Uzun müddetten beri Avrupada ti- caretle meşgul bulunuyordu. Bu ser- best meslekte işleri dolayısıyla Ri- viyerada müteaddit defalar ve uzun- ca sürelerle ikamet etmişti. — İşleri bozulmağa yüz tutunca Cote d'A- zur'de tedavi görmüş, hastalığı için Maliye Bakanlığından döviz almıştı. Ancak hastalık dövizi — tükendikten bir iki ay sonra kendisine yeni bir imkan bulunmuştu: Fransa basın a- taşeliğimize, tepeden inme ikinci bir ataşe olarak tayini! Rifat Esenbel kendisine pek yal- varıldığı için bu vazifeyi, kalbi her halde yalvarmalara dayanamayacak derecede hassas bulunduğundan ka- bul etmişti ama, gene de tayinin ga- rabetini anlayacak kadar idrak sa- hibiydi. İhtiyaten uzunca — müddet Paris'teki ataşeliğe uğramadı ve Ri- şesine altın gibi kıymetli dövizle maaş yolluyordu. Fakat bunların i- kisi de Pariste değillerdi. Zaten bü- roya gidenlerin veya telefon edenle- rin basın ataşesinin kim — olduğuna dair sarih bir kanaatleri — olmasına da imkân yoktu. Kimine ataşe, Brükselde deniyordu, kimine Riviye- rada.. İki numaralısı Türkiyenin iş- tirak etmediği Cannes film festiva- line iştirak etti -hangi — bahaneyle, bu bir sırdır-, tekrar uzunca müddet Riviyeranın sefasını sürdü. Festival esnasında da Türk gazetecilerinden mütemadiyen saklanmayı ihtiyat- l1 buldu. İki ataşe çok birbirlerini — Pariste — gör- zaman selâm dahi ver- miyorlar, 1lk fırsatta i arıyorlardı. "Ah, o kadar ısrar ettiler ki efendim!" viyerada kaldı. Yeni ataşe ihtiyatlıy- dı ama, safdil değildi. Nitekim ner ayın başında bankaya — uğrayıp iki Fransız Bakanının maaşı tutarında- ki tahsisatını frank olarak — almayı ne unuttu, ne ihmal etti. Böylece Ri- viyerada tatlı bir kış geçirdi. Bir numaralı basın ataşesine ge- lince o, şâhsına yapılan bu muame- leyi bir iki ofladıktan sonra sineye çekti. Zaten, kendisi bundan evvel Dr. Sarolun dostu olarak Parise sa- yın doktorun bakanlığı esnasında ta- yin edilmişti, Amma şimdi — sevgili doktorun yıldızı sönmüştü, onun i- çin işleri pek karıştırmamayı ihti- yatlı buluyordu. Nitekim — dört ay sonra Brüksel sergisi açıldığında 0- rada muvakkat, fakat harcirahlı bir iş bularak ayın üç haftasını — Belçi- kada geçirmeğe — başladı. Vaziyet şuydu: Pariste devlet, iki basın ata- 16 larla memleketten gizli — kalabildi. Yalnız, Pariste ufak tefek çatışma- lar oldu Basın büromuzun bir ma- halli Mmemuru Paris elçiliğimizin başkâtibine üç beş kişinin yanında bu garabeti anlattı, iki numaralı ba- sın ataşesinin yüzünü ancak ay ba- şında maaş günleri görebildiklerini söyledi.. Elçilik te vaziyeti — sineye çekti. Allahtan ki Brüksel basın ataşe- liği ihdas olundu ve yakını bir D. P. milletvekilinin takibi — sayesinde Nail Mutlugil oraya tayin edildi. Böylece, yalvarmalara dayanamaya- rak "Pariste memleket vazifesi" ka- bul eden Esenbel ataşelik binasına rahatça girdi, makamına oturdu ve mutadı veçhile gazeteleri okumaya başladı! (Bir de dışarda tanınmadığımızdan şikâyet eder, dururuz Okuyucu mektupları: Pahalılık — hakkında ilmem bilir misiniz, "bende ta- kat kalmadı" diye bir şarkı vardır. Tam biz memurların haline uygun bir şarkı. Her akşam evde daire dönüşü, çoluk çocuk, cüm- bür cemaat ailece bu şarkıyı söylü- ruz. "Bende takat kalmadı !" Na- sıl takat kalsın ki? Su son zam fur- yasından sonra uçan kuşlara bile borçlandık. Artık borçlanacak kapı kalmadıgı için çok kere akşamları avan ekmekle iktifa ediyoruz. Beş kışı ayda 167 lira ile geçınırse, on- mış, Buyuk şehırleı'ımız imar edile- cekmiş de turistler — gelecekmiş. Bunlar iyi güzel ama benim iki kız da zaafiyet geçiriyor bunu ne ya- palım? Kenan Büyükelçi - İstanbul * azetelerde, mecmualarda "ne- reye gidiyoruz?" başlıklı ya- zılar çıkıyor. Bilen yazıyor bilmi- yen yazıyor. Kahvelerde, vapurlar- da, trenlerde, otobüslerde de aynı sual soruluyor: Nereye gidiyoruz? Bilen konuşuyor, bilmeyen konuşu- yor. Hep tenkit, tenkit, tenkit. Ha- ni milletin haline bakıp, herkesin şikâyeti ettiğini görünce insan ister istemez 1957 seçimlerini düşünüyor. Bu tenkitçilerin 1957 — ekimin- de sanki hiç birinin bugün bi- zi yola papuçlu çıkarıp da papuç- suz bırakanlara rey vermediğini sa- nırsınız. Peki bu münekkit efendiler rey vermediler de bu sıl geldi? Basta nasıl kaldı" Sankı daha evvelki seçimlerde bu parti denenmemiş miydi ki, bir defa da- ha iktidarda kalmak imkanı bağış- landı? Kızını dövmeyen dizini dö- vermiş. İşte bazan da böyle reyini veren dizini döver. Ama tabii adam- da dövülecek diz kalırsa. Adnan Pekyürek - İzmir * ayatın böyle tahammül edil- mez derecede pahalılaşmasını sebep olanların acaba yüreklerine en ufak bir sızı bile düşmüyor mu? Binlerce, yuzbınlerce vatan çocuğa -yedi ile yirmi, yaş arasındakiler- tam gida alamıyorlar -tabii milyo- nerlerin çocukları hariç- daha ba- cak kadarken kavrulup kuruyorlar. Benizleri sapsarı yetişiyorlar. Pek çok aile İkinci Dünya Savaşı içinde çekilmeyen zaruretler içinde kıvra- nıyorlar. Bütün bunlar gözler önün- dekı hakikatlerken nasıl oluyor da âlâ "memleketin yarını için" gıbı lâflar edilebiliyor? Hangi ya- rın? Yarınların ümidi olan çocuk- ları biz doğru dürüst doyuramıyo- ruz bile. halde kimlerin yarınla- rından söz açılıyor? Şekip Güzelce - İstanbul AKİS, 12 TEMMUZ, 1958