bulunan meyhanesinde soluğu alıyoruz. Mardik, o, Kadıköyünün berhayat Puankaresidir. Hiç bir mevsimde ceket görmeyen sırtı, çıplak ve tombul kol- ları ve didon sakalile bizi karşılayor. i fiskiyeli çinko havuzun başı > lenen 2 > a babına sesleniyor: değil, nostaljisi neş'esi hâkimdir. A derdi var gibi! Bizimle beraber dükkân “e olmaktan kurtulan ve hovarda takınan m i sahibi bir müşteri tavrı — Bütün dostları böyle beraberimde gördükçe, burnumun ucu sızlıyor vallah! Aramızda Mahmut Yesaride sl idi nemiz eksilirdi sanki? Mah sade Türkiyenin en büyük romancısı değil, ayni zamanda benim de en bü yük dostumdur! Fakat, kuşu kafesten uçurur gibi, onu kaçırdık elden! yahut Mahmut, bizim salmamıza rağbet et: mez oldu artık. Bunca yıllık ahbaplık mM, Kanaryayı ele geçirdik- nra, bizim nn farkımız firak imiş meğer AŞAN Mardik haklı mı idi, bilim mem ? yanıldığını fa Bunu düşünebilmek için kadehlerin dolup boşalmasından medet umuyor- dum. Lâkin Salih Zeki Aktay ikide bir ve saatine bakıyor: Anlıyorum ki eve ! Eğlenii rası bu gün! çocuklar ! Re ma verdiğim # akit Obırakmın arasında iki mam ış. Fehmi ç dönmesi için bayanından izin al Razi ağabeyimiz de i ağabey, diyon mızın hakkını” a gözleri parli hayalen ## ikibetimi düğ Mardi k vef sellesinin fels* çemberi içi” ulacağımı hes ünün kış eğiğ rine, bizim bei .. sokağın dekorile başının içindekileri bir türlü uzlaştırımıyan şair Salih Zeki Aktay... * tesadümü arasında bihuş Yalaız Ömer R höclesinden ermanu espr vileride mefta: umurumda değil : Otursak ta olur, oturmasak ta | Nitekim arkadaşları selâmetleyo- rüz. Şimdi üçümüz kaldık başbaşa: Ömer Rıza, Mardik ve ben. Yalnız bu sazlı ve tmek lâzım. O çalıyor, biz ii ye konu- şurken odinlediğimizi nediyoruz : el ayık okluklardş iddia et- meleri gibi! Caddeye tekrar kavuştuğumuz za iyiden iyiye obastırmıştı. kepenkleri inik dükkünlarile kimsesizleşen çarşının dar ve çam sokaklarından yürüyoruz. ASİ ağ- Benim ise, dünya umurumda değil.. zına geldik. Fakat bir türlü karar ve- nil İlkbaharda ii âlemi veya dal safası yapacakmış gibi Fener- ei mi m Delila: Modaya mı? — Gel üstat, diyorum Ömer Rıza- ya, gilyalım şu paraşola. uysal adamdır. in yakıp, kemmeleşi çekip giriyor baya. mer Rıza, radyoda ki ves riyormuş gili, ciddi bir tavurla müte- madiyen anlatıyordu. Ben, dışarının a ile içerimin alkollu hararetinin ş, bu sözleri .nidâ duyar gibi ni m a ey benim yari vefa - gm öze tajcı (OMiyazi cun!l... Rö apacağım diye Zehra Ahmetler Süğiyelerin kalori- ferli, Vi apartmanlarında dolaşa- cağına e bu açık havada bizlerle konuş e Bu sualin cevabını içlimalyat doktoru Fe hmi Razi veriyor... Havagazlarını boyuna arkamızda bırakıyoruz. Yollar uzayor yece karan- lığında. İçimde garip! bir, hüzün duyu- yorum. Arabamızın, kaldırım taşlarına akseden mum ışıkları ne kadar sarı benizli. Artık Kalamışa gelmek üzere- yiz. Gecenin ayazı göğsümüze doluyor. Isınmak RE bir Ea ağa çeksek: Oh, ne kadar iyi olac Kalamış, sen , bizdensin bu gece.... Sessiz ve kimsesiz karanlı” ginın içinde bütün kalir 1 bütün neşelerimizi, bütün sırlarımızın fısıldı- yor gibisin! Vapur iskelesine giden yolun köşesindeki al ışıkları kısık. İçeride birkaç balıkçı ve kalbi- mizde belirsiz ieriya uyandıran bir şarkının sarhoş akisler Saatler geçiyor. İçki masası başında gözlerimi kapamak, rüyaların buluttan dekorları içinde kalmak istiyorum. Yaz, pembe bir şafak gibi göğsüme açılıyor. Sular ılık ve sanki çıplak Kalamış koyu çırpınan yelkenlerin rüzgârlı akislerile genişliyor. Ömer Rizaya: stum, diyorum, bana Hayyam» dan bir rübai söyle, — Ne söyleyim isteyorsun ? Hamletten bir sahneyi canlandırı- yoruz ya “Ne söyleyim istiyorsunuz prens? ,, nde o aptal yaver gibi susma Ömür Rıza. Ya, demek “yaktile zamanı meyhanemize bir Ey gafiller, olan kafatasınızı.... ralım Ömer Riza? Bana kalırsa o şarap, bir aşkın serabıdır. Fakat, gece karan- liğında, şu ihtiyar beygirin yorgun adımlarla çektiği m biz bu teselliden de mahru uz “Ne söyleyim ii rae prens?,, e ve kimsesiz sokakların kal: bini dinleyelim! 23