İ b Sem” bu te'akkinin küçük bir tecrü- besi yapılmıştır. Bu gözle bakı- lan bir felsefe tarihinde ssil mesele feylesofların ne söylemiş olduklarından ziyade yaşadık- ları “ bütün - hayat, ı ne tarzda derinleştirdikleri ve bunu mez- heplerinin dilile nasıl yaşattık- larıdır. İşte bu telakki bizi mücerret bir felsefe tarihinden uzaklaştırarak tarihi ve beşeri muhiti ile münasebetli hakiki bir felsefe tarihine görütür; ve bu felsefe tarihinde feylesoflara verilecek kıymetlerin o ölçüsü vücuda getirdikleri ileri hareket- ler ve yaramalar olur. Bu tarzda felsefe tarihi yap- mak vakıa pek güçtür. Çünki iş eski tarza nispetle çok daha n udilleşmi ;tir. Fakat buna mu- kabil felsefe tarıhinin de sade- leştiği görülür. Çünki bu ölçü bze hakikaten yapıcı ve yara- tıcı feylesofun pek az olduğu- nu gösterir. Felsefe tarihinin mahşeri andıran zahiri kalaba- lığı içinde ölçümüze tahammül edecek ancak bir kaç tip var- dır; ve bunlar başlıca evsaflarile daima birdirler. Bu hakikat teslim edilirse felsefe tarihinin içini kabuğundan ayı mak pek kolaylaşır. Halbuki daha çok oyalanılan cihet ekseriya bu kabuklar ve bunlardan çeşit çeşit tebarüz eden ve incelikler, azçok ustalıktı muhakemelerdir. Hayat ve maneyiyetimizi yükle- tecek kısımlar ise hiç de bura- da değildir. Bu telakki, esası bırakarak sadece sistemlerin şekline veri- len fazla ehemmiyetten de bizi kurtarır. Bunu söylemek sistemli düşünmenin oOkiymetini inkâr etmek değildir. Hiç şüphe yok ki sistemli düşünüş muhte- lif fikirleri hemahenk bir surette tensik ve inkişaf ettirir. Şuka- dar var ki bu muvaffakıyet tek başına kifayet etmez. Sistem- de “bütün - hayat, ın t rkip ve kudretlerinden doğmuş yapıcı ve yaratıcı bir muhtevanın kuv- veti, ne sistem mehareti nede sistem iotizam , onu içi boş bir kıbuk olmaktan kurta amaz. Felsefe tarihinde bunun misa - leri az değildir. Mesela “WoJlff, ın sisteni “Lei niz,in siste- minden çok daha muntazam olduğu ha'de biri çok boş, di- geri doludur. Lİ Biraz uzun Süren bu zaruri istitraltan sonra dini idealismin artık suyu çekilmiş bir zamnı nına t-sadüf eden son Osmanlı teokrat saltanatının kendi em- niyet ni * kapıkulluğu ,, ndan başka bir yerde aramaması pek kolay anlaşılır. e Kapıkulunun bütün meziyeti menfaati nispe- tünde şahsi bir “sadak, tır. Bu- rada ne bir ilea', ne bir fikir, nede bir şahsiyet olmadığı için bu s dakatında iç: boştur. Ken- disi saklamak mecburiyetinde olan her boşluk gibi bu ruhu boş saltanat da olanca kuvvetini “zeyahir,, ve “şekil ,e vermiştir: tütbe, n'şan, alay v. s. gibi. Miras yedi akışı da sönmüş ruhların bi ozevkidir. Posa haline gelmiş seviyeler için maddeten de boşalmak kaçını- HAYAT,A. lamaz bir akıbettir. bu boslu- ğu tadil için tasavvufun sarıldığı Nevfelatuni idealism de derde deva olmaktan pek uzaktı. Çünki bu da “Cemal, dediği Eflaluni bir idealden başka bir şey bilmiyordu. Bunun için de artık içlenmek ve tekkelerde döğünmekten fazla bir şey yapamazdı. Şimdi.bütün peszinde ruhi- yetler içinden zinde bir devlet ielakkisi nasıl çıkabilir? Dir siyaset, diri ruhlarla olur. Ar- takalmış bir hayat da “idarei maslahata, muhtaçtır. Dünkü hayatımızın bütün bu menfi akışlarını gördünten sonra yapıcı ve yaratıcı bir hayata atılmakta ne kadar muz- tar olduğumuz pek olay anlaş- lir. Bugünkü hayatımızın de- .mokrasi, ekonnmi ve Siyaset akışlarında asri hayat hevesin- den ziyade yüksek ve büyük bir selâmet cehti vardır. Bu akışlar yapıcı ve yaratıcı o'duk- larından ayni mahiyette bir fealiyetle ilerliyebilirler. Med- rese ilmine skolastik felsefeye ve an'anavi yaşayışa hatime vermemiz, bu faaliyete tered- dütsüz atılmak kararının veril- diğini gösterir. Nitekim dünkü hayata geçit verecek köprüle- rin ortadan kalkmasile ari ha- yat tecrübelerinin başlaması bir olmuştur. Selametimize ina- narak çalışmak ve zorluklardan yılmamak bu tecrübelerin en bariz vasıfları gibi görünüyor. Mustafa Şekip