TİYATRO. si Vanda son temsillerini verdikten sonra, gece saat 1.30 da dekorlarını kamyona yükleyip yola çıkarmışlar, İdarecilerle teknisyenler, öncü ola- rak, sabahın 4'ünde, sanatçılar da 7,sinde Hakkâriye hareket etmişler- dir. Van - Hakkari arası 231 kilo- metredir. Sanatçılar bu yolun 201 kilometresini, güney - doğudaki en uzak yurt köşesine ilk defa Devlet Tiyatrosunu götürmüş olmanın sevin- ciyle aşmışlardır. Fakat Hakkâriye 30 kilometre kala, sabahın 4'ünde yola çıkmış ve çoktan Hakkâriye var- mış olması gereken idareci arkadaş- larını karşılarında bulmuşlardır. Kir- piklerine kadar toza bulanmış, bit- kin ve perişan bir halde.. O zaman anlaşılmıştır ki Hakkâ- riye ulaşan son 30 kilometre yol inşa halindedir Yol boyunca yer yer i- namitler atılmakta ve düşen kayalar vasıtalar için büyük tehlikeler yarat- maktadır. Üstelik yolun mevcut du- rumu arkadan gelen esas grubun va- sıtalarına geçit verecek halde değil- dir. Yola devam edildiği takdirde dağ başında saplanıp kalmak, emniyet tedbirlerine hiç rastlanmadığı için de beklenmedik durumlara düşmek ih- timali kuwvetlidir. Önden gelen ida- reciler Hakkâriye büyük güçlüklerle varabilmişler, geriden büyük vasıta- larla gelen arkadaşları tehlikeli mıntakaya sokmamak için Hakkâri postahanesinden, Candarma karakol- larıyla temas sağlamıya çalışmışlar, fakat muvaffak olamamışlardır. Bu- nun üzerine hızla geriye dönmüşler, arkadaşlarını devamlı dinamit atılan tehlikeli mıntakaya girmeden karşı- layıp durdurmak zorunda kalmışlar- dır. Devlet Tiyatrosu sanatçıları, Hak- kâriye 30 kilometre yaklaştıkları hal. de, bu yüzden gerisin geri dönmüş- ler, durumu Ankaraya ve Hakkâri Valiliğine telgrafla bildirerek ramlarının geri kalan kısmını ger- çekleştirmek üzere, Elazığ yolunu tutmuşlardır İşte bir Bardak suda koparılmak l!, sü Hakkâriye bu sebeplerden gireme- yen, oradaki temsillerini vereme- yen sanatçılar, olayın aleyhlerine yorumlanması karşısında, duydukları üzüntüyü, başlarında bulunan arka- daşlarının kalemiyle. AKİS'e duyur- maktan kendilerini alamamışlardır. Aldığımız yazıda, olay tafsilatıyla anlatıldıktan sonra, şöyle denilmek- tedir: "Hakkâriye girip şehri obeğenme- diğimiz için temsil vermeden geri döndüğümüz asla varit değildir. Biz, Hakkâri yollarına varmaya kadar nerelerden, ne korkunç şartlar de geçtik... Neler çektik... 'Nazik' di- ye alaya alınan bedenlerimiz pirelere, sivrisineklere nasıl yem oldu i- delerimiz nelerden, ne kadar süre bo- zuldu... 39 - 40 derece ateşlerle hasta arkadaşlarımız nasıl sahneye çıktı..." Çanta dolusu ilâçlarla yolumuza na- sıl devam ettik! Bütün bunları yakı- nen görmüş ve bilmiş olsalardı, bize o hakaret dolu satırları reva gören- ler, belki de, 'Bu bir avuç memleket çocuğunu böyle korkunç, ağır şart- lar içinde, muharebeye sevkedercesi- ne dağ - tepe süründürenler kimler- dir?' diye feryadı basarlardı. Fakat biz, asla dertli ve şikâyetçi Bir milli savunma hizmeti görürce- sine, işimizi aşkla, şevkle yaptık, ya- pıyoruz da! Sâdece vazifesini yapan insanların mütevazı sevinç ve gururu içindeyiz. n aziz bir yurt parçası olan Hakkârinin sanatımızla elini öpme- ye gidiyorduk, yazık ki yollar ve dağ- lar geçit vermedi. Yanlış haberler, aynı dille cevap vermeye terbiyemi- zin müsaade etmediği, hareketlerle yanık, yorgun ve mahzun suratları- mıza bir şamar gibi vurulmak istenen bir "Hakkâri olayı" yaratıldı. Yazık! Çok yazık!... 'Öpmek istediğimiz elin tokadı derler buna!" AKİS. 9 TEMMUZ 1962