MUSİKİ Konserler Kır saçlı adam, arkasından itilmiş gibi sahneye fırlayıverdiği vakit salonda boş yerlerin mayısı dinleyici- lerden fazla idi. ii orkestra şefi Henry Swoboda, o gece Cumhur- başkanlığı Senfoni Örkestrasyl son konserini verecekti Henry Swoboda, geçen yüzyılın so- nuna doğru Prag'da doğmuş ve doğ- duğu şehrin Konservatuvarında Vac- lav Talich ile çalışmış, daha sonra Viyamada Richard Robert'den dersler almıştır. İkinci Dünya Savaşı sırala- rında Amerikaya göçen sanatçı, Westminster vs Concert Hall plâk firmalarının müzik direktörlüğüne getirilmiş ve çeşitli (oorkestralarla birçok plak doldurmuştur. Bu plâk- lar sayesinde Swoboda'nın adı Tür- kiyede de duyuldu ve a sanatçı dört konser idare etmek üzere Anka- raya davet edildi. Swoboda bilgili ve tecrübeli bir or- mez. Provalar sırasında canla başla çalışıyor, orkestra üyelerine düşün- celerini, istediklerini anlatabilmek i- çin durmadan konuşuyordu. Konser salonunun temizlik işçileri, her çalış- madan sonra yerde notadan fazla laf buluyorlar ve bu döküntüleri dı- şarıya taşımak için faraş yerine se- pet kullanıyorlardı. Sahneye çıktığı vakit gençleşen ve kabına sığama- yan Swoboda'yı prova sırasında ye- rinde tutmaya imkân yoktu. Ateşli şef, ikide bir kürsüden aşağıya atlı- yor, kâh davulların, kah kontrbasla- rın arasında kayboluyordu. Bu ka- dar çok lâf, bu tarzanvâri sıçramalar çalgıcılarla dikkatini dağıttığı için provalar yeteri kadar verimli olama- dı. Henry Swoboda, vakıa bütün sa- natçıların ismini ezberlemişti, herke- se soyadıyla hitabediyordu ama, or- kestra üyelerini şahsiyetiyle etkile- yen ve bir sihirbaz gibi peşisıra çe- ken büyük şeflerden de değildi. Kon- serler bu yüzden bir seviyenin üstü- ne Ç adi Cumhurbaşkanlığı Senfoni (O Or- kestrası, Copland hariç, bütün yeni eserlerin altından yüzakıyla kalkmı- ya muvaffak oldu. Bu arada Ulvi Ce- mal Erkinin Senfonisi banda alındı ve radyo diskoteğine girdi. Henry Swoboda'nın Ankaradaki çalışmala- rı müzikseverler arasında büyük bir ilgi görmedi ama, herhalde faydadan da âri kalmadı. 32 Radyo mu, çiftlik mi ? Faruk GÜVENÇ Şu radyo meselesini bugüne katlar kimbilir kaç defa kalemime doladım!. Bizde ilgililerin bir kulağından girer öbür kulağından çıkar. Hani nere deyse, bir Bakana dert adatmakla evliya mezarına kumaş parçası bağlamak arasında hiç fark yok diyeceğim. Son yıllarda boşa konuşan, suya yazan, yine de umudu kırılmayan saf kişilere dündük. Ama ihti- lâl sonrasının demokratik seçimle işbasına gelmiş ilk hükümetinin Ba- sın. - Yayın Bakanına da aynı hikâyeleri anlatacağım, aynı yaraların üze- rine onun da dikkatini çekeceğim. Nasreddin Hocanın "ya tutarsa" umu- duyla! Türkiyede eğitim ön plâna alınacak mıdır? Evet mi, hayır mı? Bu birinci soru. Radyonun eğitim seferberliğinde önemli bir yeri var mı? İhtisas kadroları bilgili, işinin ehli kimselerle mi doldurulacaktır, yoksa nüfuzlu kişilerin akrabalarıyla mı? Bu da ikinci soru. Şimdi meselenin özüne geliyorum: İki yıl önce Ankara Radyosunun Müzik Yayınları Şef- liğine büyüklerden birisinin akrabası atanmıştı. İyi bir orkestra obuacı- sı olan, fakat zerrene müzik kültürü bulunmayan bu zat, Devlet Radyo- sunun yayınlarını bu kurumun tarihinde görülmemiş bir seviyeye düşür- müştür. Şöyle ki: Radyonun hemen hemen bütün izahlı müzik program- larında bir ortaokul öğrencisine bile yakışmayacak bilgi hataları yapıl- maktadır. Bunun dışında ciddi müzik yayınları da aklın, hayalin almı- yacağı kadar düşük bir seviye arzetmektetedir. Onlarca misal arasından sadece bir tanesini vereceğim: Müzik Yayınları Şefi, bir kemancı dostu- na Radyonun kapılarını ve kesesini ardına kadar açmıştır. Enver Kapel- man adındaki bu sanatçının ne sesleri temizdir, ne tonu güzeldir, ne de kültürlü bir çalışı vardır. Böyle bir kemancıya Devlet Radyosunda yayın verilemiyeceğini, alınan, bandların Konservatuardan davet edilecek bir bilirkişi heyetine dinlettirilmesini ve onların raporuna göre karara varıl- masını kimbilir kaç defa yazdım!.. Şimdi öğreniyorum ki Kapelman, ka- man edebiyatının bütün şaheserlerini banda doldurmaktadır, normal ya- yınlarının dışında "Gençlik Orkestrası" gibi düzmece topluluklarda da çalıp gelirini arttırmaktadır. Bir Gençlik Orkestrası ki violaları, viyo- lonselleri, kontrbası ve birkaç kemancısı pofesyouel müzisyen, sadece beş - on kemancısı üniversiteli! Sözü geçen vlolonistin bandlarını Anka- ra Radyosunda dostundan başka kimse yayınlamıyacaktır. Bu fakir mil- letin kesesinden ödenen paralara yazık değil mi? Bir Devlet kurumuna ahbaplarımdan kokmuş et, çürük kumaş mübayaa etsem, sorumlu say- maz mısınız beni, mahkemeden mahkemeye sürünmez miyim? Basın-Ya- yın Bakanının, bandları bilirkişiye dinletmesi ve bordroları incelemesi şarttır. Devlet Radyosunu ehliyetsiz kişilerin çiftliği almaktan kurtar- malıyız. Milli Eğitim Şüörası, Konservatuar Yasasının çıkmasına. Operanın Tiyatrodan ayrılmasına karar vermiştir. Bu adımlar atıldığı takdirde, Türkiyenin müzik hayatı yeni hamlelerin eşiğine gelmiş olacaktır. Ama Radyo, yayınlarıyla Konservatuarı ve diğer müzik kurumlarım destek- lemezse, onların önünde yar almazsa, yerimizde saymıya mahkümuz demektir. Eğitim, kalkınma, Batı Kültürü gibi iri lâfları bir kenara ata- lum da, hiç olmazsa Devletin prestijini 7 Dünyada Ankara Rad- yosu gibi amatörce işleyen bir ikinci yayın, organa gösteremez- siniz. Ne yazık ki siyasi makamları ml eden pp müzikten anlamıyorlar, daha kötüsü, kendi sorumluluk alanlarına girse bile müzi- ğe ilgi duymuyorlar, uzmanlara danışmıyorlar. Basın - Yayın ve Turizm Bakanlığı oldum olasıya sadece radyonun siyasi durumuyla ve turizm meseleleriyle alâkalıdır. Bu kurumu kültür ve eğitim aracı olarak hiç ele almaz. Onun için de Türkiye Radyolarının bir çalgılı gazinodan far- kı kalmamıştır. Birkaç ciddi müzik yayını da aklı hasında olan dinleyi- cilerin kanını beynine sıçratmaktadır. Artık kendimizi toparlayıp, hiç olmazsa ele güne karşı Türkiyenin Habeşistan olmadığını ispata mec- buruz. AKİS, 5 MART 1962