TİYATRO Ankara İş başında! Bölge tiyatroları faaliyeti dolayı- siyle, Devlet Tiyatrosunun karşı sına son günlerde bir problem dikili- verdi. Ankaranın dört sahnesiyle İz- mir, Bursa ve Adana tiyatrolarında temsiller verebilmek için tiyatro ele- manlarının harıl harıl — çalışmaları lâzım geliyordu. Oyuncu sıkıntısının yahıbaşmda rejisör sıkıntısı da var- dı. Genel Müdür Muhsin Ertuğrul şimdi anlıyordu ki Devlet Tiyatrosu - mut bu kadar geniş faaliyeti kârgıh.- yâeâk. rejisör kadrosu uh- sin Ertuğrul buna çare bulmak için tiyatro elemanları ansında sondajlar yapıyor, fakat istediğini — bulamıyor- i t bir Muazzez Kurdoğlu, Bir Suat Taşer bulabilmişti. Ama yi- ne de meseleyi halletmiş sayılmazdı. Muhsin Ertuğrul, tiyatronun için- de bulunduğu rejisör sıkıntısını çeşit- li tecrübeleri ile de yakından biliyor- du. Buna bir çare bulmak lâzımdı. Nihayet aradıgı çareyi de buldu. Ken- disi de rejisör olarak seyirci -karşı- sına çıkacaktı. Haber Devlet Tıyatrosu sanatkâr- ları arasında büyük bir memnuniyet uyandırdı. Adı yabancı ülkelerde bile duyulmuş olan' Muhsin' Ertuğrul, Kü- çük Şahneden- ayrıldıktan sonra İyi- den iyiye bir "efsane" olmuştu. Bil- hassa Ankara seyircisi bu efsanenin altında ne yattığını öğrenmek 1stıyor du. Tiyatro mensupları da, " nın idaresi altında çalışmak (kendıle— rini göstermek için can atıyorlardı. Genel Müdür sahneye koymaya karar verdiği "Kiralık Bina" nun rol — dağıtımını derhal — yaptı. O- yunda rol alanlar hemen rollerini ezberlemeye koyuldular. Fakat ara- dan"bir kaç gün geçince, Muhsin Er- tuğrulun" rejiyi bir başkasına dev- rettiği duyuldu. Genel Müdür, yerine Mahir Canovayı lâyık görmüştü. Sa- natkârlar, hocalarının bu tip karar- larına alışmışlardı Geçen yıllarda da böyle bir karara varılmış ve Shakes- peare'ih "Kral Lear "ini şahneye koy- mak için gerekli hazırlıklara başlan- mıştı. Hattâ Kral Lear'i oynamak i- cin Muhsin Ertuğrulun sakal bırak- tığı söylenmişti. Fakat bu haberinde arkası gelmemişti. Şurası muhakkaktı ki, Ankara seyircisi "eski kurd"un kocamadığı- nı gostermesını istiyor, onun perde önüne çıkmasını sağlıyacak. her ka- rarını merakla bekliyordu. Geçen haftanın baslarında. Muhsin - Ertuğ- rulun yeni bir karara vardığı duyul- muş, birçok sanatkârların dudakları acaba" diye kıvrı mıştı. Yeni karara göre, öl Faresi" nden sonra "Hamlet" sahneye koka- caktı. Bu arada, Muhsin' Ertuğkılün Küçük Sahnede yaptığını bir kere daha yapacağı da söyleniyordu. Ri- vaye'tlere göre' Hamlet rolünü- Yıldız Akcan oynayacaktı. AKİS, 12 NİSAN 1958 Tiyatromuzun meseleleri ALTIN ÇAĞ YAKIN MI? S imdi bazı iyimserlerimiz, 5 örına girdi bile!" diyecekler. daki tiyatro humması" rarlanmağa başladı. da bir naibiz hızlanması, göze çarpıya». çalışmalar başlamadan, Bunlar yersiz Ama bu yayılmanın vardığı sahne hayatımız rin tiyatro üslüplarından ayıracak bir çeşni Refik ERDURAN "Yakın mı ne dernek, tıyatromuz altın ça- "Tiyatro gibi sözler basınımızda gittikçe daha sık tek- tâbirler değil; merkezden çevreye doğru bir yayılma hamlesi seferberııgımız muz- , sabiden tiyatromuz- köşelerde verimli mahalli kendini başka memleketle- ve milli hususiyetler ka- zanmadan, dünya repertuarına girecek olgunlukta piyeslerimiz yazıl- madan "Tiyatromuz altın çağım yaşıyor" demek, ya kendi sırtımızı sıvazlamağa çalışmak o denen çiçek pek nazlıdır, bilmemek, yahut ta "Tiyatroda altın çağ altının degerını nadıren açar. Tarih boyunca bu mucize topu topu sekiz on kere olmuştur. Bunu ha- tırlayınca insanın, "Tamam! düşünerek bu işten ümidi kesmesi mek aydınlarımız arasında pek revaçta bulunan Fakat bunu sayılmasını gerektirecek çümseme pozuna da uygu ifrat, yanı aşırı kötümserlik deği Memleketimizde dünya doğmasının niçin iki husus geliyor: 1) On birincisi de bizde n düşer. mi olacak" diye üstelik böyle düşün- kendi kendimizi kü- n da diğer istikamette sebepler yok mümkündür; çapında tiyatro faaliyeti ve tiyatro eseri güç olabileceğini düşünürken akla herşeyden evvel Türkiye nisbeten ufak ve geri bir memlekettir; 2) meddah, karagöz ve orta oyunu bir tarafa bırakılırsa, tiyatromuz çok gerideki köklere uzanan bir ananeden İlk bakışta akla yakın gelen bu itirazları olmadıklarım görürüz. Tiyatronun birdenbire memleketlerde cereyan sade en büyfik ve en ileri dığı gibi, uzun bir ve bu sahada geleneksiz olduğ re Ön plâna, fırlayıveren memleketlerın yakın Milli tiyatrosu ondokuzuncu asrın ibsen vasıtasıyla dünya vardır. aradan yirmi otuz yıl geçmeden geleneğe baglı da değildir. u halde dünya tiyatrosunda birdenbi- mahrumdur. tahlil edersek varid gelişip — olgunlaşması eden bir iş olma- Nisbeten küçük, geri zamanlarda, iki örneği ortasında kurutan Norveç ü tiyatrosunu tepetaklak etmiş, ancak asrımızın başında sahne hayatına sahip ola- bilen İrlandada ise çağdaş milli Ş İnanılmaz bir hızla gelişerek insanlığa Synge ve vermiştir. Böyle bir hamlenin gerekli' şartları' tiyatroların en değerlilerinden biri O'Casey gibi ustaları nelerdir? Şimdiye kadar ti yatronun doğup hızla gelişmesine şahit elan altın cağlara ve yerlere, meselâ eski Yıınanistana, Rünesansta İngiltere, İspanya, İtalya, Fran- sa ve Orta Avrunava, nıhayet İbsen ve Strindberg ile başlayan modern cereyanların kaynaklarına bakarsa şu üç müşterek vasfı görürüz: 1) Fiziki mânada yeni kurulan genç tiyatrolar; estan, şiir, hikâye veya roman gibi başka edebiyat kollarının gelme, karışık bir seyirci daha evvel gelışmesıyle canlanmış bulunan bir yazı hayatı ) emiyetin değişik seviyelerinden kütlesi. Bizde yeni tiyatrolar vakıa Şıır Hikâye ve roman tutturmuş, hattâ geçmiş değerler bir aşağılık duygusuna kapılmış olmak lâzım. mek ıçın de şiddetli gibi edebiyat kollarında dünya kurulmakta olduğu gözle görülebilecek bir vasatisini yetiştirmekte bulunduğumuzu gör, çüncü şarta gelince, bu en nadir olduğu için en mühim fak- türdür. heyecanlı ve sarih, en aydın Büyük tiyatro eserinin en cahil seyirciyi eglendırecek kadar seyirciye zevk vere kadar da ince olması gerekir. Bu ise tiyatroyu basit halkla aydmların bir arada dol- durmalarına bağlıdır. fik Paşa Tiyatrosuna giren ve aynı Bursaya gelmiş üniversiteli gençlerin yanına Işte kapının önüne eşeğini baglayıp Ahmet Ve- piyesi acıyıretmek için İstanbuldan; oturan köylü, yurdu- muzda bu şartın da gerçekleşmekte olduğunun müjdecisidir. Bunları düşününce tiyatro ufkumuza ümitle bakabiliriz. Üçüncü Tiyatro Muhsin Ertuğrulun sahneye koy mak isteyip de sonradan vazge- çip rejisörlüğünü Mahir Canovaya devrettiği piyesin adı "Kiralık Bina" idi. Yazarı Eduardo de Filippö, Na- pollli bir Italyândı. Beş yaşından beri sahneye çıkmaktaydı. Eduardo de Fi- lippö'nun yazarlığı ise müzikli skeç- ler yazmakla başlamıştı. Yirmi altı yaşlarında Pirarid'ellö ile tanışmış, hattâ bir ara Plrandello'nun ricası üzerine onun bir kaç hikâyesini pi- yes haline sokmuştu. Filippo bir ara, fılımcıllge de el atmıştı Nihayet i- inci dünya savaşından sonra yazdı- ğı 'Milyoner Napoli" adlı pıyesıyle öteki Avrupa menlleketle'rinâe'de' â- dım duyurmağa muvaffak olmuştu. Daha sonra milletlerarası tiyatro fes- 29