ÜNİVERSİ T E Istanbul Muhtariyet var mı? I stanbul Üniversitesi Rektörü Ali Tanoglunun Unıversıteyı açış nut- münevver hitimde hiç de iyi karşılanmamıştı Unıversıte mensup- ları bile bu konuşmanın basına yan- lış aksetmiş olmasını temenni ediyor- lardı. Meselâ Tıp Fakülteni Anotomi Enstıtusu Müdürü Zeki Zeren, boy- sitenin Hüküm rinde bulun sı lâzım geldıgını ıfade edebılırdı. Üniversite Hükümetin yanında olabi- lirdi. Ama onun emrinde olması, İk- tidarın hoşuna gıtmeyen her öğre- tim üyesi için büyük bir teminat- sızlık olmaz mıydı" Bir ilim ada- mının hürriyeti Milk Eğitim Baka- nının ufak bir işaretine mi bağlı ka- lacaktı? Dünyanın medeni memle- ketlerindeki üniversiteler, — iktidar- dakiler güç durumda kaldıkları za- man bir yardımcı olup, en doğru yo- lu göstererek kendilerinden beklenen vazifeyi şerefle ifa ediyorlardı. Fa- kat son hâdiseler, ıktıdar mevkiini, işgal edenlerin üniversite mensupla- rına karşı pek de itimat beslemedik- lerini ortaya koymuştu. Unıversıte, İktidarın hatalı yolda olduğunu gö- ren bir müesseseydi. İktidar ise bir türlü hatâ kabul etmemekte direni- yordu. Sanki iktidarda bulunanlar gökten zembille inmiş mütekâmil fa- nilerdi de kendilerinden hata sadır olmazdı. Bu sebeble İstanbul Üniver- sitesi Rektörünün açış nutku pek hoşlarına gitmişti. İşte bir Rektör bile Üniversitenin İktidar emrinde olduğunu kabul etmişti. Diğer taraftan Ali Tanoğlu, nut- kunun menfi bir hava yarattığım gö- rünce, son zamanlaı'da hemen herke- sin baş vurduğu usule baş vurarak bir basın toplantısı tertip etmişti. Umumi efkârı aydınlatmak, bazı söz- lerını açıklamak gerekiyordu. eşe- ğ Profesörünün — sözleri yanlış anlaşılmıştı. Rektör, Üniver- sitenin mesuliyetini müdrik olduğu- na kani idi. Hiç kimsenin bundan üphe etmeğe hakkı yoktu. Muhtar niversite Hükümetlin her — zaman yardımına koşacak ve onun yanında yer alacaktı. Fakat Rektör tam bun- ları söylerken gazetecinin biri kalk- mış "Bizde üniversite — muhtariyeti var mı?" diye ortaya bir sual atmış- tı. Beşeri Coğrafya Profesörü .bu suali cevapsız bırakmak zorunda kal- dı. Aşağı tükürse sakal, yukarı tu- kürse bıyıktı. Sonra zorla değil Sayın Profesörün bu Üniversite muh- tariyeti lâfına aklı ermiyordu. Ne o0- lurdu yani bir üniversite muhtar ol- muş veya olmamış ?Hem bu, böyle bir toplantıda sorulacak sual miydi? Ama toplantıda hazır bulunan gaze- teciler bir hayli uzun süren bu manâ- 22 h süküt karşısında bu sükütun altın- da yatan manayı çıkarmışlardı. Biz- de Ünıversıte muhtariyeti yoktu. Klik.. Bu basın toplantısında bir sabık Doçentten de bahsedilmişti. Adı geçen sabık Doçent, Edebıy at Fa- kültesi öğretim üyelerinden — Adile yda idi. Senatonun aldığı bir ka- rarla bu kadın Doçentimiz Üniversi- teden ihraç edilmişti. Yalnız ihraç edilmekle de kalmamış, doçentlik ün- vanı da elinden alınmıştı. Rektör bu mevzuda daha evvelce bir basın top- lantısı yaparak umumi efkarı aydın- latmakta fayda mülâhaza — etmişti. Adile Ayda ise Senatonun bu kararı- nı hükümsüz addediyor ve bir ga- zetede yazdığı makalede Doçent ola- Klik.. rak imzasını atmakta bir mahzur mülâhaza etmiyordu. Gazeteciler bu acaip durumu kendısıne sordukları vakit —Rektör görmedim. Tetkik eder, neticeyi size bildiririz" demişti. Boylece Beşeri Coğrafya Profesoru, içine düştüğü güç durumu görmek hususunda ikinci defa ge- cikmiş oluyordu. Adile Ayda meselesi İstanbul Ü- niversitesinde meydana gelmiş klik- lerden yalnızca birinin patlak vermiş meyvası idi. Bilhassa Edebiyat Fa- kültesi, bu mevzuda kendisine büyük bir şohret temin etmişti. Öyle profe- sörler vardı ki birbirlerine diş bili- yorlardı Bunların bir çoğu derste, talebelerine diğer ogretım üyelerini çekıştırmekten adeta gönül ferahlı- d yuyor! orlardı. Sinirlendikleri va- kıt aynı çatı altındaki arkadaşlarım komünistlikle, ilmi kıfayetsızlıkle, ahlâksızlıkla itham eden öğretim ü- yeleri eksik değildi. Hele bır profe- Istanbul Unıversıtesmden bır görünüş klik.. — klik. sör, aynı kürsüde çalışan bir doçen- tin profesörlüğe terfi etmemesi için, elinden gelen her türlü hüneri gös- termekte rekor kırmıştı. Yine profesörler vardı ki hayatlarında bir tek kitap yazmadıkları halde yazdık- ları en ufak bir makalenin hesabını sormakta beis gormuyorlardı Talebe- ler her öğretim üyesinin suyuna gö- re hareket etmek zorundaydılar. De- ğil bir fakültede, aynı fakültenin bir tek enstitüsünde bile birbirini çekiş- tirmeyen öğretim —üyesi parmakla gösterilecek kadar azdı. Kitap meselesi alebelerin en mühim dertlerin- den birini de kitap meselesi teşkil ediyordu. Ders vardı, dersin kürsü- sü vardı, profesörü ve doçenti vardı, fakat kitabı yoktu. Öğretim uyelerı ders kitabı yazmamakta adeta sözleş- miş gibiydiler. Gerek Ankara Üniver- sitesinde gerek İstanbul ÜUniversite- sinde, doçentlik . tezlerinden başka ki- tap yayınlamamış olan pek çok öğre- tim üyesi gösterilebilirdi. Bu, onların tembelliklerine değil bilâkis, mesele- yi ciddi tuttuklarına bir delil sayıl- malıydı. Kitap yazmak kolay bir me- sele değildi. Talebe, elinde kitap ol- a da, basiret gösterip — dersine çalışmalıydı Ders esnasında not tut- malıydı. Ama öyle şivesi bozuk pro- fesörler vardı ki, talebe için doğru dürüst bir not tutmak bile mümkün olmuyordu. Talebe sadece mesuldü. Ders kitabı yazan öğretim üyele- ri ise bu meseleyi ticari bir mevzu olarak telâkki ediyorlardı. 200 sayfa- lık bir ders kitabına 10 veya 15 lira- hk bir fiatı reva görmek, herşeyden evvel ilmin kıymetini ortaya koyardı. Bazı profesörler ufak tefek değişik- likler yaparak, ders kitaplarını her yıl yeniden yayınlıyor ve talebeleri- e bu kitaplardan mesul tutu- yorlardı. Tabii, fiatlar da hu ilâve- AKİS, 16 KASIM 1957