Ben bunu söylediğim için belki bir çok kimsenin hatırına "kuzguna yavrusu beyaz görünür" teker- lemesi gelecektir ama, gene de söyleyeceğim ve ina- nınız ki bunu söylerken kendisine kocam olarak duy- duğum hislerden kendimi ayırıyorum: Cüneyt Tür- kiyenin değil, dünyanın en iyi aktörlerinden bilidir. Onunla oynamak kadar, rejisörlüğünü yaptığı piyes- lerde çalışmak da zevktir. Yumuşak ve çok rahat ça- lışır. Oyuncuları ambale etmez, onları kendi haline bırakır. Nerede müdahale edip istikamet vereceğini bilir. Bundan dolayıdır ki bizim tiyatronun içinden ve dışından sanatçılar onunla çalışmayı çok isterler. Her aktör ve aktris gibi o da eser meydana çıkar- ken sinirlidir, heyecanlıdır. Ama bu sinirini ve heye- canını arkadaşlarına geçirmemeğe bakar. Aksine* bil- hassa rejisörlüğünü yaptığı piyeslerde sahnedekilere kuvvet verir. cak onların yanından ayrılıp ta fu- ayyeye geçtiğinde gerginlik ve heyecan yüz ifadelerin- de belirir. Onu yalandan tanımayanlar bunu bazen de- dikodu konusu bile yaparlar, Son zamanlarda bu du- rumunun yanlış yorumlandığını anlayınca fuayyede pek görünmemeye başladı. Cüneyt iyi insandır. Altın gibi kalbi vardır. Ken- disine yapılan veya yapılmak istenilen fenalıkları çok kolay affeder. Bu yüzden onu istismar edenler ol- muş, eliyle yarattığı kimseler gün gelmiş, karşısına dikilmişler, fakat onlar hatalarını anladıklarında Cü- neytin kalbinde hiç bir la kalmamıştır. Bazen onun iyiliği beni kızdıracak hal alır. Buna mukabil tiyatroya ait herşeyi tek tek düşünüp yap- tığı halde tiyatronun dışında çok ihmalkâr bir dost- tur. Arkadaşlarını sever, onlarla olmak ister ama, a- ranta kabiliyeti kıttır. Hattâ, hemen hiç arayamaz. Ne yapacaksınız, huyu budur. O tarafını ben telâfi etmeye çalışırım. Tabii bu huyu edinmesinin bir se- bebi de işinin daima başından aşkın olmasıdır. Cüneyt sessizdir ve ağır başlıdır. İlk bakışta gu- rurlu tesiri bırakır. ında son derece mütevazidir. Hattâ, lüzumundan fazladır gene bence. Dışarda u- mumiyetle çekingen olmasına rağmen evde son de- tirilen final de, hemen bütün müzi- nün eserin kaderi üzerinde Ayten Gökçerin gözüyle Sayın Prof. Higgins rece neşeli bir küçük çocuk gibidir. Bu onun iki ayrı yönüdür: İşinde ciddi ve dikkatli, evindeyse bambaş- ka.. Evden içeri girince mümkün nisbetinde tiyatro- dan konuşmayız. Bunu bilhassa ben prensip edindim. Ona hiç bir şey sormam. Hep başka şeylerden bahse- derim, onun da havası değişir. Bazen o hale gelir ki turneye gideceğimizi (oarkadaşlarımdan öğrenirim. Haberim olmadığım söylediğim saman hepsi bir ga- rip karşılarlar* hattâ "numara yapıyor" diye içlerin- den geçirirler. Katiyen öyle değildir. Söylenenlerin aksine, onun işine asla karışmam. En kızdığı şey de, zaten işlerine karışılmasıdır. Ben bunu, o istese de yapamam ya.. Kendi işimden başka bir şeye karış- mak âdetim yoktur. O karşı sütunlarda bu hususta ne diyor bilmem ama, ben kendimce pek dırdırcı ka- dın değilimdir! Cüneyt herkesin iyiliğini ister. Yaptığı yardımları söylemekten hoşlanmaz. Nankörlükler karşısında kı- rılırsa da belli etmez. Evinde arkadaşlarıyla oturmak- tan hoşlanır. İkimiz de gece hayatına fazla düşkün değilizdir. Buna. mesleğimiz de müsait sayılmaz ya.. Cüneytin en büyük şevklerinden biri evidir. Evini çok sever. Her şeyle ayrı ayrı meşgul olur. Sinirli ol- duğu zaman onunla fazla konuşmamayı tercih ede- rim. Taktiğim budur. Tatlıya çok düşkündür. Bazen sırf onu kızdırmak için eve tatil alırım. Yememek için direnir. (Kilo me- selesi). "Nereden çıktı bu? Kim getirdi bunu?" diye söylenir söylenir, sonra bir bakarım tatlının kırıntı- sı kalmamış. Hastalığı çocuk hastalığı gibidir. Naz- lanır, endişelenir, kısar. Ben de onun bu haline hep gülerim. Şimdi, içimdeki bir şeyi söyleyeyim. Sık sık Ata- türkü perdede kim oynayacak diye yazılar okuyorum ve her saman özentiyle dışarıya bakıyoruz, dışardan isimler arıyoruz. Bir türkü perdede yalnız ve yalnız gene bir türk canlandırabilir ve Cüneyt Gökçerden başka Atatürkü oynayacak aktör Türkiyeye gelme- miştir. Gelemez de.. — AYTEN GÖKÇER ağır o Columbia Radyo Şebekesi de pro- kallerin "happy end"le bitmesinin arzu edilmesi yolundaki alışkanlığa uyulmasından ileri gelmiştir ve hu final, kabul etmek lâzımdır ki, mü- zikal seyircisi için daha tatmin edi- ci olmuştur. Lerner ile Loewe, müzikali ta- mamladıktan sonra, Higgins rolü- 30 basacağını (o bildiklerinden, daha aw'un mirasçılarıyla anlaşmadan, Rex Harrison'la anlaşmışlar, bu ko- medyeni o role bağlamışlardır. Ni- hayet mirasçılardan izni de koparın- ca, 1965 Temmuzunda, bütün gerek- li anlaşmalar imzalanmış, Harman Levin prodüktörlüğü kabul etmiş, düksiyonu finanse etmeği üzerine a- larak 400 bin dolar sermaye koy- muştur. Bu şartlar altında bütün hazırlıkları tamamlanan "My Fair Lady"nin ilk temsili, nihayet o15 Mart 1956 akşamı New York'ta, Mark Hellinger Tiyatrosunda, ve- rilmiştir. 20 Mayıs 1967