YURTTA OLUP BİTENLER Muhalefet İsmet İnönü Başlı başına hadise Yükselen kota Her şey o gün İsmet İnönünün İs- anbulda Taşlıktaki evınde yalnız kalmasıyle başladı. Hava oldukça sı- cak, vakit akşam uzerıne yakındı. Muhalefet lideri İngilizce haftalık gazetelerini - Economist, Manchester Guardian.. - okudu, denızı seyrettı, sonra kalkıp a!: kadaşlarını gormeye gitmeğe karar veri dı den çıktı, Ca- ğaloğluna indi, babmı ziyaret etti, oradan yürüyerek Parti merke- zine uğradı. Sokakta kendısıne rast— lıyanlar hürmet ve ondan habbet, hepsinden fazla hayretle bu açık bej renk elbıselı, ınce şapkası- nın kenarından beyaz saçları görü- nen yaşlı, fakat dmç ınsana bakıyor- . İsmet İnönüyü hepsi tanıyoı'- , onu kendi aralarında görme ten memnun oluyorlardı Bılhassa kadınlar Muhalefet liderini, gözleri de hakiki bir şefkatle takip edıyor- lar, çocuklarını gönderip elini öptü- rüyorlardı. İsmet İnönü hemen her sabah dokuz buçuk vapuruyla Kadı- köye geçiyor, oğlunun Çıfteh vuzlar- daki yazlık evinden denize giriyor, öğle vakti tekrar İstanbula donuyor- du. Bu vapur seferleri de bir âlem oluyor, sivilinden resmisine herkes Muhalefet liderini sevgiyle selâmlı- yor, fırsat bulanlar yanma yaklaşıp iyi hislerini izhar ediyorlardı. Bu hal- kın ıçınden kopup gelen bir tezahür- dü. O gün Cağaloğlunda da aynı şey- ler oldu İsmet İnönünün dokuz yıl Rağbet Görmeyen Müessese Sandalyenin çok tatlı olduğun- da zerrece şüphe yoktur. Eğer bu kadar tattı olmasaydı peşinde boylesıne aşk ve şevkle koşulur uydu? Ama akıllı adam odur ki çıktığı yerden inmesi icap etti mi, tereddut duymadan gerekeni yapa- in. Zira bazı ınışler vardır, daha da yuksek yerlere tırmanmak için insana icap eden hızı verir. Buna mukabil kalmaktaki İsrar, bazen telâfisi gayrı kal)ıl sukutların se- bebini meydana get Fakat bahis mevz saha po litikaysa bu şans! mutalaaların ve hesapların yanı sıra Ur de vazife hıssı, vazıfe mesul iyeti belirir. İşi ormali i şudur: sandalye bır vasıtadır gaye memlekete hiz- O sandalyede insan fikri- nı takıp edebıldıgı müddetçe otur- malıdır. O sandalyenın hakkım ve- rebildiği müddetçe orada kalma- hdır. Bu imkân elden çıktı mı, tas- vip edilmeyen bir politikanın tat- dını bir tarafa elinin tersiyle itip, çek ektir. Buna, batı âleminde stıfa diyorlar. Asırların tecrübe- si göstermiştir ki istifa müessesesi- nin İyi işlediği memleketlerde key- fi idare ve zulüm gerilemiş, essese iyi kullanıldığında keyfi i- are ve zulüm taraftarları takke- lerini onlerı oyup düşünmek zorunda kalmışlardır. Ben b mecmuanın umumi neşriyatını idare ederim. Mec- muayı alâkadar eden işlerde el- bette ki son söz hakkı benim de- ğildir, gazetenin sahibinindir. Ama bana bir vazife verilmiş, ben d bu vazifenin mesuliyetini üzerime almışıradır. O bahiste benim fik- rimin mutlaka hesaba katılması lâzım gelir. Mecmuanın bir istika- meti, bir politikası vardır. Ben bu- nun tatbikini, mutabık olduğum müddetçe deruhte ederim. Eğer is- tikameti, eger politikayı doğru ve faydalı görürsem, vazifede kalı- rım. Fakat bir gün gazete sahibi- nin aklına eser de şuna buna borç takmak suretiyle mecmuayı kal- kındır heves ederse bunun hzurlarını kendisine anlatmağa, yolun iyi olmadığı hususunda onu iknaya çalışırım. Israr ettiği takdirde, özür diler ve çekilirim Maaşımı almakta de- etmek, sıfatınım verdiği ca- kadan faydalanmak tein utabık bulunmadıgım yolda adım atm Gene bir gün gazete sahibinin aklı- na eser de "hâdiseler ne olursa ol- sun şu partiyi körü kürüne tuta- cak, icap ederse haberleri tahrif Cüneyt ARCA YÜREK edeceğiz, karşı partiye de alabildi- ğimize küfrederek yükleneceğiz" derse ayni şekilde fikrimi söyler, böyle yapmamamız gerektiğinin mucip sebeplerini önüne sererim. O kararından caymazsa, ben vazifem- den ayrılırım. Nıhay t başka bir gün müessesenin ıdaresını mazisi karışık hırsızlıgı müsellem, rüş- vet alıp zdıgı ortaya çık- mış bir dama verir. endisi- ne ortak yaparsa şapkamı başıma eçırır ve o zatı şerifle teşrıkı me- sai etmektense çıkar giderim. Bun- lar dunyanm en tabii hareketleri- dir. mecmuanın içinde mesul mevkıde bulu adaydım, — sadece yazımı yazıp hayatımı kazansay— aldırmazdım. Ama madem ki bir mesuliyetim, altımda bir san- dalyem vardır onların hakkını ver- mek benim için şeref borcudur. El- bettekı başka bir yol daha vardır paramı alır, sandalyamda oturur, gazete sahibinin dediklerin eğer fakat kapalı kapılar arkasın- da, dostlar arasında onun aleyhin- de atıp tutar, girdiği yolun çıkar yol olmadığım söylerim. Kendimi aldatmamak istersem yolda beni görenlerin de benim hakkımda baş- ka bir şey duşunmedıklerını kabul ve itiraf ederii a benim böyle hareket ede- d en emin oldugu ıçın gazete sahıbı, istifama yol açacak hare- ketlere girişmekten ıçtınap eder. mecmuanın mesu diğer arkadaşlarla istişare eder, bazı noktalarda bizim kendisinden iyi duşunebılecegımızı hesaba ka- tar, son söz daima kendisinin ol- makla beraber yalnız kalması ih- timalini unutmaz. Biz çekilirsek o, dediklerini itirazsız kabul edecel kimseleri bulamaz mı? Bulabilir. Ama aptal olmadığı için bunun kendi ve mecmua hayrına bir ha- reket teşkil etmiyeceğini anlar Bunlar akla gelebılecek misal- ler ıçınde en ehe mmıy tsızlerıdır im olan "istifa müessesesinin" faydasının ve kullanılmasındakı lu- zarurettir. Hiç bir şey dürüst bir adamı benimsemediği, tasvip etme- diği işlerin mesuliyetini paylaşma- ya icbar etmez. Menfaat ve küçük hesaplar hariç.. Parlak sebepler bulmağa çalışmak kendini aldat- maktan başka bir şey değildir. He- e insanın mesulıyetını paylaştıgı islerin ve teşriki mesai etme runda bırakıldığı kimselerin arka- dan aleyhinde bulunması küçüklü- ğün en büyüğüdür AKİS, 16 TEMMUZ 1955