MUSİKİ Ankara Ense ve kültür Geride okalan hafta içinde bir gün İstanyon Caddesindeki yeni Ser- gievinin önünde bir kamyon durdu, kamyonun içinden kalın enseli, ya- ğız, delikanlılar indi, koca koca şil- teler çıkarıldı ve camlı kapı yum- mklandı. Kalın enseli yağız delikan- lılar güreşçiydiler ve Sergievine şil- teleriyle (o yerleşmeye, binanın boş salonlarında çalışmaya (gelmişlerdi. Sergievinin kapıcısı, bu beklenmedik konukları şaşkınlıkla karşıladı ve kendilerine oiçeri (ogiremiyeceklerini bildirdi. Çünkü bina artık eskisi gi- bi boş sayılmazdı. Cumhurbaşkanlı- gı Senfoni Orkestrası bütün binayı yıllığı 45 bin liradan kiralamış, Gü- zel Sanatlar Genel Müdürlüğü bu pa- rayı Ulusal Ekonomi ve Arttırma Kurumuna ödeyerek anlaşmanın hu- kuki formalitelerini de tamamlamış- ti. Hattâ bu muamelelerin bir an ön- ce yapılması için Milli Eğitim Baka- nı Tahtakılıç ile Sergievinin sahibi Ulusal Ekonomi ve Arttırma Kuru- munun ellerinden gelen her kolaylığı gösterdikleri de biliniyordu. o Sergi- evi, en kısa zamanda bir konser salonu haline getirilecekti. İş bu ka- darla da kalmamış, Bayındırlık. Ba- kanlığında konser salonunun plânla» rı hazırlanmış, inşaatın ihale edile» ceği tarih bile tespit edilmişti. Ama, bu durumdan haberi olmayan bir Ba- kan, güreşçilere, "Gidin, şiltelerinizi oraya serin ve orada çalışın" demiş- ti. Mesele hukuki yönüyle aydınlı* ğa çıkıp da güreşçiler şiltelerini top- layıncaya kadar birkaç gün geçti ve Sergievini konser salonu haline getir- meye çalışanlar bir hayli ter dök» tüler. Bu arada Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğünde bir sorumlu memur, "Nemize lâzım konser salonu, bu memleketin güreş salonuna ihtiyacı var" diye çırpmıyor, başını sağdan sola vuruyordu, Nihayet işgal em- rini veren Bakan, durumu öğrenir öğrenmez mesele halloldu ve güreş- çiler geri çekildi. Sergievi konser salonu haline getirilecekti ama, bu iş o kadar kolay mıydı? Madalyonun öteki yüzü Herşeyden (oevvel paraya ihtiyaç var- dı. Baloları himayesine almakta birbiriyle yarış eden büyükler bu de- fe sağır okesilmişlerdi. Halbuki dört 28 başı mamur iyi bir eserin ortaya çık- ması için para sarfetmekten, kesenin ağzını açmaktan başka çıkar yol yok- tu. Sergievinin ince duvarlarının he- men dibinden tren yolları geçiyordu. Eğer iyi bir izolasyon yapılmazsa salonda tren düdüklerinin ( flütlerle aşık atması er geç mukadder olacak- tı. Herhalde 800 kişilik büyük bir salon, 200 kişilik bir oda müziği sa- lonu, çalışma odaları, kitaplıklar in* şa etmek sanıldığı kadar kolay de- ğildi. Bu kadar büyük bir işe herşey- den evvel Ankara Valiliğinin ve Bele- diyesinin yardım etmesi ogerekirdi. Nihayet bu konser salonu Ankara ilinin malı olacaktı ve bir şehrin çeh- resini tirşe yeşili bahçe parmaklıkla- rından ziyade konser salonları, ope- ra binaları, kitaplıklar çizerdi. Ayrı- ca Türkiyenin kültür merkezinin böy- le bir binaya şiddetle ihtiyacı vardı. Sâdece salı geceleri boş olan Opera, başkentteki konser faaliyeti için ye- ter değildi. Zaten bir bina içinde hem tiyatronun, hem operanın, hem Cum- hurbaşkanlığı o Senfoni Orkestrasının, barınmasına da imkân yoktu. Hele provaların yapıldığı mahzeni görmüş olanlar hayret içinde kalıyorlardı. Bir konservatuarınız, bir operanız, ldü yılık geçmişi olan bir orkestranız Olacak, 140 yıllık orkestra. 140 yıllık şarap gibi bodrumlarda sürünecek: İşte nihayet bu derdin bir çâresi, bu- lunuyordu ve ihtiyacın doğurduğu * yeni konser salonu için atılan adımı geri çevirmeye ne güreşçilerin, one boksörlerin, ne de başka birinin gü- cü yetecekti. İstanbul Operanın durum İstanbul Operasının kurucusu ve re- jisörü Aydın Gün, sanatçı ücret- lerinde yapılan indirmeyi kabul et- mediği için yaz başında istifa etmiş ve bu istifa Vali tarafından kabul * * dilince genç kurumun geleceği tehli- keye düşmüştü. "Biz Ankara Opera» sını getirir de İstanbulu yine opera* sız bırakmayız" diyen ilgililer, bu be- yanlarıyla, sanat meselelerinin deri- nine inmekten ne kadar uzak olduk- larını dünyanın suratına haykırmak- tan çekinmiyorlardı. Nihayet geride bıraktığımız ha!- ta içinde sağduyu galebe çaldı ve İstanbul Operasının -eskisi gibi- İs- tanbul Belediyesine bağlı kalması- na karar verildi. Ama artık bu ope- ranın başında -eskisi gibi- Aydın Gün bulunmıyacaktı. Aydın Gün, eşiyle beraber Ankaraya dönmüş ve Dev- let Operasıyla yeni bir anlaşma im- zalamıştı. İstanbul Operası o rejisör- lüğüne İsviçreli sanatçı Elmar Vo- igt getirildi. Elmar Voigt'un geçen yıl Ankarada sahneye koyduğu iki operanın -Konsolos ve Tosca- şim- şekleri üzerine çektiği daha unutul- mamıştı. Ama bir eserin, üzerine şimşek çekmesi yine de iyi bir işaret sayılmalıdır. . Elmar Voigt, hersey- den evvel arayan, yenilik peşinde ko- an bir sanatçıdır. Bir duygu adamı- dır. Belki Işviçredeki özel opera de- nemelerine rağmen Aydın Gün ka- dar tecrübeli sayılmaz, çalışmaların- da aklı ve mantığı Aydın Gün gibi öne almaz, ama, heyecanlıdır, gör- gülüdür ve İstanbul Operasına, be- genilsin veya beğenilmesin, yeni bir hava getireceği muhakkaktır. Boş salonda davullar Yağlı güreş mi, konser, mi? AKİS, 4 EYLÜL 1961