Mucadele,Fher z;ıman olduğu gribi YURTTA OLUP BHENIER i ile bitti. Murakabesız İmparatorluk rejimi Fransayı felakete sürükledi. Fransa sefil olunca da, İmparator tası tarağı toplayıp memleketi terketti. Artık Victor Hugo, yaralarını sarması gere- ken vatanına dönebilirdi. "Küçük Na- poleon" 1869'da bir af daha ilân et- mişti. Ama Hugo, Cromwell adlı ese- rindeki şu mısra ile cevap vermişti: "Haydi, sizi affedıyorum -Hangi hakla, müstebit Victor Hugo menfadaydı, İmpara- tor sarayda. a ikisinin, içinde asıl kuvvetli olanın şaır olduğunu herkes biliyordu. 5 Eylül 1870'de Brüksel garına bir adam geldi. Yaşlı bir adam. Saçları bembeyazdı. Başında yumuşak bir fötr yardı, omuzunda deri bir çanta asılı idi. Gişedeki memura: “"— Parise bir bilet" dedi. Sonra saatine baktı. Menfanın son saati idi. Victor Hugo, kendisine re- fakat eden Jules Claretie adındaki genç yazara döndü: "— Tam 19 senedir bu anı bekli- yordum" Paris ihtiyar şaire görülmemiş Ur karşılama yaptı. Gar, yüzbinlerce in- sanla doluydu. Devrin en büyük şairi tam dört defa halka hitap etmek zo- runda kaldı. Bütün ağızlarda bir tek ses yükseliyordu: "Yaşasın Victor Hugo!" Victor Hugo cevap verdi: 'Yaşasın Cumhuriyet"' Bandan sonra büyük şairin ömrü- nün son senelerı Parıste, milletinin lerin sevgi ve saygısı içinde geçti. Büyük şair, ömrünün son günlerine tadar vazifesi bildiğini yapmakta de- rem etti. Senatoya girdi. Fakat poli- tikada hiçbir zaman muvaffak olama- h. Daima doğruyu söylemesi, herkesi çizdiriyordu. Ama Fransanın böyle ınsanlara ihtiyacı vardı. Lutfu istin- ar eden, inandığı dâva uğrunda kah- ra katlanan, maceraperest değil, va- ansever ınsa nlara.. mek icap ettiğini, ler. Ama “"şöyle y Bizzat kolları Hapishanelerde yatan rdan, vrupanın en büyük, şâiri olduğu halde tam 19 yıl in- ziva hayatına gıik demeden kat - lan bü Hugo'larâ kadar bütün ıdealıstler bugünkü Fransız Demok- asisinin kurucuları oldular. Onlar ransız milletine, Demokrasiyi bir damın ulüvvücenabından bekleme- i, bu rejime lâyık olmayı tedris ettiler. Milletin şuurunu, bizzat ken- dileri eziyet çekerek, ıstırap çekerek, çoluk ve çocuklarından ayrı kalarak koptular. Fransa, onların eseridir. İşte bu yüzden değil müidir ki, bir başka Fransız, Benjamın Constant öyle diyecektir "Sadece şu veya bu adam tarafın- dan kurtarılabilecek bir memleket, adam tarafından bile uzun zaman kurtarılamıyacaktır. Zaten, kurtarıl- maya da lâyık olmıyacaktır ya..." 6 D.P. Kulislerde faaliyet B u haftanın başında Salı günü ak- şam üzeri Ankarada, bilhassa Kı- zılay civarında toplanmış bulunan bir takım bürolarda artık unutulmuş bir faaliyet vardı. Bürolar, İstanbul ga- zetelerinin mümessillikleriydi. Tele- fonların başında genç adamlar haber soruyorlardı. Gerçi bir gazeteci için haber sormaktan daha tabii bir şey bulunamazdı, ama, muhabirler malu- matı gazetelerine yazmak maksadı ile istemiyorlardı. Meraklarını tah- min edecekler, havayı koklamaya ça- hşacaklardı. PHakikaten yaptıkları şey, gazetecı tâbiri ile "Grup almak" idi. O gün D.P. Meclis grubunun mü- him olacagı sanılan bir toplantısı var- dı. Am zeteciler, toplantının bü- tün tafsılatını da alsalar, bir tek satır yazmayacaklardı. Zira D.P. Meclıs— ten çıkarttığı bir kanunla "Meclis grupları müzaker elerının yazılmasını yasak etmişti. Bu, Meclis grupların- dan sızıntılar hikâyesi" çok partili rejime geçtiğimizden beri bir mesele idi. Toplantılarda konuşulanların erte- si gün basına intikali her İktidarın ca- nını sıkmıştı. İktidarı çok partili rejime geçtikten sonra an- tidemokratik çıkarmaktan dikkatle sakındığından, tedbirini ken- di bünyesinde almaya çalışmıştı. Bu- na mukabil D.P. İktidarı, kendisini 1954'den bu yana artık böyle bağlar- la bağlı hissetmediğinden bir tek kelime söylemekle iktifa etmişti: Ya- sak! Prof. Fuad Köprülü Kuvvet şurubu!. İhtimal ki D.P. içinde bu çareyi "Kristof Kolombun yumurtası" adı- nı verenler ve böylesine keskin bir hal çaresi bulduklarından dolayı elle- rini uğuşturanlar çoktu ce bu misal iki ıktıdar arasındakı zihniyet farkını milletin gözü onune seren belli başlı misallerden biri o muştu. Kanun kanun olduğuna göre, gaze- teciler buna riayete mecburdular. Bu yüzden bilhassa 1946 ile 1956 arasın- da gazetecileri en çok meşgul eden “Grup alma" işi 1956 yazından itiba- ren lüzumsuz bir meşgale haline gel- mişti. Buna rağmen gazeteciler bu hafta Salı akşamı kendileri için "Grup al- ma" ameliyesini tekrarladılar ve o gün — konuşulanları da — öğrendiler. Sarfettıklerı gayreti tabii karşılamak başında, Meclısın açıldıgı sırada gözler en zi- yade D.P. Grubuna dikilmişti. Devam eden tereddüt ynı anda D.P. içinde, tereddüt de- vam ediyordu, herkes farkındaydı ki D P. grubu "havayı fiilen iyileştir- me" yoluna sapmazsa, milletin özle- diği ve bazı partizanların hiç işine gelmeyen siyasi bahar uzun, ömürlü olmayacaktır. Buna mukabil D.P. mil- letvekıllerı içinde “gevşersek mahvo- luruz" diye düşünenler büyük bir ka- labalık teşkil ediyordu ve bazı büyük- lerimiz aynı fikirleri savunuyorlardı. İşin asıl garibi DİP. içinde son se- nelerde "mutedil" sıfatım takınmış bir zümre vardı ki ıslahat hareketi- ne, Menderes şampıyonluğunu yaptı- gı için aleyhtardı. Bu zümre gayet iyi biliyordu ki D.P. nin tuttuğu sert yol çıkar bir yol değildir ve şartı i- çin mutlaka felâket yolu olacaktır. Bu teşhis yanlış değildi. Bahis mev- zuu zümre, felâket anı gelip çattığın- da kendini belli edecek, partının diz- ginlerini ele alarak 19 6 50 mücade- lesini tekrarlıyacaktı. Fakat şimdi, eğer kurtarıcı ıslâhatı bizzat Mende- res gerçekleştirirse bir takım hayal- ler yıkılacaktı. Zira D.P. içinde, hem de Genel Başkanın en yakınları ara- sında, onun yerini almak istiyenlerin bulunduğu herkesin malumuydu. D.P. saflarında, bahar ha- vası karşısında iki uç birleşiyordu. Ekseriyet nerede B una rağmen bu hafta içinde Mec- lis müzakerelerim takip edenler, havayı iyi kokladıklarında, eğer Men- deres isterse bahar havasının hemen mevzuata İntikali faslına geçılebılece- ğini gorduler "Menderes ısterse tâ- birinin D.P. için acı olduğu muhak- kaktı; fakat realite buydu. İktidar partisi, elleri ayakları bağlı, bilhas- sa onbaharından bu yana ken- disini Genel Başkana teslim ettiğine göre, bu şartı görmemezlikten gelme- bir deve kuşunun başım kuma sokma- sından farksızdı. AKİS, 30 MART 1957