dukları yerde de ya elleriyle, ya hatsız etmekti Bu akı mdan güneylilere — göre, zencilerle beyazlar arasındaki hukuki statü ayrılıklarını kaldırmadan ön- ce zencileri beyazların seviyesine çı- karmak gerekirdi. Bunun için de daha ilk yapacakları iş gözleriyle etrafı ra- usun yıllar beklenmeliydi. Kuzeyli- lerin Zzencilere beyazlara tanınan hakları tanımak yolunda gösterdik- leri acele, işleri büsbütün karıştır- maktan başka şeye yaramayacaktı. Ancak, her türlü haktan, demok- rat bir devlet sınırları içinde yaşadı- ğı halde oy vermek hakkından, eği- tim seviyesi yükselt bir memlekette bulunduğu halde okula gitmek hak- kından, insanlar arasındaki sınıf farklarını en once kaldıran bir cemı— yette yaşarken isminin başına "Mr." veya "Mrs." eklerinin konulması hak kından mahrum yaşayan bu zenci- ler, durdukları yerde mi beyazların seviyesine ulaşacaklardı? Güneyliler işi sadece zamana bırakıyordu ve bu sualin müsbet cevabını vermeye ya- yanaşmıyorlardı. Onların içine, i- liklerine kadar sinmiş tek düşünce siyahların — aşağılık birırk olduğuydu, o kadar... Bu aşağılık ırk nasıl yük- selirdi? Bu onların üzerine vazife de- ğildi. İşin dikkati çeken tarafı, siyahla- rın aşağı bir ırk olduğu kanaatini en büyük bir inançla besleyenler, güney- li beyazların fakir tabakalarıydı. A- merikan iç harbinden önce, Afrika'- dan serbestçe getirttikleri zenci kö- leleri bedava — çalıştıran toprak sa- hipleri, el emeğine para vermek Zoru- nu duymuyorlar ve bu durum toprak sahibi olmayan beyazların işsiz kal- masına yol açıyordu. İşsiz kalan be- yazların da seçebilecekleri iki yol da vardı: Ya dağlara çekilmek, ya orduya girmek. Bu durum, iç harbin sona ermesinden sonra da devam et- Çünkü iç harp kolelıgı hukuken kaldırabılmıştı fiilen değil... Toprak sahıplerı gene zencileri bogaz toklu- ğuna çalıştırıyorlar, — toprak sahibi olmayan beyazlar da gene eskisi gibi işsiz kalıyorlardı. Bu yüzden, zenci- lerle fakir beyazlar arasında iktisadi bakımdan büyük bir ayrılık yoktu. Toprak sahibi olmıyan beyazlar iki bakımdan zencilere — düşman kesili- yorlardı Birincisi, zencilerin yüzün- den işsiz kalmışlardı İkincisi, yaşa- ma seviye bakımından zencilerle aralarında pek büyük bir fark olma- dığına göre, günün birinde onlarla karışabilirler, aşağılık ırkın arasında kaynayıp giderlerdi. Bu son nokta, fakir beyazları en çok korkutan noktaydı. Bu bakımdan, Amerika Birleşik Devletlerinde zencılere karşı yapılan tepkilerin daha ziyade aşağı tabaka- dan çıkmasına susmamak lâzımdı. Şaşılacak nokta kültürlü bazı Ame- rikalıların bunlara ayak uydurmasıy- dı. Dünyanın en gelişmiş demokra- sisine sahip bir memleketin evlâtları arasında siyah-beyaz ayrılığı yapıl- ması, bu asırda, gerçekten aklın ala- mayacağı şeydi. AKİS, 15 EYLÜL 1956 İKTİSADİ VE MALİ SAHADA Ticaret Kâr hadleri konomi ve Ticaret Bakam meşhur Fuar nutkunda: Memleketin yüksek ve umumi menfaatları icabı alınan bir karar, münferit olarak bir tüccarın Zzararına tecelli edebilir. Bu takdirde, bir tüccarın akıtan kararın tadilin istemek değil, kendi durumu- nu revizyona tâbi tutması icap eder." diyordu. Bu cümleleri, duyanlar şöy- le düşünebilirlerdi: Hükümet, içinde bulunduğumuz iktisadi buhrandan kurtulmak için yeni bir yola girmiş bulunuyordu. Bu, sertlik — yoluydu. İktisadi hayatın hemen bütün saf- halarının devlet eli ile düzenlenme- si, kontrol edilmesi yoluydu. Alınan sert tedbirler bazı kimselerin fazlaca fedakâr olmasını gerektirecekti. Ni- tekim ticaret sahasında alınan ted- birler tüccar sınıfından — fedakârlık bekliyordu. Ticaret Bakanı da nut- unda bunun üzerende, ısrarla — dur- muştu. Tüccar, sadece kendi çıkarını düşünen bir insan değildi. "Tüccar tesadüfler içinde — hareket eden bir şahıs değil bir milletin varlığı ve yokluğu ile, kaderi ile doğrudan doğ- ruya alâkalı ve şerefli bir vazifenin sahibi" idi. Tüccar fedakârlığa kat- lanmalıydı. Ya katlanmak istemez- se? Ya kendisini fedakârlığa zorla- yan kararları değiştirtmek için bazı tedbirlere başvurursa? " İşte b ada bakanın sözleri açık bir mahiyetinde idi. Tüccar kendini de- ğişen şartlara uydurmak zorunday- dı. Hükümet azimli ve kararlı idi. Bütün şikâyetlere kulağını tıkayacak aldıgı kararları yürütecekti. ktisadi hayatın — mekanizmasını bilmeyen bir kimse için bu azimli ifa- de ümit verici bir şeydi. Hükümet tüccar karşısında bir gevşeme gös- termezse ucuzluğa kavuşacağımız şüphesizdi. İktisat çarklarının nasıl döndüğün- den habersiz, "elbet hükümetin bir bildiği var" duşuncesı ile ümide ka- pılan vatandaşlar bile gecen hafta i- çinde —ümitlerinin, güneşte — kalmış buz gibi, erimeğe yüz tuttuğunu his- sediyorlardı. 20 Ağustostan tam iki hafta sonra, 3 Eylül 1956 da yeni bir tebliğ yayınlanıyordu. Ekonomi ve Ticaret Bakanlığının bu tebliğine gö- re evvelce tesbit edilmiş olan kâr hadlerinde — değişiklik — yaşılıyordu. Gerçi kâr hadlerinde, bazı kalemler için bir miktar indirme yapılmıştı. Fakat bazı kalemlerde de yükselme vardı. İktidar sözcüsü gazete, duru- mu şöyle açıklıyordu: "Bu yeni liste- de, eskisinde görülen bazı aksaklık- lar giderilmiş ve bir'çok maddenin kâr haddi azaltılmıştır. Buna muka- bil bazı maddelerin, bilhassa maliyet- fiyatı düşük olanların da kâr hadle- ri yükseltilmiştir. Böylece, hem hal- kın ve hem de tüccar ve esnafın mutazarrır, olmamaları — sağlanmış- tır". Bu mevzuda Ekonomi ve Ticaret Bakanı da, müstahsilin menfaati gö- zetilmeden konan azami fiyatın ge- lecek mevsim bazı maddelerin yetiş- tirilmemesi neticesini verebileceğine i- şaret ediyor, ithalâtçı kar hadlerin- deki değişiklik hakkında şunları söy- lüyordu : "Bir kısım maddelerde lerının yükseltilmesi kâr had- zaruri görüldü, çünkü bu yapılmadığı takdirde bir tıkanıklık husule gelirdi. İthal mal- arına gelince, elbette ki lüzumlu maddelerın ıthalını teşvik etmek lâ- mdır. Almayanların ise buna ihti- yaçları yok Bunlar gelse de gelmese de". Bütün bunlar gösteriyordu ki va- tandaşların beslediği ümitler gibi hü- kümetin hayalleri de — gerçekleşemi- yordu. Tüccar kendini yem şartlara tamamile uyduramamış, belki de uy- durmak istememişti. Bunun cezası- nı da tüccardan önce halk çekiyor- du. Hükümet, kararlarında değişiklik yapmak luzumunu hissediyordu. Bu- nu beklemek lâzımdı. i hâdi- selerin hükümetlerin arzuları ile, ka- nunlarla, kararlarla şu veya bu isti- kamette degıştırılmelerı herzamân için mümkün mazdı. Alınan ted- birler bazan gozetılen hedefin tersine bir netice verebilirdi. Bu ha- kikati hükümetin de anlamağa baş- ladığını tahmin etmek mümkündü. Nitekim Ticaret Bakanının geçen perşembe İstanbulda — yaptığı basın toplantısında söylediği şu sozler bu bakımdan dikkate değerdi: Anka- rada üç kişilik bir fiat tesbit komi- tesi kurulmuştur. Bu heyet müstah- sil ve müstehlikle daimi temas ha- linde olacak ve koordinasyon vazife- sini görecektir. — Müstahsilin asgari geçim standardını temin, edecek bir fiat nizamı kuracaktır. Böylece, ne Danasına olursa olsun hayatı ucuzla- talım derken önümüzdeki senelerde de istemeyerek büyük kıtlıklara se- bebıyet vermek ihtimali önlenebile- cekti Bakan, hakikaten açıksözlülük et- mişti. "Ne pahasına olursa olsun ha- yatı ucuzlatalım derken istemeyerek büyük kıtlıklara sebebiyet vermek.. vet bakan böyle söylüyordu. Kıt- lıktan bahsetmenin bir cesaret işi ol- olur duğu sırada "büyük kıtlıklar" sözünü kullanmak belki de bir kahraman— lıktı. Ne var ki Milli ma Ka- nunu yeni şeklı ile yururluge girdiği sırada çok iyimser ifadeler de gene ayni bakana ait bulunuyordu. Kalkınma Kök merakı ktidar partisinin — organı Zafer'de son zamanlarda sık sık şu başlığa raslanıyordu: 'Son çıkarılan kanun- lar büyük ferahlık yarattı".. Bu baş- lık altında Mili Korunma Kanunu- nun elle tutulur, gözle görülür müs- bet tesirlerinden bahsedildikten son- 17