SİNEMA "olumlu tip" yaratmak uğruna in- sanları "aklar" ve "karalar" diye ikiye ayırmaktan kaçınma; aynı çarktan çıkmış duygusunu uyandı- ran bir basmakalıplığın kişisel üs- yübu yok etmesine meydan verme- Wajda'nın "Küller ve Elmas" nda bu kişisel üslüp zaman zaman baroka, zaman zaman ustalık gös- terisine, bazan da zorlamaya yol aç- mıyor değil. Ama Wajda'nın sağ- lam görüntü düzeni, sinema duy- gusu, anlatmak istediğini en uygun be ve iyi bildiği yolda anlat- aktan kaçınmamaktaki içtenliği ba aksaklıkları unutturmaya yeti- yor. Wajda'nın filmi aynı zamanda "Polonyanın James Dean'i" diye ta- nınan Zbigniew Cybulski'nin en ba- şarılı rollerinden birini ortaya ko- yuyor. Görünüşü kadar davranışı da James Dean'i andıran, fakat asıl benzerliğini ikinci Dünya Savaşın- dan sonraki huzursuz, "âsi gençler"- in temsilcisi olmaktan alan Cybuls- ki, "Küller ve Elmas'ın içi içine sığ- mıyan, huzursuz, "yitik kuşak" deli- kanlısını bütün ayrıntılarıyla veri- yor. Cybulski'nin başarılı oyununu görünce, Polonyalı James Dean'in de tıpkı Amerikalı James Dean gibi, eçen ay bir otomobil kazasında öl- mesine hayıflanmamak elde değil. "Casablanca" ve ötesi rdumuzdaki çeşitli yabancı Kül- tür Merkezlerinin -örneğin Fran- sız, İtalyan, İngiliz Kültür Merkez- leri-, yıllardanberi iyi kötü filim gösterileri düzenlemeleri karşısında sinemayla ilgili (okimseleri en çok şaşırtan nokta, propagandaya o ka- dar önem veren amerikalıların bu- nu ihmal edişleri olmuştur. Herke- sin aklına gelen, Nasrettin Hocanın yi gibi, "şeker var, un , yağ var, niye helva yapmıyor- lar?" sorusu olmuştur. İşin gerçeği, amerikanlarda şekerden, undan 34 başka bir de telif hakkının, daha doğrusu telif hakkını titizlikle gö- zeten yapımevlerinin bulunmasıdır. Bundan dolayı yabancı ülkelerdeki amerikan heyetleri ne vakit helva yapmağa kalksalar, yapımevleri bu- nun karşısına astronomik telif hak- larıyla çıkmışlardır. Durum ancak son zamanlarda, Hollywood'tan bi- rinin, tanınmış yönetmen George Stevens'i in oğlu George Stevens Jr.- un sinema endüstrisi ile resmi ma- kamlar arasında bir uzlaşma zemi- ni bulmasından sonra yoluna girer gibi olmuş ve yabancı ülkelerdeki amerikan heyetleri yavaştan da ol- sa, öbür heyetler gibi filim göste- rilerine başlamışlardır. Nitekim ge- çen hafta Türk - Amerikan Derneği- nin sinema salonunda, yurdumuzda da bu gösterilerin ilki yapılmıştır. Bir antoloji A merikan yapımcılar derneğinin her seferinde ancak yüzü aşmı- yan seyirci okütlesine gösterilmesi şartıyla -bu kadarcık seyirciye ya- pılacak gösterimden ne beklenir o da belli değil ya- razı olduğu bu ilk gösterimin başında. Beyaz Saray Sanat Festivali için hazırlanan ya- rım saatlik bir filim antolojisi yer alıyordu. Yarım saatin çoğunu Charleton Heston'un, seçilen parça lan tanıtmağa çalışan can sıkıcı ko- nuşmasının -Heston'un tanınmış a- merikalı sinema eleştirmecilerinin segtiği filimlerin önemini hiç anla- mış bir hali vardı- kapladığı fi- imde, Fred Zinnemann'ın "High Noon - Kahraman Şerif", Alfred Hit- chcock'un "North by Northwest- Gizli Teşkilât", William Wyler'in "Friendly Persuation - Öldürmiye- ceksin", Elia Kazanın "On the Wter- front - Rıhtımlar Üstünde" ve Geor- ge Stevens'in "Shane - Vadiler As- lanı"ndan seçilmiş güzel sahneler yer almaktaydı. Programın asıl filmi olarak "Ca- sablanca"nın seçilmesi ise, ameri- RA sinema klâsiklerini tanıtmaya geç başlamanın yol açtığı bir ace- milikten başka bir şeye verilemezdi. Çünkü Michael Curtiz'in 1942'de çe- virdiği bu filmin böyle bir gösteri- er almasını gerektirecek hiçbir niteliği yoktu. "Casablanca", Holly- wood'un İkinci Dünya Savaşı sıra- sında kendi iç pazarı ile tarafsız ül- kelerin pazarları için, propaganda ile ticareti birleştirmeye çalışarak, işgal altındaki ülkelerin yaşayışla- rını anlattığı bir seri filim arasında yer almaktadır. Bu ülkelerde olup AKİS bitenler konusunda amerikan ve ta- rafsız ülkeler seyircisi ne kadar ha- bersizse, bu filimleri meydana ge- tiren sinemacılar da o kadar haber- sizdi. Bundan dolayı Tay Garnett'ın "The Cross of Lorraine - Lorraine Haçı", Robert Stevenson'un "Joan of Paris - Parisli Jeanne D'Arc:; Frank Borzage'ın "Till We Meet Again - Yeniden Buluşuncaya Ka- dar", yine Curtizin "Passage to Marseille - Marsilya Geçidi" gibi bu seriye giren filimlerinde o kadar ka- ba ve gülünç yanlışlar, terslikler yer alıyordu ki, Hollywood, savaş sırasında o elinde biriken filimleri savaştan sonra Avrupada açılan pa- zarlara sürdüğü halde, yukarıda adı geçen filimleri ilgili ülkelerde gös- termeyi göze alamamıştı. Kuzey Afrikadaki Hür e e diren- me hareketini bir gangster filmi çerçevesinde işliyen, çeşitli millet- ten kimseleri Hollywood'un kalıp- ları içinde karikatürleştirerek veren "Casablanca" ancak Hollywood'un bu anlayışını yansıtması, yani sine- manın sosyolojisi yönünden, bir de beyazperdenin iki önemli oyuncu- su Humphrey Bogart ile İngrid Bergman'ı ün kazanmağa başladık- ları sırada göstermesi bakımından ilgi çekiciydi. Bu aksaklığa rağmen, amerikan filimleri gösterisinin bundan sonra daha dikkate değer örneklerle de- vam edeceği anlaşılmaktadır. Çün- kü, aşağı yukarı ayda bir yapılacak ilerki gösterilerde "Kahraman Şe- ', "Vadiler Aslanı", "The Trea- sure of Sierra Madre - Altın Hazi- neleri",, "All the Ki - Sal- tanat Hırsı", "Viva Z - gibi filimler yer tımlar Üstünde" alacaktır. 11 Mart 1967