Haftanın içinden ARAP POLİTİKAMIZ ürkiyenin Arap politikası hayli zaman var ki bir başarı sağlayamıyor. Orta Doğunun, bilhassa son yıllarda çok karışık bir manzara gösterdiğinden zerre- ce şüphe yoktur. Şartlar, üzerine politika bina edilebi- lecek temeller, hatta şahıslar süratle değişiyor. Bir rüz- gar esiyor, temayüller o istikameti alıyor; bir rüzgâr esiyor, temayüller İm istikameti alıyor. Şaşıran, ken- disine başarılı bir hareket hattı çizemeyen sadece Tür- kiye değildir. Amerika ve Rusya gibi iki büyük kud- ret, İngiltere gibi Arap âlemini yakından tanıyan bir devlet bile bocalıyor, zaman zaman yanlış adımlar atı- yor, bazan fazla ileri gidiyor, bazan fazla geri kalıyor. Fakat bütün bunlar, Türkiyenin başarısız bir Arap po- litikasını süresiz devam ettirmesi için ne sebeptir, hat- ta ne de mazeret. Arap politikamızın büyük kusuru bir takım Orta Doğu realitelerini görmezlikten gelmemizdir. Bu rea- litelerin başında Arap liderlerinin kendi aralarında bir mücadeleye girişmiş oldukları vakıası vardır. Mücade- le eden liderler, tamamile haklı şekilde, kendilerine yardanı dokunacak dostlar aramakta, onları kullan- maya çalışmaktadırlar. Mesele, gözü açık tutup bu oyu- na gelmemektir. Yoksa Cumhuriyet Hükümeti hiç bir Arap meselelerinden çok Türkiyenin mesele- leriyle alâkalanmasını istemek hakkına sahip değildir. Bizim menfaatimiz, Orta Doğudaki bu iç çekiş- melerin haricinde kalmaktır Arap dünyasında iki bü- yük kuvvet vardır: Politikacılar ve artık genç münev- verlerin de katıldığı sokak. Orta Doğuda başarılı bir politikanın birinci şartı bu iki büyük kuvvetin ikisini birden kollayabilmektir. Bizi m takındığımıztutum po- litikacıların bir kısmını Türkiyeye dost hale getirmiş, fakat politikacıların öteki takımıyla sokağın tamamı- nı Türkiyeye düşman etmiştir. Bu, bize fayda vermez. Türkiye jeopolitik durumu 1t1bar1yle Orta Doğu böl- gesinde cereyan eden hadiseleri dikkatle takip etmek mevkiindedir. Hadiseleri takip etmek mevkiinde.. Yoksa, hadiselere karışmak mevkiinde değil. Amerika, Ingıltere ve Fransayla birlikte Mısır işlerine ilk müdahale teşebbü- sümüzün bizim için de, müttefiklerimiz için de nasıl bir hayal kırıklığına sebebıyet Verdıgı hatırdan asla çıka- rılmamalıdır. Halbuki o yandan bu yana Cumhuriyet Hükümeti İddialı politikasını terketmemış, bazı lüzum- suz kombinezonlara girmiş, taviz vereceğim diye açık- lar vermiş, sert davranacağım diye hatalı davranmış- tır. Orta Doğuda, bölgenin bu karışık halinde rol oy- nama iddiası her zaman hüsran getirdiği halde Cum- huriyet Hükümeti büyük Arap kütlelerini aleyhimize çeviren hareket hattını değiştirmemiştir. Güneyimizdeki geniş bölgede bugün iki cereyan şiddetle çarpışmaktadır. Birincisi Nasırın liderlik etti- ği milliyetçi ve nötralist cereyan, ikincisi Nuri Saidin liderlik ettiği feodal ve Batı taraftarı cereyandır. Bu cereyanların çifte unsurundan birini görüp ötekini gör- mezlikten gelmeye imkân yoktur. Nasır sadece nötra- listi, Nuri Said sadece Batı taraftarı bir politikanın şampıyonları sayılamazlar. Bu unsurların yanında Na- sırın kuvveti olan mıIlıyetçılıgı ve inkılâpçılığı, Nuri Saidin zaafı olan feodal, arkaik — sistemin müdafiliği faktörleri de mevcuttur. Biz birincinin nötralizmini an layamayız, hatta bölge için tehlikeli sayarız. Sovyt Rusyanın ne büyük bir belâ olduğunu farketmez gö- rünerek onunla flört etmek kısa bir zaman bazı men- faatler sağlasa da dünya muvazenesi bakımından za- rarlı bir tutumdur. Nasır ateşle oynadığını ergeç an- AKİS, 12 TEMMUZ 1958 Metin TOKER layacaktır. Herkesi birden idare ettiğini sananlar çok zaman, sonda ellerinde hüsrandan başka şey kalmadı- ğını farkederler. Ama aynı şekilde Nuri Saidin müda- faa ettiği, yıkılmaması için cansiperane — gayret sar- fettiği sistemin de hem devrin icaplarına uymadığını, hem tamah edilecek bir şey olmadığını germek lâzım- dır. İraklı liderin Batı taraftan politikasına yardım edeceğiz diye onun, gölgelerinde faaliyet gösterdiği ve sallantıda olduğu muhakkak tahtları koruma gayret- lerine katılırsak bugün Arap âleminin bize karşı anti- patisi yarın unutulmaz bir kin haline gelir. Hatırlardadır, Büyük Meclisteki Bütçe müzakere- leri sırasında Arap politikamız kifayetsiz bir Muhale- fet hatibi tarafından kulaktan dolma bilgiyle tenkit edildiğinde Dışişleri Bakanı sormuştu: "Peki. ne yapa- lım?" Yapılacak şey basittir: Orta Doğudaki iç mü- cadeleye karışmayalım, taraf tutmayalım, bir takım lehine öteki takımla bozuşmayalım, muvazeneyi hiç ol- mazsa Amerika kadar muhafaza edebilelim. Türkiye- nin menfaati öyle bir politikadadır. Bizim kendi mese- lelerimizi, tutumumuzun bedeli olarak, dostluk ettiği- miz Arap politikacılarına müdafaa ettirmeye kalkış- mamız ciddi bir hareket sayılmaktan uzaktır. O poli- tikacılar zaten kendileri muhtacı himmet bir haldedir- ler. Üstelik aralarında pek çoğunun bazı Batı mem- leketleriyle lüzumundan fazla sıkı bağları bulunduğu hiç kimsenin meçhulü değildir. Onların, bu bağlarına rağmen, bizim avukatlığımızı o memleketler nezdinde samimiyetle yapacaklarını sanmak ziyadesiyle hayale kapılmaktır. Zaten bizim, kendi meselelerimizi müdafaa edece- ğimiz bir muhit mevcuttur Biz, NATO'ya dahiliz. Bağdat Paktında "Sen bizim Kıbrıs davamızı savun, ben de seni Lübnanda destekleyeyim" tarzında pazar- lıklara girişecek yerde NATO içinde, elbette ki biraz daha fazla gayret göstererek, elbette ki Batının usul- leri arasında olan klâsik diplomasiyi bir takını "new look diplomasi" ye tercih ederek başarı kazanmak, tez- lerimize hak verdirmek kabildir. Meselâ şu Lübnan işinde, birim Nuri Said hizbi- nin politikasına alet olmamız ve müdahale teşebbüsün- de bulunmamız Orta Doğudaki hatalarımıza bir yeni- sini ekleyecektir. Hele Birleşmiş Milletler müşahitleri- nin, haklı veya haksız, Lübnan hadiselerinde dışarının tesirinin bulunmadıgına dair rapor vermelerinden son- ra bizim kalkıp ta bedbaht Chamoun'un yardımına koşmamız tasvip edilecek hareketlerden değildir. Lüb- nan işi bir muayyen istikamette ilerlemektedir. Zaten bütün Orta Doğuda hadiseler, bir cereyan takip etmek- tedir. Bu, bir tarıhı cereyandır Onu değiştirmeye kal- kışmak, -hem iç menfaatimiz olmadığı halde-, faz- la ihtiras olur. Orta Doğu, yalpalayarak da olsa, gıde— ceği yere gidecektir. Arap milliyetçiliği varacağı hu duda varacaktır. Eğer o hududu Nasır, meşhur "İhti- lâlin Felsefesi" adlı el kitabında hissettırdıgı gibi Zzor- lamaya kalkışırsa tarihteki bütün esleri gibi -son eşi Hitler- kafasını mutlaka vuracaktır. Biz olsa olsa bu hakikatleri tekrarlayabiliriz. Ama ne gidici liderlere yol arkadaşlığı etmemiz, ne ümitsiz davaların avukat- lığını yüklenmemiz Turkıyeye fayda sağlar. Dikkatli, aynı Kamanda alâka duyarak takip edi- len bir tarafsızlık hadiselere daha tepeden bakabilmek! Türkiye için en faydalı Arap politikası -tabii bu, bir şahsi kanaattir- böyle bir politikadır.