M U S İ Kİ Konserler Bocalama devresi mhurbaşkanlığı Orkestrasının bu evsım, yeni rt Law rence'ın idaresinde verdiği üç konse- re bakarak, bu müessesenin istikba- li hakkındaki ümitleniş acaba aşırı bir nıkbınlıgın neticesi miydi? Or- kestra yeni re_ıım altındaki ilk çalış- malarında tedrici ilerlemeler göste- rebilmiş, yeni şeften ve yeni kanun- d beklenenleri haklı çıkartmış mıydı? rkestra üyelerinin taze bir he- işlerine sarıldıkları bılınıyor- du: Robert Lawrence, natkâr degılse de -buyuk sanatkâr- lar, bir Bruno Walter, veya bir Le- opold Stokovskı zaten ömrünün bir iki yılını Türkiye'ye bağlamayı bul etmezler, selahıyetlı bir meslek adamıydı ve Praetorıus'den bu yana, Cumhurbaşkanlıgı Orkestrasının bü- tün dev. şeflerinden kat kat üs- tün bir ıdarecıydı Orkestra üyeleri- nin çoğu, Cumhurbaşkanlıgı Orkes t- rasını, Avrupa a Amerikanın hiç degilse ikıncı sınıf orkestralarının se- viyesine yukseltecek kalitede çalgı- cılardı. Öte çalgılar eskimiş, bozulmuştu; döviz yokluğu yüzünden yenılerı getırtıle- memekteydı Orkestra, operanın ya- kaprisli bir umum mudurun, sı- gıntısı halındeydı Kendine bir konser salonu, hattâ uygun bir prova yerı yoktu. Bu menfi ve müsbet durumlar he- saba Katılınca, orkestranın son haf- talaı' ıçınde çıkardıgı ıcralaı'ın birbi- çok farklı seviyeleri bir de- receye kada ızah edılmış olabilir. Cumhurbaşkanlıgı Or- kestranın yaptığı musikinin kalitesi yüzde yüz nisbetinde sefine atfedile- bilir.. Cumhurbaşkanlığı Orkestram da hernekadar bir profesyonel orkest- raysa da, yıllardır başıhoş bırakılmış olması sebebiyle bu nisbeti biraz 'mek, orkestranın durumunu da h saba katmak yerinde olur. Bu or- kestra şimdiki haliyle şefin çehre- sini biç değiştirmeden aksettirebile- cek mükemmel bir âlet değildir. Mevsimin ilk konseri, nikbinlikle karşılanması gereken bir başarısızlık- tı. Fakat geçen yıllara nisbetle büyük ilerlemeleri temsil ettiği vermişti. İkinci konser, gözetilen he- defe nerdeyse varıldıgını düşündüren -hele Türkiye ölçüleri hesaba katıldı- ğında muazzam sayılabilecek, bir ba- -arıydı. Oysa geçen Cumartesi veri- len üçüncü konser, ikinciye de birin- ciye da nisbetle, geriye atılmış bir a- dım olmaktan ileri geçemedi. Programdaki dört eserden Cim: rosa'nın "Gizli Evlilik" Uvertürü ile 30 için umıt Wagner'in "Usta Şarkıcılar" Prelüdü, genel olarak tatmin edici - tefs rlere kavuttular. Wagner, büyük bir kar- gaşalık içinde çalınmasına rağmen hiç olmazsa Lawrence'ın, bu prelü- dün karakterını anlayış ve operanın konusuyla n münasebetlerini be- lirtisi, icra dgı surukleyıcılık halkın alkışlarını ve "bis" yapılma- eser şimdiye kadar birçok kere Cum- hurbaşkanlığı Orkestrası tarafından çalınmış, her defasında kötü icra e- dilmiş, fakat hiçbir zaman bu dere- S reirtr a j Ka KK, 'Ilm';"lıııHl ıl'ı“ I4ıllıı l_ M....-.f. ıhd. m Yütünüze eihirli bir. çüzide bahyülir. — ce dağınık ve manasız bir hala gel- memişti Hazreti Süleyman Rapsodisi onserin Övülecek tarafı, viyolon- selci Nusret Kayar'ın Ernest Bloch'un "Schelomo" adlı İbrani Rapsodisinin solo partisini çalışıydı. eser Türkiycde ilk defa olarak icra edilmekleydi. Aslen İsviçreli, halen Amerikan uyrukluğunda bir Yahudı bestekâr olan Ernest Bloch, "Schelomo”" yu 1916 yılında yazmış- tı. "Schelomo" İbranice "Süleyman" demektir. Bloch musikisiyle, — İncil kahramanlarından Kral Süleymanın portresını çizmek 1stemıştı Zenginli— ği ve kudretini düşünüp dü boş ve fuzuli oldugu felsefesı— şeyin ne varan Süleymanı, Bloch'un zen- gin, renkli ve mütekebbir fakat boş ve fuzuli musıkısı uygunlukla temsil ediyor. Viyolonsel partısının zaman man, orkestranın yüklü sesleri altın— da bogulup kaldığı bu eserde Nusret Kayar, çalgısının sesini duyurmak için ümitsiz gayretler sarfetti. İşi- tilebildiği kadarı, çalgısından çıkart- tığı ses serin, yumuşak ve vakur, ça- lışı teknik bakımdan güvenli, tefsir bakımından hesaplı ve düşünceli, fa- kat biraz heyecansızdı. Fakat mu- hakkak olan, Nusret Kayar'ın bu e- seri dünyanın her yerinde çalabilece- ği ve takdir toplıyabileceğiydi. Law- rence, soliste elastiki bir refakat sağ- ladı ve orkestra Bloch'un renkli par- tisyonunu azçok başarıyla aksettir- di. Genç Fransız nkara Devlet Konservatuvarının Fransız Kültür Cemiyetiy- le işbirliği halinde tertiplediği altı konserlik serinin ilkinde genç ke- man virtüözü Devy Erlih, hıncahınç dolu, hattâ yalnız sıra aralarına de- ğil, sahnesine bile iskemleler yerleş- tirilmiş Konservatuvar salonunda ge- çen hafta Salı akşamı, Bach, Beetho- ven, Ravel ve Sarasate'ın eserlerinden müteşekkil bir program sundu. Bun- dan önce iki defa Türkiyeyi ziyaret etmiş olan Erlih'in, Türk dinleyicile- ri üstünde çok iyi bir intiba bırak- mış olduğu, konserin gördüğü mu- azzam rağbetten anlaşılıyordu. Devy Erlih'in bundan önce Anka- rada son verdiği konserde çaldığı Be- ethoven ve Çaykovski konsertoları- nın şevkini o akşam tekrar tatmayı umanlar, hayal kırıklığına uğradı- lar. Gerçi karşılarına, kemandan tat- h, yumuşak bir ton çıkartan meka- nik rahatlığın zirvesine — yaklaşmış bir kemancı vardı. Fakat akşam, baş- tan aşağı yavan, hattâ sıkıcı geçti. Bu tatsızlıkta, piyanist Ferdi Stat- ser'in kuru sert icrasının dahli de büyüktü Konservatuvarın, Türk . Fransız Kültür Cemiyetiyle birlikte tertiple- diği seride, beş konser daha vardı. Dördü piyanist ve biri de çellist ol- mak üzere beş Fransız musikişinası şimdiden tesbit ve ilân edilmiş gün- erde, Ankarada konser verecekler- AKİS, 16 KASIM 1957