BASIN kurup hükümet reisliği vazifesini de- ruhte edenler şüphesiz cemiyetin en- der yetiştirdiği vasıflarla - mücehhez gunluk, belagat, iç ve dış meseleler- de siyasi, hukuki bir idrâki icabetti- rir. Bun için memleketimiz gibi a yazma nisbeti henüz maatte- an, mantığın kabul edemıyecegı bir lâtifedir. İnsaf ve Muharrir balâğa san'atı edebıyesmm de bir had ve hududu vardır. Her türlü te- sir ve enfüst faktörlerden azade ola- rak mezkür yazı mevzuunu, samimi )rüş, iddia ve tezimizi şu sözleri- mizle toplayalım Başvekil Adnan Menderes, millet iradesi ile mebus olmuş ve millet Şınası Nahıd Berker “Dolmuş"da bir. adam mümessillerinin arzu ve tensibi ile ükümet Reisliğini deruhte etmiş bir şahsıyettır İcraatında bu alenı tasvip bah mevzuudur. Ve bu s beple kabıne reıslıgınde berdevamdu' Yoksa suç konusu yazıda iddia edil- diği gibi milletin başa çıkamadığı, hallâkından gelemediği bir kimse de- Buna göre mesuller Başbakan Ad- nan Menderesi küçük düşürmek, ona hakaret etmek kasdı ile hareket et- mişlerdi. Cezalandırılmaları lâzımdı. Bu satırlar basıldığı sırada İzmir- de, aynı mahkemenin h da Ad- nan Düvenci, Ziya Hanhan ve İlhan Esenin, Necdet Kutlayın ithamlarına karşı müdafaaları yapılıyordu "De- mokrat İzmir dâvası" Türkiyede o anda devam etmekte olan basın dâ valarından sadece biriyı 6 GÜNLER GEÇERKEN İısanlar gibi şöhretler de eskiyor. şısında — bulun bilmeleri nasıl güç.. Sefa adındaki gazeteci yaman bir fikra muharriri korlukle itham edilebilirler bu gazeteci arkadaşımızın da kaleme aldığı fikra.. Türkiyede, Bu satırları İstanbul'da yazıyo- rum. Seyahatim en kuvvetli i- radeyi bile devirebilecek zorluklar, sıkıntılar korku ve kâbuslar ıçmde geçti. Götürdüğüm hastayı Paris'te ve Hamburg'da işkenceden farksız araştırmalarla çok' yordular. Fa- kat İstanbul'da üç senede kona- mayan kesın teşhıs kondu ve teda- vi yolu Avrupa'ya bır yığın kuçuk müşahede ve bunlardan çıkan nanın bize verdiği büyük muk e- se ve düşünce fırsatından gelecek yazılarımda sık sık faydalanaca- O kuçuk müşahedelerden biri: Hamburg'da, erkek — nüfusuna kabı alacak oldum. Büyük mağa- zalardan birinde, sarışın ve güzel bir Alman kızı beni iskemleye 0- turttuktan sonra önümde diz çök- İskarpinimi çıkardı ve (eskı terbıye ile: Affedersiniz) ayağımı avucunun içine aldı. Öteki eliyle okşadı. Yüzüme hayretle bakarak: e güzel, ne küçük ayağınız var, demez mi! burg'da, erkek — nüfusuna nısbetle 300 bin kadının fazla ol- duğuna düşündüm. Kızın çapkınlı- ğına hukmedecek oldum. Fakat yanılm ışım. iyl ayağımın üstünde çizgi çeker gıbı bâzı hare- ketler yapıyor. Almanca bilgi kad- ir sürü şey söylüyor madığımı ona anlattım. Patronu çağırdı. O da kızın avu- cunda duran ayağıma hayretler i- çinde bakıyordu. Almanca bilme- diğimi anlayınca, azıcık Fransızca bilen başka bir kızı da çağırdılar. Bize tercümanlık etti: Patron dedi ki: — Ayağımnızı profesöre gostere- ceğiz, musaad eder misin hayretim onun ızahıyle büsbütün arttı. Yı kattaki dairede bir ayak profesörleri var- mış. Benim ayağımın mulajını ala- cakmış. Ona göre bir kaç tip is- karpin yapılacak, bir tanesi de bana hediye edilecekmiş. Gizli dâvalar Bunlarm içinde, İstanbulda cereyan eden birinde sanık avukatsız kal- mıştı. Bahis mevzuu olan, karıkatu- rist Ratıp Tahi uraktı. Ratip Ta- urak "Halk" adını taşıyan bir gazete kurmuştu Gazetesi haftada iki defa çıkıyordu. Yeni Basın Kanu- Bakınız, yeni nesilden arkadaşımızın olduğunu hatırlar. Am nal. kalamazlarsa, hadıselerın sevıyesıne Mütemadiyen umumi efkarın kar- nmak mevkiinde olanların, hayatıyetlermı muhafaza ede- kadar az kimse Peyami bir Vakıtler fırtınalar yaratan, muharrirler oriji- çıkamazlarsa okuyucular nan- Türkiyede, 1956 eylülünün ortasın- 1956 eylülünün ortasın Çünkü, dedi patron, Ham- burg da erkek ayakları 42 numa radan başlar. Sizinki 39. Çızgılerı bizim aradığımız - şekilde bir aya- ğınız var. Hamburg'un en büyü mağazası biziz. Böyle arada bir gelen turist müşterimizi ayakka- bısız bırakamayız. Bizde 39 numa- ra yalnız kadın iskarpinleridir. ana hediye edilecek ayakkabı- nın ancak yı'rmi gün sonra hazır olacağını öğrenince, sevımlı teklifi reddettim. — İçerde vitrinlerde gördüğüm ve çok begendıgım bir ıskarpını giymek istedim iyük- r, olmaz" dediler. Getırdıler, giy- dım, mükemmel. Israr ettiğimi görünce, beni be- yaz madeni bir dolabın önüne gö- türdüler. Ayağımı işaret ettikleri yere koydum ve gösterdikleri bir delikten baktım. Bu, bir rontgen cihazıydı. Ayak parmaklarıyle İs- karpin arasındaki mesafeyi göste- riyordu. Büyük bir kitap açtılar, parmaklarla — iskarpin arasındaki mesafenin kaç santim olmak lâzım geldiğini anlattılar (rakamı unut- um). Patron dedi ki: — Bu ayakkabı size, şimdi iyi görünür ama sokakta biraz yürü- dükten sonra bollaşır Rahatsız o- lursşunuz. Satm Üçü de beni kapıya kadar uğur- ladılar ve patron, ayağıma — göre gıır şey bulamadığı için özür dile- Bir de, İstanbul'da bâzı kundu- racıların mal satmak içini insanın ayağına dasdaracık bir ayakkabı geçirdikten sonra tekrarladıkları nakaratı düşündi — Sonra açılır efendım tam a- yağınıza göredir. Açılmazsa kalıba koyarız, biç merak etmeyiniz fi- lân Dukkandan topallayarak çıkar- sınız. Aldığınız ve giydiğiniz ıs- karpin kalıba konmadan evvel, çoktan kafese konmuşsunuzdur' nunu takip eden hafta bu gazetede "Oldu da bitti Maşallah!." lejandin bir karikatür neşredilmişti. Istanbul savcılığına göre, karikatürle Başba- kan, Büyük Millet Meclisi Başkanı ve üç bakan -Köprülü, Kalafat, Ağa- oğlu- küçük düşürülmüşlerdi. Savcı- hk bunun üzerine bir Sulh Ceza AKİS, 15 EYLÜL 1956