21 Ağustos 1961 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 29

21 Ağustos 1961 tarihli Akis Dergisi Sayfa 29
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Dört Köşeli Üçgen (Roman. Yazan: Salâh Birsel o Dün -Bugün Yayınevi, 1961, Ankara, Bu- ünün Tasarlan serisi: 1. 164 sayfa, 400 kuruş.) Kitabın kendinden çok adı üzerin- de düşünmek, ona şöyle cafcaflı, karanlık, gökboncuk bir ad bulma- ya çalışmak, nedense son zamanlar- da moda haline geldi. Bunun için o- lacak, cafcaflı bir adın arkasında o- kur, çok zaman, dişe değer birşey- ler bulmak için boşuna çırpınıyor. Ortada ad var, amaoada uygun eser yok! Bu tanıma uygun eserlerden biri de, Dün-Bugün Yayınevince yayınla- nan, Salah Birselin "Dört Köşeli Üç- gen" adlı romanıdır. Durmadan ka- zıyorsunuz, durmadan kum çıkı- yor. Birsel, bulduğu adı eserin tümüyle açıklıyamayınca, tutmuş ki- tabın sonlarına şöyle bir diyalog yer- leştirmiş. o Tımarhaneye (o kapatılan hasta bakıcıyla konuşur: hastanenin en iyi odası." — Onu sormuyorum. Yâni bu oda bir kare midir, yoksa bir üçgen mi?" üç köşesi olan bir üçgendir." Konuş- ma böylece sürüp gider. Yazarın, Einstein kafalı (o gözlemci "bekçi"si mademki üçgen demiştir, o halde oda Üçgendir! Doğrusu, böyle cafcaflı bir ad da başka türlü açıklanamaz! Kitabın kapağına kocaman bir "roman" kelimesi oturtulmuş olması- na rağmen, ortada roman diye birşe- ye rastlanmamaktadır. Salâh Bir- sel, şiir yazmaktan bıkmış olacak ki, hadi bir de roman yazalım demiş, içinde biraz yergi, biraz mizah bulu- nan, ama romanla hiç bir ilgisi bu- lunmayan parçaları roman adı altın- da bir araya getirmiş. Roman kuru- lusu yok, roman çevresi yok, roman kişisi yok, ama kapakta kocaman bir "roman" kelimesi var... Birsel, bir takım fikirlerini, kelime oyunlarım, e İ nin kılığına-hoş, kılık ta yok Sâdece ağız var- bürünmüş. Ne a ne bulmuşsa, kimi, neyi yermek istemişse, enine boyuna, ki- losuna gücüne bakmadın, zavallı "bekçi"nin sırtına sarıvermiş. Yazar tarafından "uluslararası gözlemci" olduğuna iyice inandı- rılmış "bekçi"nin işi, durmadan göz- lem yapmak.. Yalnız gözlem yapmak mı? Ne gezer! Az sonra gözlem al- AKİS, 21 AĞUSTOS 1961 tına alışını da gözlemlemeğe başlı- yor! Bununla da yetinmiyor, bu defa da kendi gözlemciliğini gözlem altı- na alışım gözlemlemeğe koyuluyor! Hayır hayıf, bu da kâfi değil! Onun da gözlemini çıkarmak lâzım. "Böy- lece, içiçe, sonsuza doğru, bir göz- lemler zinciri belirmeğe başladı. Bu- na, zamanla, o kadar alıştım ki, ar- tık her yeni gözlemde, bunun he- men ikinci, onuncu, otuzuncu, yüzo- tuzuncu gözlemini de araştırıyor- dum." diyor. Yaa, gördünüz mü! Su- yunun suyunun suyu... Ama ne yazık ki, zavallı Einstein kafalı "bekçi" 130 dan yukarı sayı bilmiyor. Bilse, gözlemlemeyi mek... Bir roman için, ii güçlü bir zemin ve güçlü bir Kitaba tam yirmi tane amaçlı yerleştirilmiş. Bunlar da kitabın adı ret. Tütün Yaprakevinde çalışan bir bekçi, hem de genç bir bekçi, kafa- sının içi paradoksal fikirlerle odolu bir filozof ye konuşmaktadır. Rast- gele bir Ö "Banyo içindeki kıllı aralarından özgül ağırlık ka- nununu çıkaran Arşimed gibi, ben de, bir sabah yüzümü yıkarken ken- dimi birden bütün açmazların sona erdiği aydınlık bir yol üstünde bul- dum. Yalnız, ben, 'Eureka, Eureka' diye bağırarak don-gömlek sokağa fırlamadım. -Sayfa: 153" Eh, pes yâ- ni! Bırakın bir bekçinin bu lâfları e- dip edemiyeceği meselesini, oacaba Arşimedin bacaklarının kıllı olduğu nerden biliniyordu? Bakın, yazar neler de biliyor, de- gil mi? İnsan bunları bilince, elbet- te ki oturup bir roman yazacaktır ve adı da "Dört Köşeli Üçgen" olacak- lar!.. Sonra, dünyada işi gözlemcilik o- lan bu Einstein kafalı "bekçi"nin ze- naatini icra için seçtiği yerler de doğrusu enteresan: Kadınlar helâ- sı, genelev, şunun bunun penceresi bacası, kadınlar, kadınların şuraları buraları... Genç bir bekçiye akademik lâflar ettirmek bir yana, ilgi uyan- dırmak için belden aşağılarla uğraş- mak, gözlem konularını hep buralar- dan seçmek, herhalde bir yazarı başa- rısızlığa götürmekten başka birşeye yaramaz. Hemen hepsi de hafif ve zoraki vakalar... Romandaki kişiler sâdece ( birer addan ibaret. Einstein kafalı göz- lemci "bekçi"nin bile bir kartondan farkı yok Bir takım insan adlarına, sıfatlarına kupkuru lâflar (o bindiril- miş, hepsi o kadar... Diyaloglar ise, Salâh Birsel Yazmaz olaydı roman havasından mahrum. Konuş- malardaki argo da, eserin genel ha- vası bakımından, ayrı bir başarısızlık örneği. Kitapta yor. Sonra, yersiz satırbaşlarıyla ye- nilik yaratmağa çalışmak ta boşu- na bir gayrettir. Buna matbaacılık dilinde "şişirme" denir. Bu, öze de, biçime de birşey katmaz. Eserde yer yer bir Kafka etkisi de gözden kaçmamaktadır. Buna taklit demek daha doğru olur. 146 ve 117. sayfalarda bu, açıkça bellidir. Eserin diline gelince... Türk Dil Kurumunda Yayın Başkanlığı oyap- makta olduğu, kitabın arka kapağın- daki biyoğrafiden öğrenilen yazarın dili de, umulduğu kadar başarılı ni Meselâ, "deyeceksiniz" , "deyor rdu , “demeyordum”", "ıslayordum", "uza- yor" denilemiyeceğini yazarın bilme- si gerekir. Bazı kelimeler de yanlış kullanılmış: "Santurlu bir küfür sa- vurmak" ta olduğu gibi... Halbuki, doğrusu "sunturlu"dur. Yabancı ke- limeler de çok: "has", "usül", "dair" s... Özel adlar bazan virgülle ayrıl- mış, bazan ayrılmamış. Netice olarak, denilebilir ki, an e demek daha doğru olur. Bütün gücü- nü yergi ve mizahtan almaktaysa da, iddia etmesi ve mizahi roman kuruluşundan ve hava- sından da mahrum bulunması, bu yö- nünü bile gölgelemektedir. Böylesi kişilerle ve böylesi bir anlatım tek- niğiyle bir yazar isterse 164 o sayfa değil, 1164 sayfa doldurabilir. Birselin bu roman denemesi, ne yazık ki, bir başarısızlık örneği ol- maktan ileri gidememiştir. Halbuki kitabın yayınevini ilgilendiren taraf- ları çok başarılı, Kâğıt, dizgi, baskı, harf gayet iyi ve zevkli. Bütün suç, iyi maksatlarla kurulmuş Dün-Bugün Yayınevini idare edenlerde ve eser seçenlerdedir. 29

Bu sayıdan diğer sayfalar: