Ss İ Filmcilik Bir mevsim daha geçti Beyoğlu sinemalarının bir iki film daha gösterdikten sonra, Mayıs başında mevsimi kapatacakları sıra- da yılın son filmi olan "Kanlı Firar" da seyircilere sunuldu. Acı bir ger- çektir ki, geçen mevsim belirli bir seviyeyi tutturabilen bütün iyi yerli filmler mali obakımdan tam bir fi- N yasko ile sonuçlandı. (AKİS, sayı: 299) Atıf Yılmazın "Kârâcaoğlanın Kara Sevdası", Os F. Sedenin "Düşman Yolları Kesti" si, Memduh Ünün "Ateşten Damla" sı, Lütfü Akadın "Yangın Var" ile "Yakutlar Rıhtımı" aylar süren çalışmalar so- nunda, her birine iki yüz bin lirayı aşkın masraf yapılarak meydana ge- tirilmiş olmalarına rağmen umulan ilgiyi görmedi. Halbuki geçen mev- isim Türk sinemasının belki de en ve- rimli, yılıydı. 1959 Türk Film Festi- vali sinemacılar arasında bir rekabet havası yaratmış, en fazla "tüccar" tanınan prodüktörler bile "bu yıl bir de sanat filmi çevireceğim" demeğe başlamışlardı. a sinema tenkit- çilerinin gün geçtikçe yerli filmler üzerine daha çok eğilerek, sinema- mızın teknik, estetik ve ticari yönle- riyle ilgili hususlari birer birer gün ışığına çıkarmaları yerli filmciliğimiz için önemli ye dikkate alınması ge- reken bir çalışma olmuştur. Bir kaç yıl öncesine kadar dünya sinemasın- dan habersiz bir şekilde kendi bildi- ği yolda yürüyegelen sinemamızın hali iktisat ilmini Adam Smith'in teorilerinden başlıyarak iki yüz yıl- lık bir gelişmeyi bir o kadar yıllık tecrübeden sonra öğrenmeğe kalkan- lardan farksızdı. Modası çoktan geç- miş veya çok daha ileri şekilleri bu- lunmuş olan teknikler, estetik ve ar- tistik teoriler Türk sinemasında bi- rer birer deneniyor; meselâ "zeytin- yalgının sudan hafif oolduğu" gerçe- ginden farksız unsurlar yerli' sinema- mızda yeniden keşfedilince, bu işi be- cermiş olanlar ötekilere göre önemli ,sayılıyorlardı. Bilgi, bakımından kim- selere üstünlük tanımıyan yerli film- cilerimiz, kendi fasit daireleri içinde ilk çağlara vergi bir klan hayatı sü- rüyorlardı. Halbuki bu ilkel hayatın dışında bir dünya' daha vardı ve si- nemacılar sanki bu dünyayı görme- meğe doğuştan kararlıydılar. Lütfü Akad, Osman F. Seden, Atıf o Yılmaz, Metin Erksan gibi bir kaç rejisör, Muharrem Gürsesli, Nişan Hançerli, Faruk Kençli bir yerli filmcilik kla- sının dışında, değişik yollardan' bir 32 E M A Türk sineması yaratmağa çalışıyor- lardı. İlkel bir yerli filmcilik Anla- yışı alabildiğine ortalığı kaplamıştı. Çizginin dışındaki üç dört rejisör ise adetâ birbirlerine sırtlarını çevir» miş durumdaydılar. Türk sineması- nın dünya sinemasına doğru yaptığı ilk şuurlu çıkışın o temsilcisi Akad ile bu yolun izleyicileri Osman FE. Seden, Atıf Yılmaz, Metin Erksan ve Şakir Sırmalı karşıların- da bulundukları ilkel zihniyete karşı durmak için birleşecekleri yerde, bi- lerek veya bilmeyerek (o birbirlerinin aleyhine olabilecek durumlar yaratı - yorlardı. Kıpırdanış Türk Film Dostları Derneğinin dü- zenlediği festivallerin o sinemamı- Zı, büyük çapta olmasa da, etkiledi- ğini kabul etmek gerekir. Ama asıl etki, şüphesiz ki gündelik gazetele- rin sinema tenkitlerine geniş yer vermeğe başladıkları son birkaç yıl içinde kendini göstermiştir. Gazete- lerdeki tenkit yazıları sinema sana- tının gerçek yönüyle, bilgileri yıldız- ların yatak hayâtından ibaret olan, geniş kütlelere (o anlatılıyordu. Ten- kitleri halkla birlikte, sinemacılar da okuyor, onlar da yararlanıyorlardı. Sinemacılar bu yazılardan yabancısı oldukları bazı terimleri öğreniyorlar, yeni görüşler kazanıyorlardı Son iki yıl içinde bu çalışmala- rın faydası açıkça görüldü. Türk si- neması bir hamle yapmak ihtiyacım hissetti. Geçen mevsimde "Karaca- oğlanın kara sevdası", "Düşman Yol- ları Kesti", Yalnızlar Rıhtımı", “A- teşten Damla" gibi filmlerin çevril- mesi de, doğrudan doğruya "tenkit- çileri memnun edecek" filmler yap- mak arzusuna bağlanabilir. Bu film- leri yapan prodüktörlerde de, rejisör- lerde de hem halktan, bilhassa Türk filmlerine pek gitmiyen büyük şe- hirlerdeki aydınlardan; hem de sine- ma tenkitçilerinden iyi bir not almak arzusu aşın derecede (o vardı. Neden olmadı? Şu sıralarda mevsimin bir bilanço- su yapılabilir. ler zarar hanesinde yer almaktadır. Çünkü, ne halktan umulan ilgiyi görebilmişlerdir, one de tenkitçiler tarafından beğenilmişlerdir. Filmler teker teker ele alınıp incelendiği zaman görülen şudur: Sinema bilgisi az, yaratıcılık eksik- tir. Hâlâ bazı alışkanlıklardan vaz geçilmemiştir. İyi haşlanmış, İşin “Yangın Var" dan bir sahne Dışı kendini, içi Akadı yaktı yarısına kadar bu çaba devam etti- rilmiş, sonra bu yarım iyiniyet gös- terisi ile yetinilmiştir. Hemen her film yarımdır, parça parça güzellik- ler taşımaktadır ve bir türlü bütüne varılamamaktadır. Bir filmde mese- lâ oyuncular, rejisör, teknik kadro iyi seçilmiştir de, en önemli şey, se- naryo unutulmuştur. Bir başkasında senaryo bile güzeldir de, meselâ fo- toğraf kötüdür, oyuncular yerli ye- rinde değildir. Her unsur için avuç dolusu para harcayıp da, bu cömert- liği nasılsa bir noktada göstermek- ten alabildiğine kaçınan prodüktör- ler, film çevrilip bitirildiği zaman o ihmal ettikleri unsurun bir yama gi- bi sırıttığını, filmin pek çok şeyi kay- bettiğini görmüşlerdir. Bu durumun en acı misallerin- den birisi, Lütfü Ö. Akadın "Yangın Var" ıdır. Prodüktör yıllardır çekme- cesinde duran Necip Fâzılın senar- yosunu bir gün nasılsa (hatırlamış, konunun o orijinalliğini göz önünde tutarak derhal hazırlıklara başlamış- tır. Ama rejisör Akad işi ele aldık- tan sonra gariplikler de birbirini' ko- valamağa (o başlamıştır. o Prodüktör meselâ bir Türk filminde karagöz oyununun da yer almasının gayet ti- cari bir şey olacağını düşünerek bir gün rejisörden füme böyle bir sahne eklemesini istemiştir. Gerçi "Yangın varın en güzel bölümlerinden biri- si bu karagöz sahnesidir ama aslın- da filmle bir ilgisi yoktur. Bu sah- AKİS, 27 NİSAN 1960