiş Millet- lerin uyguladığı politikayla ilgili ola- rak maziye ait bâzı ufak tenkitleri vardı. Fakat, Mr. "H"a karşı itima- dını tamamen muhafaza etmekteydi. Hatta, N'Khrumah kadar bile sert ol- madı. Nasır, Cezayirden ve Filistin- den bahsederken en sert Arap tezleri- DÜNYADA OLUP BİTENLER ni ileri sürdü. Ondan, başka şey bek- lemek abesti. Fakat, Arap milliyetçi- lerinin tâ kalbine tesir eden bu konu- larda dahi Nasır sesini yükseltmeden bir Devlet adamı edâsiyle konuşma- sını bildi. Nasırdan sonra kürsüye Polonya Komünist Partisi Birinci Sekreteri Gomulka geldi. Doğrusu istenirse Gomulkadan Sovyet tezleri dışında tezler savunması beklenemezdi. Fa- kat, Gomulka bu işi, kendisinden ön- ce kürsüye gelmiş olan Çek Başbaka- nı Novotny'den, Arnavutluk Başba- kanı Şehudan ve Rumen Başbakanı Gheorghiu - Dej'den çok daha itidalli bir dille yaptı. Üstleik, Gomulkanın Batı ile Demirperdeyi ayıran dereye üstüne basıp atlanacak birkaç çakıl atmağa gayret ettiği de gözden kaç-, mıyordu. Bu çakıllardan bir tanesi de