er tekkenin en gerilerde bir köşesine ilişmişlerdi. Ömer, Kirlik kizi araştırırken, bölmelerin arkasındaki kafeslerin her de- liğini ayrı ayrı tetkik ediyordu. Bazan ima çekinmeden bakan güzel gözler görüyor —Vış anam, insanın ta yüreğine balıyo bel.. diye söyleniyordu. i, Ömer'in bu münasebetsizliğine kızıyor : — Ulan et det yeri, cami; burada işlenen günah af- folunmaz! Hem de böyle tilkinin tavuk © gözetlediği gibi kadın ie ayıptır. Ağır olda batman desinler emme, b me, ne de olsa burası iba- Vi a — Pek iyi avretlerin de ileyince, nâra il burada işleri ne; bunlar da zikretmiyor- *ydan bu tekkelg gi — Ulan ne yapsınlar, İstanbul gibi burada ne sinema var ne zavallı hatunlar mi? Buraya ve biraz gönül avutacaklar. adın ve kızda ge alarından seyri evklerden değilâ — Bak! bak Ali, şu elâ göze bak, ak, dar sokakle köfirin yüzünü ide görebilsek. kadın kokosu — birak diyorum sana, birak am keyfine bu çeşitsizliği, yoksa sıfatın budur der “ bir tane eklerim, memlekete ii — Yahu içim kaynadı!.. gel de göy- Kadiri dergik / püme haber anlat|. inliği iki kafa virmişler, bü : sildikten so Arabacı Ali, “tanıdığı bir yö gi Mi al m — Ulan emme de medeniyetsiz adam- sın; ben İstanbul'da iken bunların yari yerlerine kadar çıplaklarını görürdüm de, Allah bir başımı çevirip bakmazdım. burada, tövbe rabbim; e günaha giriyoruz. Bu sırada bütün cemaat birden hurrr | i ileri sürdü e Mescidin baş tarafından yeşil tacı, şu düzenba: yel. yeşil cübbesi ile Şeh Ayetullâh efendi a ibadet edi; “O da iki büklüm, başı yerde Imiyor. Zikir bi seri hatvelerle yürüyerek mescidin orta- yarısından çoğ sina geldi, Kimse şeyhin yüzüne bakamı- yorlar. Ver yi ki . mürit te, orayi e Ömer, Aa bile. itmemizden dai Ali, da dürterek zım biz gidip ki” ina gördün mü be? Ş — Vay ey © fitil gibi han, herifin ayakları biribirine pek büyük & . dolaşıyor, gözleri şarab çanağına dönmüş. ni müritler al Eğer bu herif beş okkadan az içtiyse ben indiden dolmii şu bıyıklarımı keserim. kların Fatma # — Sus günaha girme Ali, tövbe de, yolladımdı. B#X ge arkamızda iki derviş konuşüyordu. n uğrasın de ece bütün evliyaların ruhu burada sen tekkeye de şeh çilehanede onlarla konuşmuş; n, pek Alâ sem pe de olsa onların yanından geliyor, bel- cere gideyim. | ki sersemlemiştir. a konuşa gelmi — Haydi be abdal sen de, bunca se nedir ben bu zıkkımı içerim; ii içmişle içmemişi anlamazsam yazık ban A, bizim efendi hazretleri sy — Efendi hazretleri kim? — Evkaf müdürü be, bu efendiyi ben stirmiştim. Yolda bir hafta beraber dü- k; sapığın, delinin biri idi. Karı- sına bile merhameti yoktu. Yanında şey- ATAÇ tan gözlü bir molla vardı. Ben bu hile- kâr şeyhin hakkından bunlar gelir diyor- dum amma, bunlar da kafese düşmüşler. Arabacı Ali ile keçeci Ömer böyle konuşurlarken, meydanda halka teşkil olunmuş zikr başlamıştı. Evvelen hafif bir perde perde yükseldi... leme halini aldı, Boğazları yırtarcasına çıkan sesler, mescidin kubbesinde çatlı- yarak daha hışırtılı bir gürültü oliyordu. Şeyh Ayetullâh, ellerini biribirine vura- rak bu çılgın gürültüyü coşturıyordu. Sağa sola sallanan dervişlerin bir kıs- mı, hakikaten kendilerinden geçecek ka- dar harap olmuşlardı. Halkaya giren bir kısım gençler ise, vücutlerini şeyhin tem- posuna uydurarak raksediyorlardı. Vecde gelenler nara atıyorlardı. Genç ve sesi güzel hafızlar naat okuyorlardı; fakat bu naatlar, ilâhiler biraz sonra.. huri ve gül- man methiyelerine döküldü, bu terennüm- ler esnasında coşan, vecde şelen gelene idi. Hayl.... Heyl..... diyen yere düşüyordu. Bazısı kazıklanıp kalıyor; bir kısmi, hiç: kirıklarla şsarsiliyordu. o Fazla olanlar, bu kadar tepinmeğe tahammül edemiyerek, midesini zaptedemiyor; elini ağzına tutan musluklara koşuyordu. Ka- pılar açılıp kapandıkça, keskin ispirtolu mide tanffünleri, mesçit'in içini dolduru- yordu. Arabacı Ali, kendi duygusuna göre bu e eş seyrediyor: hım hey; senin böyle He çeviren bu adamları neden gazabınla şu ânda kesmiyor- sun? Bunca ahaliyi aldatıp, kandırıp bu- ralara getirerek perişan eden bu şahısları, neden kahıretmiyorsun?!|.. Bu sarhoş şeyhin başına şu kubbeyi neden çökerlmiyorsun?.. Ali bunları, biraz da seslice ei Önünde oturan siyah taclı, ve siyah geni cübbeli bir derviş başını çevirip Ali'y dik dik bakmıştı. Ali de bunun gözlerini tanır gibi olmuştu. Fakat, bu akıllı derviş, kendini yorup helâk etmeden.. şu e dibinde yan gelip oturmuştu. Ali; ferin be derviş baba, sen herke- sin akıllısı olâcaksın!.. Benim gibi, bü mas- karaları e a de hoşuna gidi- yer galibar.. demi Bu Molla ak idi, Hiç sesini çı- karmadı, Kıs kıs gülüyordu. O da bacı Aliyi tanımıştı. Memlekette de dinsiz Ali diye şöhreti vardı. Yumruğu ve bi- cağı sayılır olduğu için ona kimse ilişe- mezdi. Hele tekkelerin biricik düşmanı idi. Onun dedesi variyetli bir adamdı. Ba- basına bir hayli mal mülk birakmışlı, L.â- kin bu safdil adam, bir tekkeye mürit olmuş: «ha ereceğim, ha eriyorumlu diye yıllarca tekkeye kapanmış; malını mülkünü de uğurda bitirmişti. Ali o zaman küçüktü, Babası tekkede çıldirip; tam ihr karıştığı sene, ana- sı da kahrından inmeye oğramıştı. Ali il kapılarında çöraklik; uşaklık (ederek. büyümüştü. Aklı başına gelince babasının mürit olduğu, bütün malını ve eşyasın hebe ettiği tekkeyi bir gece ateşlemiş, cayır cayır yakmış; ve sekiz sene hapisa. nede yatmıştı. Hapisten çıkınca askere gitmiş; yiğitliği, mertliği sayesinde ken- disini pek sevdirmişti. Terhis edilip döner- ken zabitleri, ona bir sermaye olsun diye beş ön lira toplamışlardı. Onunla bir çift at ve bir araba tedarik etmiş, namusla ve yo- rulmaz bir gayretle çalışıyordu. Molla Mus- tafa bu macerayı öğrenmişti. Arabacı Ali'- nin tesadüfen orada bulunması hiç hoşuna gitmedi, Çünkü Hacı Sabur'un getireceği altın torbasını kolay kolay bu acıkgöz adamın gözlerinden gizliyemiyecekti. Yeri- ni değiştirmeği düşündü. Bu da muvafık değildi. Fakat Hacı Sabur da geç kal maştı Arabacı Ali, gözüne yabancı gelmeyen bu dervişi düşüne düşüne nihayet buldu : — Vay Molla efendi, sen de mi derviş oldun yahu?.. ben seni aklı ında bir adam sanıyordum. Ne ise yine akıllısın, hiç olmazsa urbanı derviş yapmışsın |.. Molla Mustafa çaresiz cevap verecekti. Yoksa Ali'yi kızdırıp öfkelendirmek işine gelmezdi ne yaparsın Ali ağa, gidişata uymak lâzim. Molla'nın sözleri, kekremesi bir şarap kokusuyla yayıldı. Ali gözlerini açarak : — Ulan Molla, bu ne hal? Sende mi matizsin?.. tevekele değil burada büzülüp kalmışsınl.. Seni gidi köfteler seni; ulan şeyhinizden, Mollanıza kadar hepinizin e yuf olsun. Hacı sarhoş, arhoş, şeh sarhoş. derviş sarhoş., bu ne kepazeliktir?.. İbadet ediyoruz diye, ümmeti bammedi buraya gelirip ne kandırıyor- sunuz?). Molla'da hoşafın yağı buz kesti. Yal varan bir sesle : — Aman Ali ağa gözünü seveyim, yanlışın var. Demin biraz şeh efendiyi ziyarete oğramışlım; bana zemzemli bir lâl vermişti. Bu mübarek koku odur — Haydi be Mollaml bize madik atıl- maz, ben o pis şeyin kokusunu kırk yıl uzaktan bile anlarım. Bu halis kırmızı şarab kokusudur. Hem bunun, islâmlara katresi bile haramdır. Ulan zıkkımi içiyorsunuz; hiç olmazsa rakı için de günühı az olsun, Molla, Alinin yanına sokuldu; onunla hemen anlaşmak lâzimdi, Fazla görüşüb ilmine da işi altüst ederdi. Yavaşça: li ağa, sen mm şimdi gider- sen sana on altın — Neden 6? Ben öyle kolay gelen parayı sevmem; düpedüz haram olur. — Haram değil canım helâlından on altın! — Anlamadım?..